Çerkezköy'den Berlin'e

Yaşar NURİ ÖZTÜRK
Haberin Devamı

Başlığımız; 28 Mayıs-23 Haziran arasında halka yaptığım konuşmaların coğrafya çizgisini gösteriyor.

28 Mayıs'ta Rotary Kulüp'ün davetiyle Çerkezköy'de bir konferans verdim. Bu tarihten bir hafta önce Hamburg'da verdiğim konferansın aynısı idi: ‘‘İslam'ın Dünü, Bugünü, Yarını.’’ Hemen burada, konferanslarla ilgili ortak ve değişmeyen bir noktayı, Allah'a şükür ve halka teşekkür ifadesi olarak belirteyim: Verdiğim her konferans, o güne kadar o mekânda toplanan insan sayısında rekoru elde etmiştir. Yurtiçi ve yurtdışında... Bu mutluluğumu saklayamadığım için ne olur beni hoş görün, sevgili okuyucularım!

6 Haziran günü Nürnberg'de idim. ‘‘Türk Dernekleri Koordinasyon Kurulu’’nun davetiyle verdiğim konferans, az önce söylediklerime ek olarak, çok düşündürücü bazı ibret tabloları izlememe de imkân vermiştir. Anlatacağım...

14 Haziran günü İstanbul'da Cemal Reşit Rey salonunda gerçekleşen önemli bir panelin konuşmacıları arasında yer aldım: ‘‘İslam ve Laiklik’’ başlıklı bu panel, Türkiye Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı tarafından düzenlenmişti. Muhtevalı, başarılı bir programdı...

20 Haziran günü İzmir Efes Otel'de bir başka panelde idik. Ege-Koop'un düzenlediği panelin başlığı ‘‘Demokrasi ve İrtica’’ idi. Ege'ye yayın yapan TV-1'in, tamamını naklen yayınladığı (ve ertesi gün ikinci kez ekrana getirdiği) bu panel, son zamanlarda katıldığım panellerin beni en çok etkileyeni oldu. Ege-Koop'u yürekten kutluyorum.

23 Haziran'da Berlin'de verdiğim konferansın başlığı, Hamburg'dakinin aynı idi: ‘‘İslam'ın Dünü, Bugünü, Yarını.’’ Türk-Alman İşadamları Birliği'nin düzenlediği konferans, ailece misafir edildiğimiz Berlin Otel'in, ilave sandalyelerle yedi yüz kişinin oturacağı hale getirilen görkemli salonunda verildi. Sabah Gazetesi'nden Ali Yıldırım'ın nefis bir Türkçe ve son derece isabetli cümlelerle özetlediği bu konferans, Yıldırım'ın deyişiyle, ‘‘hem güldürdü, hem düşündürdü’’. Gönüldaşlarımın esprili deyimiyle, ‘‘Orada, tarikatçısından ateistine kadar herkes vardı’’. Birlik Başkanı Ahmet Başbuğ'un anlamlı açış konuşmasının, konferansın güzelliğindeki payını belirtmeyi bir borç sayıyorum. Ve konferansı düzenleyenlere, o arada, organizasyonda büyük emeği geçen değerli işadamı Süleyman Çakıroğlu'na tebriklerimi, teşekkürlerimi iletiyorum. Konferans boyunca, sözlerim hep alkışlarla bölündü, bitişte dakikalarca ayakta alkışlandım, ama benim yüreğimi esas dolduran, başka bir şeydi: Ben; İslam-cumhuriyet-bayrak üçlüsünün ayrılmazlığından, Çanakkale'den, Kurtuluş Savaşı'ndan ve Kuvayı Milliye'den söz ettikçe, ön sırada oturan Süleyman Çakıroğlu'nun gözlerinden yaşlar boşalıyordu. Konferanslarımda, benzerlerini sık sık ve doya doya seyretmek mutluluğuna erdiğim ‘‘acayip güzellikte bir tablo’’dur bu. Ne mutlu bu tabloya vücut verenlere!..

VE İBRET TABLOSU...

Gelelim, Nürnberg'deki ‘‘ibretli tablo’’ya: İki saat konuştum ve sorular bölümüne geçildi. Koordinasyon Kurulu Başkanı, çok kalabalık (yaklaşık 1400 kişi) olduğunu ve kapalı spor salonunun klimasının çalışmadığını hatırlatarak, zamanı iyi değerlendirmek maksadıyla soruların yazılı olmasını rica etti. Bunun üzerine, salonun şurasına burasına, üçer-dörder kişilik kümeler halinde yayılmış, aynı tipte ve aynı edada bazı dinleyiciler, ‘‘çirkin sesler ve sözlerle’’ itiraza başladılar: ‘‘Demokratik hakkımız engellenemez, sözlü soru soracağız!’’ Başkan açıklamaya çalıştıkça sesler daha da iğrençleşti. Ama başkan ısrar etti ve sorular yazılı alındı.

Ve konferans bitti. Düzenleyici arkadaşlara sordum: ‘‘Neydi bu, kimdi bunlar, neden yaptılar bunu?’’ Verdikleri cevabı, hiçbir yorum yapmadan, bilginize sunuyorum: ‘‘Sizi üzmemek için başta söylemedik. Bunlar, dinci bir partinin buradaki destekçisi bir kuruluşun üyeleri ve sempatizanları. Kendileri dışındakileri Müslüman saymazlar. Sürekli Türkiye aleyhinde konuşurlar. Günlerce bu konferans aleyhine çalıştılar. Hatta bugün, teşkilatlarının kapılarına, mensuplarına direktif veren şöyle bir pano asmışlar: 'Filan yerdeki konferansa katılmayın!' Ama bir kısmı, gördüğünüz gibi, geldi. Kapıdan girerken biz herkesin yakasına bir Türk bayrağı rozeti takıyorduk. Bunlar, 'Biz istemeyiz, bizim yakamıza takmayın!' diye itiraz ederek içeri girdiler. Bir şekilde tatsızlık çıkaracakları belli idi...’’

Bu sözler üzerine söylediğim tek cümleyi burada aynen tekrarlıyorum: ‘‘Böyle bir basiretsizliğin temsil ettiği davanın parası, üyesi ve yaygarası olabilir, ama yarınları asla olamaz!..’’













Yazarın Tüm Yazıları