Paylaş
Oruç konusu, Kuran'ın Bakara Suresi'nin 183-187. ayetlerinde düzenlenmektedir. Bu ayetler mezhep yorumlarını işe karıştırmadan baktığımızda bize şunları vermektedir:
1. Oruç, Kuran bağlılarına, Allah buyruğu olarak yüklenmiş bir görevdir.
2. Önceki ümmetlere de oruç, ruhsal yükselişi sağlayan yollardan biri olarak farz kılınmıştır.
3. Farz orucun günleri ramazan ayının günleridir.
4. Bugünlerde hastalık, yahut yolculuk sebebiyle oruç tutamayanlar, tutamadıkları gün sayısınca orucu başka günlerde tutarlar.
5. Oruca zorluk ve güçlükle tahammül edebilecekler, oruç yerine fidye verebilirler. Bununla beraber oruca zorlukla dayanabilenlerin oruç tutmaları kendileri için daha hayırlıdır. Ancak şu unutulmamalıdır ki, Cenabı Hakk'ın temel tavrı, kulları için kolaylık istemektir, güçlük istemek değil.
Oruca güçlük ve zorlukla dayanabilenler (ellezine yetikûnehu) ifadesi birçok müfessir tarafından ‘‘ihtiyarlıktan, ya da şifa ümidi kalmamış hastalıktan ötürü’’ şeklinde bir kayda bağlanmıştır. Bu, bir ilavedir, Kuran böyle bir şey söylememektedir.
Oruca zorluk ve güçlükle dayanabilecekler belli başlıklar altında toplanamaz. Cenab-ı Hak, hastalık ve yolculuk halini açıkça belirledikten sonra böyle bir beyana yer vermekle, haşa sürçü lisan etmemiştir. Bu beyanın amacı ve kapsamı, hastalık ve yolculuk dışında bir kategori belirlemektir. Bu kategori içine girip girmediğine her mümin kendisi karar verecektir. Bunun aksini yapmak, Allah'ın beyanına ambargo koymak olur. Mesela tıbbi anlamda hasta olmayan, fakat orucu tutmakta doğal güçleri zorlanacak olan çalışanlar, çocuklu kadınlar, ihtiyarlar, özellikle depremzedeler bu son kategoriye girebilirler: Kuran-ı Kerim bu tür insanlara fidye verme imkánı getirmekle iki amacı birden gerçekleştirmiştir: 1. Müslüman'ın dinini yaşamada ve Allah'a ibadette ürküntüye, karamsarlığa ve nihayet buyruklara ters düşme gibi bir duruma girmesini önlemek.
2. Fidye imkánıyla toplumda yoksulluk ve imkánsızlığa çare yaratmak.
Fidye verecekler kategorisine girip de maddi imkánları fidye vermeye müsait olmayanlar, örneğin depremzedeler, fidye yerine Allah'a sığınıp ondan af dilemekle yetinirler. Eğer ileride imkán bulurlarsa, elbette ki fidye verebilirler.
Kuran'ı gereğince tetkik edenler bilirler ki, bu ilahi kitabın temel kabullerine göre, bir insanın diğer insanlara hizmet ve yardım ulaştırması, yalnız kendi nefsi için öte dünya yatırımı yapmasından üstündür.
İnsan hürdür. İbadet bu hürriyet içinde yapıldığında anlam taşır. İnsanın eğer içten niyeti yoksa, ona oruç tutturamazsınız. Tuttursanız da bir anlam taşımaz. O halde Allah'ın, kullarına lütfettiği ruhsat ve kolaylıkları onların elinden almakla hayırlı bir iş yapmış olmayız. Tam aksine, onları samimiyetsizliğe ve riyakárlığa iteriz. Kuran böyle tehlikeli ve tahrip edici bir yola gidilmemesi için bizzat kendisi tedbirler getirmiştir. Kişi kendi içinde, imanı ve vicdanı ışığında bir muhasebe yaparak oruç tutmayı başaramayacak durumda olduğunu belirlerse, fidye verme yoluna giderek hem kendi benliğinde huzuru yakalar, hem de Allah'ın kullarına bir hizmet ve yardım ulaştırmış olur. Cenab-ı Hak bunu böyle düzenlemiştir.
Paylaş