Paylaş
Sadece bir kitabın değil, bir anlayışın, bir tavrın, bir karşı çıkışın ve nihayet hâlâ devam eden bir konferanslar dizisinin adı oldu ‘‘Kuran'daki İslam...’’
Bir kitap olarak ‘‘Kuran'daki İslam’’, Ekim 1992'de yayınlandı. Şu anda 30. baskısı vitrinlere ulaşmış bulunuyor. Yayınlandığı günden beri kitapla ilgili olarak bize ulaşan mektupların sayısı, iki bin küsurdur. Bunların hemen tamamı, kitapta sunulan ve Kuran dininin hurafelerle örtülmüş herhangi bir yanını aydınlığa çıkaran tespitlerle ilgilidir. Kuran'ın verilerine göre Allah, peygamber, olması gereken şekilleriyle aptes, namaz, oruç, dini perişan eden uydurma hadisler, sahte kutsallar, hile-i şeriye oyunları, örtülü putçuluk türleri, menakıp adı altındaki mitolojik hikâyeler, Beniisrail tahrifleri, bu tahriflere karşı çıktığı için öldürülen Halife Ömer'in mücadelesi, uydurmacılığa karşı çıktığı için ‘‘kâfir’’ ilan edilen İmamı Azam'ın çektikleri, kadın haklarını örtmek için ayetlerde anlam kaydırmaları, boşanma, tesettür, âdet hali, dinde baskı, zorunlu hallerde hükmün değişmesi, hilafet ve cihatla ilgili saptırmalar, din gerçeği ve şeriat, dinde Arap hegemonyası, anadilde ibadet hakkı gibi konular ‘‘Kuran'daki İslam’’ın ilgiyi iyice ısıtan kısımları...
Kitabın yayınından bugüne değin verdiğimiz üç yüzü aşkın konferansın başlığı da ‘‘Kuran'daki İslam’’dır. ‘‘İnsanımız açısından çok kritik bir devre’’de şunu ‘‘bir hayati zorunluluk ve iman borcu’’ olarak bir kez daha ifade edeceğiz: ‘‘Kuran'daki İslam, kader noktasına, olmak ya da olmamak noktasına parmak basmaktadır.’’ Şunu bilmek borcundayız: İslam diye bir gerçek varsa, -ki kuşkusuz vardır- bunun esası, tüm çıplaklığıyla ortaya konmalıdır. İnsanlık onurundan nasibi olanlar, çağların önümüze yığdığı bir ‘‘Arap-Acem-Şaman karışımı’’nı ‘‘İslam’’ diyerek övgülerine veya yergilerine konu edinmemelidir. Ne yazık ki, dünyada ve özellikle ülkemizde yapılan budur. O halde, samimi ve onurlu insanlar, gerçek İslam'ı ortaya koymak, tanımak borcundadır. Bunu yapmak, mucizeler yaratmaya bağlı bulunmuyor. Kuran'a başvurmak yeterlidir. Bu başvurunun beklenen sonucu vermesi için şu üç şeye muhtacız: İyi niyet, yeterli gayret ve bilgi. İyi niyet bizi ‘‘reform’’ psikozuna yakalanarak dini erozyona uğratmaktan, gayret de işi şuna buna havale ederek sırtüstü yatmaktan kurtarır. Bilgi ise Kuran dininin özüne konmuş bir ‘‘varoluş şartı’’dır.
‘‘Kuran'daki İslam’’, bu ‘‘üç kaçınılmaz’’ın birlikteliğinden doğmuştur. Kırk yılın birikimi, uzun gecelerin uykusuzluğu, gözyaşları, yakarışlar, çileler kucaklaşmıştır böyle bir ürün vücut bulsun diye... Geçmiş yılların ıstırabıyla, gelecek yıllara uzanan ümitleri barıştıran gönlümüz şunu istemiştir: İnsanoğlunun sahip olabileceği en güzel din, insan yaratılışının asla ısınamayacağı karanlık, yalan, hurafe, inat, kin ve egoizmden arındırılsın ki, saf ve berrak benlikler Yaratıcı'nın yolunda sevinç, direnç ve coşkuyla kanatlanabilsin!..
İslam'a fatura edilen ilkelliğe bakarak İslam'a sırt dönen insanların şeytan ellerde perişan olmasına isyan ediyor ve insanımıza diyoruz ki: Kuran'daki İslam, yarınları oluşturacak kaderin belirlenmesi için mutlaka tanınması ve tanıtılması gereken bir fenomendir. ‘‘İslam’’ diye bir ‘‘mesele’’si olanlar, bu fenomene kayıtsız kalamayacaktır diye düşünmekse, Kuran'ın bize ilham ettiği ilahi bir muştudur.
Yıllar ve yıllar, İslam patenti altında sergilenen ‘‘şuculuk-buculuk’’la, ümitlerimiz ve alınterimiz heder edilmiştir. Şimdi insanımız, bir sırat-ı müstakim (şaşmaz, sendeletmez yol) mutluluğu aramaktadır. Bu mutluluğun biricik yolu ise Allahçı, Kurancı olmaktır. Eğer ‘‘bir şeyci’’ olacaksak, neden Kurancı olmayalım? Ondan daha emin sığınak, onu gönderen kudretten daha güvenilir dost mu var?
‘‘Kuran'daki İslam’’; ‘‘din’’ adı altında sergilenen çarpıklıklara bakarak dinden uzaklaşanları, dinin gerçeğini göstererek İslam'la yeniden barıştıran bir ‘‘muştu fenomeni’’dir. Bunun inkâr edilmez bir gerçek olduğunu anlamak için ‘‘Kuran'daki İslam’’a saldıran ‘‘aceze basın’’ın (tabir, Necip Fazıl'ındır) beyin ve yürek çapına bakmak yeterlidir.
Paylaş