Paylaş
Hürriyet yazı ailesinin değerli yazarlarından Ege Cansen, 9 Temmuz tarihli yazısına şu başlığı koymuştu: ‘‘İslam, Kalkınma ve Siyaset.’’ Bu yazı bence, İslam dünyasına, o arada ülkemiz insanına reçete sunan önemli yazılardan biridir. Son yıllarda okuduğum en güzel ve en ciddi yazılardan biridir. Üzerinde hepimizin derin derin düşünmesi gereken yazılardan biridir. İslam dünyasının içinde kıvrandığı korkunç bunalımın çözümünde ipucu olabilecek değerde tespitlerin altını çizmiştir. Sayın Cansen'e teşekkür ederim ve gelin birkaç satır okuyalım:
‘‘Bugün yeryüzünde gelişmiş tek bir İslam ülkesi yoktur. Hatta gelişmiş bir Avrupa içinde bile en az gelişmiş bölgeler İslam dininin yaygın olduğu Arnavutluk, Bosna ve Kosova'dır. Nispeten kalkınmış Malezya ve Endonezya gibi üçüncü dünya ülkelerinde de, elde edilen gelişmenin lokomotifliğini Müslüman olmayan Çinli nüfusun yaptığını kabul etmek gerekir. Hakeza, Ortadoğu'nun İsrail'den sonra en gelişmiş ülkesi Lübnan'da da iş hayatına hâkim olan etnik grubun Hıristiyanlar olduğu su götürmez bir hakikattir. Eski Sovyetler Birliği'nin en az gelişmiş cumhuriyetleri de Müslüman kökenli toplumların kurduklarıdır. (...) Neresinden bakılırsa bakılsın, İslamiyet'le iktisadi ve sosyal gelişme arasında en az on asırdır devam eden bir ‘‘uyuşmazlık’’ vardır. (...) Osmanlı tarihinin son iki yüz yılında bu açmazdan çıkmak için üç yol önerilmiştir: 1. İslam'ın hareket ve etki alanını daraltmak ve gelişmeyi bilimsel yöntemlerle sağlamak, 2. İslam'ın ortalarda görülen halinin bir ‘‘uydurulan din’’ olduğunu söyleyerek ‘‘indirilen gerçek din’’in gelişme ile ters düşmediğini ispatlamak, 3. Ortada bir açmaz değil, kâfirlerin İslam'a saldırısı bulunduğunu söyleyip uydurulan ve indirilen din ayrımını reddetmek... Bugün toplumumuzun karşı karşıya kaldığı esas mesele, Türkiye'nin yönetimine hangi görüşün hâkim olacağıdır. Daha da önemlisi, bu üç görüşten hangi ikisi arasında bir ‘‘koalisyon’’ kurulacağıdır! (...) Türkiye'nin meselelerini tartışmak isteyenlerin yüzeysel başlıkları bırakıp ‘‘kök’’ soruna inmelerini ve iyi düşünüp taşınmalarını tavsiye ediyorum.’’
Ben de Sayın Cansen'e bu çok önemli yazısında, omurga noktaya, Türk ilahiyat literatürüne bizim soktuğumuz ‘‘indirilen din-uydurulan din’’ ayrımını oturttuğu için teşekkür ediyorum. Ve diyorum ki:
Gerçek sünnetini perişan edip onun yerine bedevi örflerini ve uydurulmuş birtakım sözleri doldurdukları Hz. Peygamber'in, hayat verecek ibretler taşıyan bir sözü şöyledir: ‘‘Allah bu Kuran'la birtakım toplumları yüceltir-değerli kılar, birtakım toplumları da alçaltır-zelil kılar.’’ (Elbâni, Silsiletu'l-Ahâdis es-Sahiha, 5/281)
Dünyanın bugünkü manzarasına bakılırsa, Allah'ın yücelttiği toplumlar arasında, kendilerini ‘‘Kuran'ın mensubu’’ olarak gösteren toplumlar yoktur. Bu, tartışmasız! Tartışma şurada çıkabilir: Allah'ın yücelttiğinde hiç kuşku bulunmayan toplumlar neyle ve nasıl yücelmişlerdir; Kuran'daki ilkeleri işleterek mi, o ilkelere sırt dönerek mi?
Size çok paradoksal, hatta tutarsız gelebilir ama, aziz okuyucularım bu satırların yazarı şuna inanmaktadır: Yücelmiş olduğunda kuşku bulunmayan toplumlar, adları ve patentleri ne olursa olsun, Kuran'daki evrensel ilkeleri hayatlarına geçirerek o noktalara gelmişlerdir. Ve bunda şaşacak hiçbir şey yoktur. Kuran'ın muhatabı tüm insanlıktır; falan veya filan tabelayı taşıyanlar değil. Çıplak gerçek şu:
Kuran'ın değerleri açısından baktığımızda bugünkü dünyanın ‘‘en Müslüman ülkeleri’’, kendilerine ‘‘Müslüman’’ kimlik çıkarmış olan ülkeler değildir, tam aksine, onların ‘‘gâvur-cehennemlik’’ ilan ettikleri ülkelerdir. Bunun aksini söylemek, Kuran'ın doğruyu söylemediğini iddia etmekle eşanlamlıdır.
Nüfus kâğıdında ‘‘Müslüman’’ yazılı kitlelerin her şeyden önce altını çizmeleri ve üzerinde çıldırasıya düşünmeleri gereken gerçek budur. Ama ne yazık ki bunu bir türlü kabul etmiyorlar. Ve böyle olunca da sadede gelemiyorlar.
İslam dünyası, işe buradan başlamadıkça asla iflah edemez. Dünyanın şurasında burasında birkaç kişinin ‘‘Müslümanlık’’a girmesini şölen ve şımarma konusu yaparak veya yükselmeyi gayrimüslim ülkelerin batışına bağlayarak hiçbir mutlu sonuç alınamaz. Aklın ve Kuran'ın söylediği budur.
Türkiye, cumhuriyetle bu gerçeği görebilecek bir kıvama gelmiş ve gerekli adımların birkaçını da atmıştır. Ne yazık ki, Atatürk'ün ölümünden sonra bu adımlara yenilerinin eklenmesi durduğu gibi, atılan adımlardan geriye dönüşler de başlamıştır. Bu, bizim için de, diğer İslam ülkeleri için de çok kötü sonuçlar doğuracaktır.
Ne demek istediğimi şu anda anlayanların, ‘‘parmak sayısından daha az’’ olduğu kanısındayım. Umarım, bir gün daha detaylı yazarım ve ‘‘gerekli sayıda anlayan’’ çıkar!..
Paylaş