Paylaş
Başlığımız Muhammed İkbal'in düşünce sisteminde önemli bir yeri olan ‘‘divanelik’’ kavramının karşılığı olarak kullanılmıştır. Buna ‘‘yaratıcı çılgınlık’’ da diyebilirsiniz. Özellikle Hallác-Mevlána-İkbal sistemlerinde büyük değeri olan divanelik kavramı, Kuran'ın levm (melámetle aynı anlamda) diye andığı ve tanımını da verdiği kişilik yapısının biraz daha keskin tavırlarla sergilenişidir. Divanelik kavramının özünde, tıpkı melámet gibi, ‘‘başkalarının ne dediğine ve ne diyeceğine bakmak yerine, gerçeğin neyi gerektirdiğini dikkate almak’’ yatar. Bu bir anlamda, Hz. Ali'nin şu sözünün, kişiliğin temeline oturtulmasıdır: ‘‘Hakikati insanların ölçüsüyle tanımaya kalkma, insanları hakikatin ölçüsüyle tanı.’’
Divane veya melámet sahibi ruh, Hz. Muhammed'in sıfatlarından biri olan ‘‘Çıplak Uyarıcı’’ (en-Nezir el-Urvan) niteliğinden nasip taşıyan benliktir. Böyle bir benlik, gerçeği hiç bekletmeden ve kılığını değiştirmeden, olduğu gibi söyler. Ve işte ne olursa ondan sonra olur.
Gerçeği, ama yalın ve muhteşem haliyle gerçeği söylemek; çıkar hesapları yapanların işi değildir. Bu hesapları bir kenara ittikleri ve mevcut kabullere ters düştükleri için, çıplak uyarıcı benliklere ‘‘yarı deli’’ gözüyle bakılmıştır. Mevlána, ‘‘divanelik’’ dediği bu yarı deliliği, temel erdemlerden biri sayıyor ve onu yaratıcı atılımların besleyici gıdası gibi görüyor. İnsanlık kervanı, bu yarı deliliğin, bu akıllı çılgınlığın ürettiği veya keşfettiği değerlerle yücelmiştir.
Tüm yaratıcı ruhlar, o arada deha, kaçınılmaz bir biçimde divanelik taşır. Dehanın belirgin özelliklerinden biri de düzen ve kural dışılıktır. İsyan ruhu taşıyan bir benlik, özgürlüğünün bir göstergesi olarak, her şeyden önce divanedir. Yerini ve değerini, ‘‘Mevlána ve İnsan’’ adlı kitabında ayrı bir bölüm halinde incelediğim divanelik; çılgınlık, hatta bir ölçüde delilik formu içinde yol alan kendine özgü bir yaratıcılık, bir atılganlıktır. Hallác ve Mevlána'da önemli bir yer tutan divaneliğin modern Batı'da baş temsilcisi Nietzsche'dir. Hallác ile Nietzsche arasında bu bakımdan da paralellik kuran İkbal, birincisini molla softaların, ikincisini de aptal doktorların öldürdüğünü söylüyor ve Nietzsche'yi, ‘‘Darağaçsız Hallác’’ olarak anıyor.
‘‘Hayat kumarını mertçe oynayalım’’ diyen İkbal'e göre, mertçe oynamak için divanelik şarttır. O, yetkin insanın ideal örneği gördüğü Kuran mümininin hayatında, işte bunun içindir ki, ‘‘akıl ile divaneliği bağdaşmış’’ görüyor (Darb-ı Kelim, 21). Ve ekliyor: ‘‘Külli akıl da olsan bir divane yanın olmalıdır.’’ Cenabı Hakk'tan niyazı da şudur: ‘‘Bana akıl verdin, divanelik de ver!’’
İkbal'in mürşidi Mevlána, divaneliği isyan ve uyumsuzluk ilan edenlerin, dünya nimetlerini paylaşmak üzere vücut verdikleri yapay beraberliklere ‘‘köpekler dalaşı’’ diyor ve bu dalaşa katılmayan hak adamı divanelerden şöyle söz ediyor: ‘‘Biz, köpekten doğmadık, köpek değiliz. Leşe boşverdik biz!’’ Devam ediyor: ‘‘Sizde bir divane var mı diye tüm evlerin kapılarını çalıyorum. Divanelikte deniz gönüllü bir er nerede diye tüm halk feryat ediyor.’’ (Divan-ı Kebir, 2/382, 4/300).
Bugünkü Türkiye'nin muhtaç olduğu tek ‘‘şey’’ de böylesi ‘‘divaneler’’ değil mi?
Bu divaneler sahneye çıkmadıkça yirmi seçim de yapsanız acılar bitmez.
Barış'a selam!
Sanatçı, üretken, iradeli idin; ama hepsinden önemlisi ‘‘gerçek insan’’dın. Sevgili Barış Manço! Uzun yolculukların, şmdi seni sonsuzluk yurduna götürdü. Allah'ın rahmeti seni kucaklasın! Buradaki yerin gönlümüzdür, oradaki yerin de cennet olsun, aziz insan! Eşine, yavrularına ve tüm sevenlerine başsağlığı diliyorum.
Paylaş