Paylaş
Ğululün esası, kamu mal ve imkánlarının ait oldukları yere ulaşmasına engel olmaktır. Malı ve hakkı bizzat yemek gerekmiyor, onların, yerlerine ulaşmasına engel olucu her türlü eylem ve tavır da ğulûl cümlesindendir.
Bu engel olmanın iki şekli vardır: 1- Aktif şekil, 2- Pasif şekil. Aktif şekil kamu mal ve imkánlarını fiilen çalıp çırpmak, yiyip içmek, çeşitli oyunlarla keseye ve kasaya aktarmaktır. Pasif şekil ise, aktif şekli seçen hain ve hırsızlara oy çıkarı, particilik, dernekçilik, mezhepçilik, tarikatçilik, yoldaşlık ve daha bilmem nelik adına göz yummak, destek vermektir.
Ğulûl günahının klasik ve modern firavunluklarına karşı, izbelerden beddua yükseltmek dışında hiçbir şey yapamayan aldatılmış halk kitlelerine en büyük destek, yüzyılların ötesinden, vahyin elçisinden geliyor. Şimdi, o ölümsüz elçinin ğulûl karşısındaki sözlerini ve tavırlarını özetlemek için, ‘‘Büyük Günahlar’’ kitabımızdan bazı satırları buraya aktaralım:
Kamu mal ve haklarına musallat olmak büyük kısmıyla, kamu hizmetinde bulunanlarla kamu otoritesi ile irtibatlı iş veya ticaret yapanların girdiği bir günahtır. Yönetim, yasama, yargı, denetim, icra, ulusal ve uluslararası düzeyde iş ve ticaret mevkilerinde bulunanlar bir yığın kamu mal ve imkánının emanetçisi durumundadır. Bunlar, eğer ahlak ve vicdanları engel olmazsa, az veya çok, şöyle veya böyle, kamu hakkı altına sokacak hırsızlıklar, yolsuzluklar, vurgunlar yapabilir veya yapılmasına göz yumabilirler. Ve bu, onların bekledikleri çoluk çocuğu da haramla zehirler...
Hz. Resul bize gösteriyor ki kamu hakkı yemenin legalize edilişi ‘‘hediye’’ teranesiyle de gerçekleştirilebilecektir. Bazı ülkelerde bu tür ğulûl daha çok ‘‘filan vakfa, falan derneğe veya partiye teberruda bulunmaya mecbur etmek’’ şeklinde işleniyor. Kanunun pençesine yakalanmamak için önce ‘‘gerekli vakıf, dernek vs.’’ kuruluyor, sonra da kamuya gitmesi gereken gelirler buralara aktarılıp ikinci aşamada paylaşılıyor. Ve Resul soruyor: ‘‘Eğer bu adam evinde otursaydı o hediye ona gelecek miydi?’’
Peygamberimiz devrinde gerçekleşen şu olay kamu hakkı yemenin nelere mal olacağını göstermesi bakımından ürperticidir: Bir sefer dönüşü idi. Yolda pusu kurmuş bulunan putperest kabilelerden bir adamın attığı ok, Hz. Peygamber'in hizmetinde bulunan bir sahabinin ölümüne sebep oldu. Oradakiler hemen atıldılar: ‘‘Şehitliği mübarek olsun! Resul hizmetinde iken şehit olana ne mutlu!’’
Buna benzer sözleri bir süre dinleyen Hak Elçisi nihayet sözleri kesti ve şöyle buyurdu: ‘‘O asla şehit olmadı! Allah'a yemin ederim ki, ganimetlerden (kamu mallarından) ayırıp zimmetine geçirdiği bir gömleklik kumaş ateşten bir çarşaf gibi onu sarmaktadır.’’ Bunu duyan sahabiler feryat etmeye başladılar.
Hacca gidenlerin kazançlarında ğulûl malı varsa onların yaptıkları hac geçersizdir. Emanete hıyanet ve yetim hakkına tecavüz de haccın kabul olmasını engelleyen kötülükler arasındadır. (Bk. İbn Hemmám; el-Musannef, 5/244)
Büyük hadisçi-fakıh İbn Hemmám bize şunu da haber veriyor: Hz. Peygamber, kamu malından iki dirhemlik bir miktarı olan Eşca'lı sahabisinin cenaze namazını kılmamıştır. Hz. Peygamber, ğulûl suçlusu olanların hiçbirinin cenaze namazına katılmamıştır.
Çok merak ediyorum, acaba ülkemizde cenazesi kılınmayacak ne kadar aktif ve pasif kamu hakkı hırsızı var? Ve eğer sayı kabarıksa bizim on binlerce cami yapmamızın Allah'la alay etmekten başka ne anlamı var?
Paylaş