Paylaş
Değerli bir gazeteci ve saygın bir cumhuriyet aydını olan Ruhat Mengi Hanımefendi, Star TV’de Pazar günleri yaptığı ve bu Pazar bizim de katılacağımız programda bu konuyu masaya yatıracaktır.
Programda konuşulacakların ayrıntılarını elbette ki, Ruhat Hanım belirleyecektir. Ben burada konunun temel noktalarına değinmek istiyorum:
Baş hüneri ‘Allah ile aldatmak’ olan dincilik, özellikle ‘şehvet tutkusu’nu savunmak için ‘Peygamber’le aldatma’ taktiği de sahnelemektedir.
Biz bu yazıyı yazarken, şu veya bu kişiyi deşifre etmek, ezmek gibi bir niyet asla taşımıyoruz.
Böyle bir şeyi insanî bulmayız.
Böyle bir şeye tenezzül de etmeyiz.
Ayağı kaymış kişilere, “Vurun, yere batsın!” taktiğiyle saldırmayı imanımıza ve kişiliğimize uygun bulmuyoruz.
Şöyle veya böyle, günah işlemiş, perişan duruma düşmüş kişiler söz konusu olduğunda söyleyeceğimiz şudur:
“Allah kimsenin ayağını kaydırmasın, Allah kimseyi nefsine teslim etmesin!”
Biz bu yazıları ilkeleri, dindarları ve adı istismar edilen Peygamber eşi Hz. Âişe’yi savunmak için yazıyoruz.
Eleştirimiz yok mudur?
Elbette vardır ve en ağırıyla vardır.
Eleştiriyi, kişilere değil, zihniyetlere yöneltiriz. İnsan için hayırlı sonucun böyle davranmakta olduğuna inanmaktayız.
Bizim tarzımız ve üslubumuz şudur:
“Ayağı kaymış kişilere karşı mutedil ve müşfik, insan aldatmayı meslek haline getirmiş zihniyetlere karış sert ve acımasız.”
Dinimizin kutsal kredilerini kendi bencil hesaplarını denk getirmek için sürekli kullanan dinci zihniyet, hiçbir zaman, “Günah işledim, Allah affetsin!” demek mertliğini gösteremedi.
Kur’an, şu gerçeği bize açık bir biçimde öğretmiştir:
Günahını günah olarak bilen, günahını ibadet gibi satmaya kalkmayan günahkârlar, şu dincilerle karşılaştırıldığında ne kadar masum, ne kadar temiz kalmaktadır! Onlar, işe riya, dini istismarı karıştırmadıkları için Allah onları affedecek ama bu dinin kredilerini tarumar eden dincileri cehennemin dibine batıracaktır.
Dinimizin bütün güzelliklerini kirleten dinciler, sürekli bir biçimde, günahlarını ‘cihat’ veya ‘ibadet’ gibi gösterme namertliğine tenezzül ettiler.
Allah da onları, bu namertliklerine yakışır biçimde dünya âlemin önünde rezil etti.
Şükürler olsun ki, bu son tartışmalarda, dincilik ekiplerinin karşısına dikilenler arasında, hatta önünde ‘dindarlar’ vardır.
Bu çok sevindiricidir.
Yıllardır söylüyoruz:
“Dincilik musibetinin aşılmasında en etkili reçete, dindarların meseleye müdahalesidir. Bunun içindir ki, bu ülkenin mutluluk yolunda atılacak ilk adımı, dindarların Allah ile aldatılmasını önlemektir.”
Dindarların dincilik tahribine müdahalesi başlamış görünüyor. Umarız, bu başlangıç, beklenen mutlu sonucu getirir.
Şimdi esas konumuza gelelim ve öncelikle şunu belirtelim:
Hz. Âişe, İslam tarihinin, en ağır iftiralara uğramış ve temizliği vahyin verileriyle de ispatlanmış müstesna mazlumudur.
İftiralardan birincisi, Kur’an’ın, Nûr Suresi’nde 30 civarında ayetle gündeme getirdiği ‘ifk’ (iftira) olayıdır.
İçimiz titreyerek ifade edelim ki, bizzat Kur’an’ın deşifre ettiği ‘ifk’ olayı, İslam ümmetinin en büyük zaaflarından ve kırılma noktalarından birinin (belki de birincisinin), iftiracılık olduğuna vurgu yapmaktadır.
Açık yürekle ve gerçeğe saygının bir göstergesi olarak söyleyelim:
İslam ümmeti, Peygamberinin eşine bile hiç acımadan, fuhuş isnadıyla iftira etmiş bir ümmettir. Kur’an, bize bu ümmetin yumuşak karnını işte böyle bir gerçekçilikle göstermekte ve bizi uyarmaktadır.
Kur’an bize şunu söylüyor:
İftira, İslam ümmetinin, özellikle Allah ile aldatan saltanat dincilerinin âdeta alâmeti farikasıdır.
Hesabınızı-kitabınızı buna göre yapın. Ayağınızın kayma noktalarının başında işte bu iftira tutkusu veya zaafı gelmektedir.
Hz. Âişe konusunun ayrıntılarını yarın vereceğiz, sevgili okuyucular.
Paylaş