Paylaş
İnsan haklarının ihlalinde, iki yanılgı başı çekmekte ve insanlığı büyük bunalımlara sürüklemektedir. Bunların biri; pozitivist-materyalist yanılgıdır. Ben bunu ‘‘inkárcı yanılgı’’ diye anıyorum. İkincisi; din adı altında insanın Allah'a giden yolunu tıkayan kutsal sömürücü zihniyetlerin vücut verdiği yanılgıdır. Ben bunu da, ‘‘dinci yanılgı’’ (dindar değil) olarak adlandırıyorum.
İnkárcı yanılgı, ‘‘insan haklarının olmazsa olmazları’’nı, varlığın ve insanın Yaratıcısından kaynaklandırmak ve böylece zaman öncesi ve zaman üstü kılmak yerine ‘‘değerlerin izafiliği’’ teranesiyle hukuk pozitivizminin dalaşma alanına atarak insanı, ayakta duramayacağı kaypak bir zemine itmiş ve serseme çevirmiştir.
Dinci yanılgıya gelince; o noktada ilk belirleyeceğimiz gerçek şudur: Dinin yanılgısı olmaz. Çünkü dinin sahibi ve kurucusu Allah'tır. Yanılgı; dini yozlaştırarak hurafe ve baskı aracı yapan dincilerindir.
Dinci yanılgı, insan haklarını, ‘‘insanın hakları’’ olarak görmez, kendi sözlüğündeki ‘‘insan-ı kámil’’in hakları'' olarak görür. Temel savı şudur: Haklardan yararlanmak kámil insanın şansı ve nasibidir. ‘‘Sapık, káfir’’ bozuk günahkárların haklardan yararlanmaları doğru olmaz. Çünkü onlar insan değil, cehennem kütüğüdür.
Dinci yanılgı, ‘‘insan-ı kámil’’i belirlerken kendi ‘‘din’’ anlayışını ölçü almaktadır. Yani işe, bölücülük, egoizm ve zulümle başlamaktadır. bu başlangıçla kámil insana değil, ancak dinci sektörün klik defterine kayıtlı olanlara gidilebilir. Dinci yanılgı bu tutumuyla en büyük zulmü gerçek dindarlara yaptığının farkında bile değildir. O bilmez ki, insan-ı kámili hayat sahnesine çıkarmak için, hakları sadece ve sadece ‘‘insan’’a reva görmek lazımdır.
Haklar, hiçbir patent, renk, ırk, dil, din, coğrafya, günah-sevap ayrımı yapmadan insana verilmelidir ki Allah'ın imtihan meydanı yaptığı bu álemde kámil insanın ortaya çıkması için gerekli olan faaliyet ve atılım mümkün olabilsin. Ve insan, sorumlu tutulabilsin.
İnsan haklarını sömürü dininin mantığıyla algılamanın tarihsel ve kurumsal adı engizisyondur. Temelde Batı'nın malı olan ve Berlin Duvarı'nın yıkılışıyla yeniden sahneye fırlayan engizisyon, günümüzde daha çok, İslam'ın kimlik kartının taşındığı ülkelerde boy atmaktadır. Ne yazık ki engizisyon, Türkiye'de de, sinyal verme dönemini gerilerde bırakarak yerleşme ve yaygınlaşma sürecine girmiştir.
Sıvas'ta 35 insanın diri diri yakılması şeklinde sergilenen ve Neron zulümlerine taş çıkartan korkunç olay, Türkiye'de İslam adına engizisyon zulmünün başladığını belgelemektedir. Bunu bir ‘‘manyaklar olayı’’ veya ‘‘maksadı aşan bir taşkınlık’’ olarak değerlendirmeyi çok istedik; ama mümkün olmadı. Olabilirdi. Şöyle olabilirdi:
Dini temsil eden, özellikle din üzerinden siyaset ve saltanat devşiren odaklar topyekûn ayağa kalkar, dünya çapında protestolarla şunu haykırırlardı: ‘‘Meşru gerekçeleri doğmuş savaşlarda bile savaşanlar dışında kimseye dokunulmamasını emreden, bırakın insanı, yaş bitkilerin bile yakılmasına karşı çıkan bir dinin çocukları olarak, 35 kişinin sadist bir engizisyon iştahıyla yakılmasını protesto ediyoruz. Bunu herhangi bir biçimde dinimize iliştirenleri lanetliyoruz. Bunu yapanların, dinimizi ağızlarına almalarını da lanetliyoruz. Bu zulmü, bir insanlık suçu olarak görmekle kalmıyor, en ileri derecede bir dinsizlik belirişi olarak görüyoruz. Tüm dinleri, özellikle ‘‘álemlere rahmet’’ olarak tanıtılan bir peygamberin tebliğ ettiği din olan İslam'ı bu korkunç zulümden tenzih ediyor, bu zulmün karşısında yer alma kararlılığının öncüleri olarak biz Müslümanların görülmesini tüm insanlık camiasından rica ediyoruz.’’
Böyle yapabilirlerdi ve yapmaları gerekirdi. Günlerce, haftalarca, aylarca bu minval üzere bir kampanya yürüterek, tarihin bu en ibretli zulmünün ‘‘Ehlisünnet Müslüman camia’’nın sırtına yüklenmesine engel olabilirlerdi.
Olmadılar. Yürekleri müsaade etmedi. Ama hiç değilse sessiz kalabilirlerdi. Onu da yapamadılar. Tuttu, Neron canilerine destek verdiler. Onların avukatlığını üstlendiler. Dünyanın gözü önünde bu korkunç zulmün milyonlarca insanın imanına fatura edilmesine zemin hazırladılar. Tarih, o Neron zulmüyle birlikte bu destekçileri de kayda geçirmiştir.
Bizim buradan çıkaracağımız mesaj şudur: Türkiye'de din maskeli zulüm, yani engizisyon fiilen başlamıştır ama yaygınlaşamıyor. Çünkü Türk Silahlı Kuvvetleri buna müsaade etmeme karar ve dirayetindedir. O karar ve dirayette en küçük bir delik açtıklarında ortaya çıkacak manzarayı hayal etmek bile ürperticidir.
Bizler bugün; bir yandan bilinç, bilgi, iman ve gayret zaaflarımızı aşmaya uğraşmak, bir yandan da şu duayı tekrarlamak durumundayız: Allah, engizisyon zulmünün yaygınlaşmasını engelleyen karar ve dirayete zeval vermesin!
‘‘Hayatın sırrını arayanlar, onu zorluk ve ıstırapların dışında bulamazlar.’’
Muhammed İkbal
Paylaş