Paylaş
O hep bizimle... O halde, biz de hep onunlayız. Sorun, bu beraberliğin farkında olup olmamak noktasında ortaya çıkıyor.
Batılı teologlar, özellikle İslam-Hıristiyan ilişkileri üzerinde duranlar, İslam'ı bir kurallar yığını olarak göstermekte, ‘‘İnsan-Allah arası direkt kalp ilişkisi sadece Hıristiyanlık'ta vardır’’ demektedirler. Hatta İslam'a bakışında en insaflı oryantalist sayılan Fransız Massignon bile bu kategorinin dışında değildir. Bu yazar: ‘‘İslam tarihinde Allah - insan arası direkt kalp ilişkisi Hz. Muhammed'den 300 sene sonra Hallac-ı Mansur ile gerçekleşmiştir’’ görüşünü ortaya atarak bir Müslüman'ı bağlı olduğu peygamberin üstüne çıkarmak gibi bir saçmalık sergilemiştir.
Kuran-ı Kerim'i şöyle bir okuyan, rahatlıkla görür ki, insanın özüyle Yaratıcı'nın aynılığını hareket noktası almak, Kuran'ın temel yaklaşımlarından biridir.
İnsanla Allah arasında, insan esas benliği olan özüyle düşünürsek, parça-bütün ilişkisi vardır. İnsan ‘‘Allah'ın ruhundan bir nefestir’’ (Hicr, 29). Ve insanın bedeni bu ölümsüz özü taşıyan bir binektir (hadis). Bir başka deyimle, ölümsüz olan insan özüyle Yaratıcı Kudret'in birliği esastır. Bu yüzden Kuran, insanın Yaratıcı'ya yaklaştıkça kendi öz benliğine yaklaştığını ısrarla belirtir. Ve bu yüzden, tasavvuf düşüncesine göre, insanın (birey ve toplum olarak) mutluluğuyla Allah'a yakınlık arasında doğru orantı vardır.
Kuran; dinin, ahlákın ve olgun insan gerçeğinin temelinde ‘‘Allah'la her an beraber olma’’ bilincini görmektedir. Bazı örnekler verelim: ‘‘Andolsun, insanı biz yarattık. Nefsinin ona neler fısıldamakta olduğunu da biz biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız.’’ (Kaf, 16) Ve: ‘‘Aralarında fısıldaşan üç kişinin dördüncüsü, beş kişinin altıncısı o Allah'tır. Sayıları bundan az veya çok da olsa Allah onlarla her yerde beraberdir. Sonra onlara yapmış olduklarını açık açık haber verecektir.’’ (Mücadile, 7) Ve ‘‘Nerede olursanız olun O, sizinle beraberdir.’’ (Hadid, 4) Hz. Peygamber, bu Kuran'sal gerçeği ifadeye koyarken şöyle diyor: ‘‘Her an, Allah'ı görüyormuşsun gibi davran.’’ Kuran'ın bu anlayışının uzantılarından biri de şudur: İnsan özüyle Allah arasında, bu demektir ki, parçayla bütün arasında ezelden bir anlaşma vardır. Kuran buna misak diyor. Ve Kuran bu misak'ı Allah-insan ilişkilerinin bireysel, toplumsal ve evrensel bütün boyutlarının dayanağı sayıyor. O halde insan, varlık bünyesinde iğreti, başkasının aracılığına muhtaç, kaderi ipotek altında, güçsüz, zavallı bir yaratık değil, varlık ve oluşun yaratıcı ve yönlendirici gücüyle aynılığı olan bir parça-yaratıcıdır. Burada temel espri şudur: İnsan bütün yüceliğine rağmen Allah değildir. Çünkü insan, parçadır. Bu demektir ki, Allah, insana ruhundan üflemesine rağmen aşkınlığını korumaktadır. Ve insan, varlık bünyesinde en seçkin yere oturmuş olmasına rağmen parçalığını, yaratılmışlığını koruyacaktır.
Yaratıcı'nın sürekli bizimle oluşu ve bizim her an O'nunla beraberlik şuurunu taşımamız gerektiği gerçeği, pratikte iki sonuç ortaya koymaktadır:
Her şeyden önce, din hayatı bu ‘‘Yaratıcı'yla beraberlik’’ şuurunu gerçekleştirmeye yöneliktir. Kuran'ın kurtuluşun, ölümsüzlüğün esassı gördüğü iman işte budur. Peygamberlerin temel davaları da bu bilinci insan hayatına kazandırmak olmuştur. Dinde, her peygamber döneminde ayrı bir biçim ve görüntü kazanan kurallar ve yükümlülükler, bu temel gayenin elde edilmesine yönelik araçlardır. Bu yüzdendir ki, İslam insanı, niyetlerinin bir toplamı olarak görür ve niyetsiz davranışa, istenmeden veya baskıyla gerçekleştirilen fiillere hiçbir değer tanımaz. Özgürce benimseme ve serbest niyetin ürünü olmayan davranışlardan fiil ve harekete dönüşmeyen niyet daha üstündür. Yaratıcı hareket, özgür niyet ve kararla birleşen aksiyondur. Kalıp ve kural yönünden en mükemmel görüntüyü de sergilese, hür istek ve şuurdan uzak olan davranış, yaratıcı değildir. Bu yüzden ‘‘dinde zorlama ve baskı yoktur.’’ (Bakara, 256). Ve bu yüzden İslam, yapısı bakımından özgürlük ve yaratıcılık ifade eden düşünceyi, bilinçsiz ibadetten üstün tutmuştur. Hz. Peygamber'in şu sözü, bu yaklaşımı burcuna oturtmaktadır: ‘‘Bilginin uykusu, bilinçsizlik ve bilgisizliğe yenik düşen (cahil)in ibadetinden değerlidir.’’
Sonuç olarak bize ‘‘şah damarımızdan daha yakın’’ olan ve bize ruhundan bir nefes vermiş bulunan Yaratıcı Kudret düşünce, bilim ve güzellik üretiminde beynimize, gönlümüze, kalemimize, fırçamıza, kelimelerimize, laboratuvarımıza ve çekicimize katılmaktadır. Veya, bütün bunlarla biz O'nun yaratan, yapıp-eden faaliyetine katılmaktayız.
Şöyle veya böyle, Allah her an bizimle... İnsana düşen, bu beraberliğin bilincine varıp onu, hayatı ve dünyayı güzelleştirmek için değerlendirmektir.
‘‘Aşk, Tanrı'dan gebedir, bu varlık álemi ise aşktan gebe. Dünyada ne varsa hepsinin canı aşktır.’’
M. Celáleddin Rumi
Paylaş