Paylaş
Bir kuşağın veya belirli bir zümrenin değil, hemen hemen tüm halkın feryadıdır bu...
Bu feryadı dile getiren yüzlerce, hatta binlerce mektuptan minik bir tanesini, İstanbul'dan yazan Tülay Hergünlü'nün mektubunu ele alacağım. Üç sayfalık uzun bir mektup yazmış Tülay Hanım. Şahsımla ilgili olmayan kısmını alıyorum:
‘‘Bizler, hurafelerle büyüdük. İlk Kuran kursuna gittiğim zaman 10 yaşındaydım. Saçımın bir tek teli göründüğü için seksen bin yıl yanacağımı söyleyen hocanın eşine korku ile bakarken kaç tel saçımın olduğunu hesaplamaya çalıştığım günlerin üzerinden yıllar geçti.
O güne kadar iki İslam ilmihali devirmiştim. İlmihallerin hiçbiri ötekini tutmuyordu. Birinin helal dediğine öteki haram diyordu. Biri diş doldurtmaya karşı çıkarak dişlerine dolgu yaptıranın gusül aptesinin geçersiz olduğunu, eğer Şafii mezhebine göre gusül aptesi alırsa geçerli olacağını, bunun için de gusül aptesi alırken ‘‘Uydum imamı Şafii'ye’’ demenin yeterli olacağını söylüyordu.
Ne yapacağımızı bilmiyor, yer yer isyan ediyorduk. Kuran'ın Türkçe çevirisini okuyamıyorduk. Televizyonlardan okunan Kuran'ın Kuran olamayacağı yazılıyordu. Arapça bilmediğimiz için Kuran'a dokunamıyorduk, süslü kılıflarla duvarlara asıyorduk. Büyüklerimiz namazdan kalktıktan sonra, 'Namazda aklıma olmadık şeyler geliyor, kendimi namaza veremiyorum' derlerdi; nedenini anlamazdık. Şimdi anlayabiliyoruz: Biz Türküz, dilimiz Türkçe. Arapça okurken Türkçe düşünüyoruz. Kıldığımız namaz beden jimnastiğine dönüşüyor. Arapça okurken Türkçe mealini düşünmeye çalışıyorum, bu daha fena oluyor; daha kötü karıştırıyorum. Bir namaz hocası kitabı aldım, evde inceledim. Konulan şekil şartlarına baktım... Ayak parmaklarının nasıl tutulacağına kadar ayrıntı vardı. Hayret ettim, bunaldım, bıraktım...’’
Hayret edip bırakanlar bir değil, bin değil. Hayrete düşürüp bıraktıran saçmalıklar da bir değil, bin değil. Bu halkı işte böyle perişan edip Allah'a ve dine sırt döndürdüler.
Mevlána Celaleddin, dini ekmeğe benzetir ve dine karşı çıkışların sebebi olarak da ekmeğe zehir katan din temsilcilerini gösterir. ‘‘İnsanoğlu, diyor büyük Mevlána, ekmeğine neden düşman olsun! Oluyor, çünkü birileri o ekmeğe zehir katıyor ve insanı, yiyeceği ekmeğe düşman ediyor.’’
Yıllar ve yıllar aziz din ekmeğimize hurafe ve saçmalık zehiri katarak çocuklarımızı dine imana karşı olmaya zorladılar. Son zamanlarda bu zehire soygun-vurgun, politik çıkar zehirlerini de ekleyerek ekmeği iyiden iyiye tiksinilir hale getirdiler. Dahası, bu kötülüğü yapanlar, hiç arlanmadan bir de din-iman şampiyonluğu tasladılar. Dinin gerçeğini, imanın güzelliğini bunların hayatlarında, ahlaklarında, işlerinde-aşlarında, ilişkilerinde sadece elimizle değil, büyüteçlerle aradık ama bulamadık. Sadece iftira bulduk, kin bulduk, yalan bulduk, takıyye ve tehdit bulduk, basiretsiz bakışlar bulduk, hırslar bulduk.
Sakalımız olmadığı için sözümüzün tutulmayacağı kaygısını taşımakla birlikte, yeni hükümetten Allah rızası ve insanlık onuru adına rica ediyoruz: Bir örneğini yazıya geçirdiğim şu feryada kulak verin ve bu dini, Kuran dışı dincilik yobazlarının tasallutundan kurtarmak için bir-iki adım atın. O yobazlığa şirin görünmeyi hüner sananların ne hallere düştüklerini görmüş olmalısınız! Yobazın uydurma dininden Kuran'ın ölümsüz dinine geçmek için bir şeyler yapın.
‘‘Biz bu işi bilmeyiz ki...’’ türünden bahanelerle sorumluluğu şuna-buna havale etmeyin. Elinizi taşın altına koyun. Koyun ki, o taş bir süre sonra kafanıza gelmesin!
Tarih tanıktır ki yobaz ne ıslah-ı hal eder, ne acır, ne de utanır. Yobaz ne vazgeçer, ne de affeder. Yaranma gafleti sergilemek yerine dimdik ayakta durun ve bu konuda sadece Kuran'dan destek isteyin.
Hurafe dinciliği, onu taşıyan yobazları mahvetti. Taşıyıcılarını bile mahveden bir belanın size ne hayrı dokunabilir? Allah aşkına, artık kendinize gelin!
Paylaş