Paylaş
Bid'at, dine sonradan sokulan uydurmalar, türedilikler demek. Sokuşturmalar çok yoğunlaşınca dinin belirgin niteliğini artık dinin esası değil, bid'atlar temsil etmeye başlar. Ve öyle bir noktaya gelinir ki, dinin aslını gündeme getirenler ‘‘türedilik, sapıklık’’la itham edilir. Çünkü gerçek dinin adı altında yeni bir ‘‘bid'atlar dini’’ oluşmuş, gerçek din boğulmuştur. Günümüzde İslam dininin başına gelen işte budur. Bunun içindir ki bugün, gerçek İslam'a ulaşmak isteyenlerin ilk işi, ‘‘bid'atlar dini’’nin enkazını yoldan temizlemektir.
Geride bıraktığım elli yılın en faal kısmı olan son onbeş yılı, Allah'a varmak isteyenlerin yolundan, ‘‘bid'atlar dini’’nin enkazını temizlemeye harcadım. Sadece zahmetler değil, zulümler çektim. Eğer tarih bana bir gün ödül vermeye kalkarsa, ondan ricam bu ödülü şu adla vermesidir. Yirminci yüzyılın en büyük mazlumu ödülü.
Şunu da bir ödül sayabilirsiniz: İslam'ın adını kullanarak sahneledikleri uydurmalar dininin yırtılan maskesinin parçaları artık sokaklara düşmeye başladı. Tüm zamanını gerçek İslam'ı tanıtmaya vakfetmiş bir adam için bundan daha büyük ödül olabilir mi?
GERÇEK İSLAM'I SAKLIYORLAR Birkaç yıl önce ucundan-köşesinden gündeme getirdiğimizde, ‘‘Böyle şey olur mu? Luther bozuntusu, dinde reform yapıyor, ecdadın dinini bozuyor, kimin hesabına çalışıyor...’’ böğürtüleriyle, halkımızı kışkırtma vesilesi yapılan birçok şey bugün artık Anadolu vaizlerinin konuştuğu, hatta kitaplaştırdığı konular haline gelmiştir. Biz bu halka, ‘‘Ey halk, senin İslam'a olan sevgini, bağlılığını senin aleyhinde kullanarak seni din adı altında yalana teslim ediyorlar. Sana ‘din' diye dayatılan, gerçek İslam değildir. Bunu bil ve başının çaresine bak!’’ derken, keşifte-keramette bulunuyor, gökten bir şey getiriyor değildik. Bilgili ama aynı zamanda namuslu bir insanın yapabileceği ve yapmak zorunda olduğu bir insanlık hizmetini yerine getiriyorduk. Söylediklerimizin hepsi, yine ‘‘bilgili ama aynı zamanda namuslu’’ adamların rahatlıkla açıp bakacakları kaynaklarda yazılıydı. Saklıyorlardı, örtüyorlardı. Çünkü bunların ‘‘bilinmemesi’’ üzerine oturan bir ‘‘çıkarlar ve saltanatlar zinciri’’nin nimetlerini sömürüyorlardı. Bindikleri dalı kesemezlerdi.
Zaman geçti, şafak çizgisi belirdi. Allah’ın, nurunu tamamlamaya ilişkin vaadi doğuş noktasına geldi. Ve ilahi adalet, ‘‘uydurmacıların irin küpleri’’ni ağır ağır patlatmaya başladı. Bu devam ediyor, edecek, İslam'ın mukaddeslerini, hatta Allah'ın yetkilerini nefislerinin hegemonyasına ve ülkenin tahribine araç yapanların yüzleri, Kuran'ın attığı tokatlarla siyahlaşmaya devam edecektir.
ANADOLU'DAN ÇIKAN ERLER Yüce Allahım, gecelerin bağrından ışık çağlayanları çıkarıyor. Anadolu'nun ücra köşelerinden akla-hayale gelmeyen erler çıkıp ‘‘bid'atlar dini’’nin dayandırıldığı yalanları deşifre ediyor. Hem de bizim, ‘‘mazlumlara has kısık ve ürkek ses’’ tonumuzu aşan haykırışlarla. Gösteriyorlar ki, ‘‘Kuran'daki İslam’’ın mazlum ve mağdur yazarının söyledikleri ne garabetti, ne reform, ne zorlamaydı, ne bozgunculuk; Kuran ve gerçek sünnetin ta kendisiydi.
Gerçek İslam'ı tanıtan bu muvahhit seslerin hemen hiçbirini tanımıyorum. Ama hepsini, ‘‘tamamlanması Allah'ın vaadi olan ‘‘nur’’ aşkına selamlıyorum. Ve bu sayede Neml suresi 82. ayetteki ‘‘azap’’ yerine bir lütuf gelsin diye niyazda bulunuyorum.
Konuşan erlerden biri de, emekli bir vaiz olan Ömer Temizel. Denizli'de hazırlayıp bastırdığı ‘‘Namazın Esrarı ve Hikmetleri’’ adlı kitabını göndermiş. Okudum, mutlu oldum. Haftaya sizlere tanıtacağım. Şimdilik şunu söylüyorum:
Ey benim güzel insanlarım! Ben bunları on-on beş yıl önce söylediğim zaman, ‘‘uydurulan din’’in firavunları, ‘‘Reformist, dini bozuyor!’’ diye bağırıyorlardı. Oysa ki söylediklerimiz, okuyan bir vaizin bile yakalayabileceği gerçeklerdi. Bunları sizden sakladılar. Şimdi gerçeğin ortaya çıkan kısımlarına bakarak diğer söylediklerimizin mahiyetini anlayın. Ve iş işten geçmeden, size finanse ettirdikleri hurafe tezgâhlarıyla sizi perişan eden sahtekârlardan yakanızı kurtarın!
Paylaş