Paylaş
‘İnsan, konuşan hayvandır’’ tanımı Eski Yunan'dan beri var. Bu tanıma göre, bir canlının, örneğin, ‘‘Bana su verin’’ diye doğal ihtiyaçlarını sahiplerine bildirmesi ‘‘insan’’ olabilmesi için yeterlidir.
Ama Aristo mantığının bu çukurundan dışarı çıkar, gözlerinizi berrak gökyüzüne çevirirseniz, hele hele ufuklara doğru biraz yükselirseniz içinizden bir ses ve el sizi yeni bir tanım aramaya iter. Konuşan hayvanın ne olduğunu bulmuş olmak sizi asla doyurmaz; konuşan insanın tanımını aramaya başlarsınız.
Konuşan insanı tanımlamak için felsefe tarihinin tüm kulvarlarına dalabilir, binlerce tanım çıkarabilirsiniz. Bendeniz sizi, benim benimsediğim tanımla kucaklaştırmak istiyorum. Ben, konuşan insanın tanımını Kuran'a sordum; bana, çok sıcak ve erdirici gelen şu tanımı ilham etti: Konuşan insan, en yüce ibadeti düşünmek olan insandır. Buradan hareketle düşünen insan tanımı yapabilir miyim diye sordum, Kuran o konuda da şunu ilham etti: Düşünen insan, düşündüğünü hiçbir sansüre tabi kılmadan, vakit geçirmeden ve gevelemeden söyleyen insandır.
Kuran'ın düşünmeyi en yüce ibadet saydığını herkes söyler. Ne var ki İslam tarihinin bin yıla yakın bir süresi, düşünüp de söylemeyen veya söyleyemeyen (en azından tam söyleyemeyen) insanlarla doludur.
Düşünmek, raiyye (güdümde sürü) olmaya engel değildir. Ama konuşmak farklı... Konuşabilmek için raiyyelikten kayıtsız-şartsız kurtulmak gerekiyor. Ve Kuran, işin belkemiğini çok güzel tutmuştur: ‘‘Ey inananlar! ‘Bizi davar sürüsünü güder gibi güt' demeyin!’’ (Bakara, 104) diyor. Yani sakın raiyye olmayın; özgür, kaderinde söz sahibi, iradesi prangalanmamış benlikler olun. (Lütfen, o sık sık dikkat çektiğim cumhuriyetin, Kuran değerleri açısından ne kadar hayati’’ olduğunu bir kez daha düşünün!)
Kısacası, hem en büyük varoluş aktivitesi olarak düşüneceksiniz, hem de raiyye olmayacaksınız. Ne demek bu? Düşünebildiğiniz kadar düşünecek, konuşabildiğiniz kadar konuşacaksınız. Konuşturulmayan insanı düşünmeye çağırmak ona ateş yedirmektir.
Bu, Kuran'ın dininde, Kuran'daki İslam'da böyle. Ama son bin yılın İslam dünyasında din mantığı ve din hayatı bu değil. O mantık şöyle işliyor: Düşünmek en büyük ibadettir, ama yakaladığınız ışığı-gerçeği veya fark ettiğiniz çarpıklık ve yamukluğu asla dile getirmeyeceksiniz. Bunu yaparsanız, günah işlemiş olursunuz.
Bu zalim dayatmaya karşı, kitleler şunu haykıramamıştır: En büyük ibadet düşünmektir diyorsunuz ve hiç durmadan, bizi cennete götüreceğinizi söylüyorsunuz. Peki, bu en yüce ibadetin ürünlerini dışa vurmamıza neden engel oluyorsunuz? Siz bizi cennete mi çağırıyorsunuz, hayvan ahırına mı?
En büyük ibadeti ‘‘raiyyeleşmek’’ haline getiren mantığın nasıl işlediği kadar ne zamandan itibaren işlemeye başladığını ve hatta işletilmesi için hangi oyunların oynandığını anlatan bir pasajı, İslam düşüncesinin devlerinden biri olan Câhız'ın ünlü eserinden verelim. Câhız (ölm. 255/869), anıtlaşmış eseri ‘‘el-Beyân ve't-Tebyin’’de, az önce değindiğim hayvansal mantığı işletmeye açan zihniyeti eleştirirken diyor ki: ‘‘Peygamberimiz şöyle buyurmuştur diye iddia ettiniz: ‘Şu iki şey, münafıklık cümlesindendir: Eleştiren söz, etki eden söz. Şu iki şey de imandandır: Meramını ifadeden aciz kalacak kadar utangaçlık, bilgi azlığı.' Kuran konuşmaya, söz değerleri üretmeye teşvik ederken Peygamber'in susmaya, gevelemeye teşvik etmiş olabileceğini kabulden Allah'a sığınırız. Allah Elçisi'nin, gevelemekle etkili söz söylemeyi aynı kefeye koymuş olabileceğini kabulden de Allah'a sığınırız.’’ (Bk. el-Beyân, 1/202)
Evet, bin yılı aşkın bir süredir düşünüp de konuşamayan kitlelerin, içlerine yığılan yasak düşünceler, zehirli bir ıstıraba dönüşmüştür. İslam dünyası, kutsal maskeli tâğutlar elinde adeta canlı cesede dönüştürüldü. Bu yürüyebilen cesetler üzerindeki hegemonya, din üzerinden menfaat, saltanat ve şehvet devşiren tâğutlar panteonunun oyunlarıyla iyice kutsallaştırıldı ve Kuran’ın dini, insanı boğma aracı haline getirildi. Hem de, Kuran'ı tebliğ eden muazzez Resul'e isnat edilen yalanlar desteğiyle.
Bugün bu kahırlı sürecin en katranlı kulvarındayız. Asfiksi halindeyiz. Bir bereketli tecdit şafağıyla kendimize gelemezsek, yarınlarımız olmaz.
Paylaş