Paylaş
Hak, Kuran dilinde hem varlık ve hayatın değişmezlerini, hem de Allah'ın isimlerinden birini ifade eder. Türkçe'de, realite anlamında kullanılan hakikat da hak kelimesiyle aynı kökten, hatta çoğu kez aynı anlamdadır. Varlık ve oluşun zamanüstü prensipleri, kanunları hak olduğu için, Kuran zamanüstü dinin niteliklerinden birini de ‘‘hak’’ olarak belirler. İslam, bir din olarak, Kuran'da Hakkın Dini (Dinül Hakk) diye de anılmaktadır (Bk. Fetih Suresi, 28).
Kuran, Hakk'ın Dini'nin Hak'tan gelen mesaja yeni vahye dayandığını ısrarla belirtir. Bunun karşısında Kuran, ecdat ve ataların yoluna bağlılıktan kaynaklanan ‘‘geleneklerin dini’’ni veya ‘‘örfün dini’’ni görür. Biz bunu halkın dini olarak adlandırıyoruz. Hakk'ın dinine tersliklerle dolu bir örf ve ecdat dini, Kuran terminolojisinde şirk olarak anılmaktadır. Çünkü bu ‘‘din’’de Hakk'a teslimiyetin yerini Hak'la pazarlık ve geleneğe teslimiyet almaktadır. Bütün peygamberlerin en büyük problemi, Hak dininin halk dini uğruna yozlaştırılması olmuştur. Kuran, bu yozlaştırmadan şikâyetlerle doludur.
* * *
Hakk'ın Dini ile halkın dininin büyük ölçüde birbirine karıştırıldığını ve bu karıştırmanın insan, İslam ve Türkiye gerçeği açısından karışıklıklara, acılara sebep olduğunu biliyoruz. Alanlarında her biri birer değer olan birçok aydının, Hak Dini ile halk dini ayrımını asla yapamadan ikincinin karanlık ve çıkmazlarını birinciye fatura etmek gibi üzücü bir tavır sergilediklerine tanık olmaktayız.
Bağlı olduğum değerler adına söylemek zorundayım ki, bu insanların, bir milyarı aşkın kitlenin dini adına hüküm verirken dayandıkları bilgilerin hemen hiçbiri, İslam'ın ana kaynağından onay alacak türden değildi. Batı'dan ithal edilmiş din teorileriyle, sokaktaki hurafe ve gelenek karışımını Kuran'ın dini yerine koyduklarından ümit kırıcı tespit hataları yapıyorlar.
Sömürüye yönelik ‘‘devşirme din’’ kaosunu hareket noktası yapıp insanımızın ‘‘mukaddesler’’ini yargılamak, bizim aydınlarımızın en büyük zaafı ve talihsizliği olmuştur.
Bu çığırın kapanması, kapatılması lazım. Aydının, her tespit ve hükümde az veya çok ilişkiye girmek zorunda kaldığı İslam'ı, en azından ‘‘sosyolojik bir realite’’ olarak gerçek yapısıyla öğrenmesi kaçınılmazdır. İnanıp inanmamak ayrı bir meseledir. Bu ülke gerçeğiyle ilgilenenler -bu demektir ki tüm aydınlar- bu ülkenin bir numaralı realitesi, mühür fikri olan İslam'ı tanımak zorundadırlar. Maalesef, tamamına yakını tanımıyor.
İslam, amel ve ibadet noksanı olanları kendi çerçevesinin dışında görmez. Aydınımız bunu da bilmiyor. Bu noktada, Kuran'ın bakış açısını öğrenmek yerine politik çıkarlarını din yapmış cehennem körükçüsü aforozcuların yalanlarını dinliyor. Aforozcuların yalanlarına kulak verdiği için de ibadet ve uygulama noksanlarını kendisi aleyhinde birer zulüm duvarı gibi kullanarak kendi kendini ‘‘din dışı’’ ilan ediyor. Oysaki İslam konusunda söz hakkı, ibadete değil bilgiye bağlıdır. Aydınımızın İslam konusunda sürekli tespit hataları sergilemesinin arkasında ‘‘ibadetsizlik’’ değil, ‘‘İslam bilmezlik’’ aramalıyız.
* * *
Kısacası ‘‘din’’ veya ‘‘çağdaşlık’’ adı altında bayrak düşmanlığı yapanları bir kenara bırakalım. Arabizmin hurafe ve örfler torbası haline getirilmiş ‘‘şeriat’’ı bir abalı gibi kullanarak Kuran dinine ‘‘vurma’’ sürecini kapatalım! Kuran dininin adı şeriat değil, İslam'dır. İslam'ın tartışmasız kaynağı ise Kuran'dır. İslam hakkında ne söyleyecekseniz buyurun Kuran'ı ortaya alıp konuşalım. Din tüccarının hurafesini, dinsizlik tüccarının da İslam'a kinini tatmin için ‘‘esrarlı bir anlaşma’’ ile kullanıma aldıkları uydurma din adlarına sığınmayalım. Dinin adını şeriat koyarsanız, bunun arkasından ‘‘hile-i şeriye’’ oyunları gelir. Bu hileler zemininden uzaklaşıp ‘‘hileler’’in bulaştırılamadığı Kuran'a ulaşmak zorundayız. Tarih sayfaları, ‘‘hile-i şeriyeler’’le doludur ama ‘‘hile-i İslamiye’’ diye bir deyim, şükürler olsun duyulmamıştır. Gelin, hilesiz-hurafesiz dini ortaya çıkarıp tartışmalarımızı ondan sonra yapalım. İnsan onuru ve içtenlik bunu gerektirir.
Paylaş