Paylaş
Bu dört önemli sanatçımız ve ben, Gazi’den aşağı yukarı dönem arkadaşıyız. Hepsi de durmak bilmeyen enerjileri ve çalışkanlıklarıyla günümüze damgasını vurmuş sanatçılarımızdan. Ben dördünün de sergilemiş olduğu eserleri mekanlarında gördüm ve gezdim. Sizlere sergilerinden izlenimlerimi anlatmak istiyorum.
ZAFER GENÇAYDIN
1941 Ankara doğumlu olan Zafer’le, Gazi Eğitim Enstitüsü Resim Bölümü’nde beraber okuduk. O, sonra devlet bursuyla Berlin Güzel Sanatlar Fakültesi’ne gitti, okulu bitirdikten sonra 1970’li yıllarda Türkiye’ye döndü ve uzun yıllar hocalık, Hacettepe Güzel Sanatlar Fakültesi’nde Bölüm Başkanlığı ve aynı fakültede Dekanlık yaptı. Bu kadar idareciliğine rağmen çalışmalarını hiç aksatmadı, hep çalıştı ve sergiler açtı. En son eserlerini Aysel Gözübüyük Sanat Galerisi’nde açtı.Aslında her sanatçı kendi kişiliğini eserlerinde yansıtır. Zafer’de sade bir yaşamı olan, doğal, nüktedan bir sanatçımızdır. Dolayısıyla O’nun yapıtlarını böyle bir bakışla görmemiz yararlı olur. Hani yolda yürürken, otobüsteyken, sağa sola baktığımızda, gözümüze ilişen bazı görüntüler olur. Örneğin masmavi bir gökyüzünün altında, ipe asılmış rengarenk çamaşırlar, uçurtmalar, yemyeşil geniş bir alanda küçük kırmızı bir nesne gibi doğadaki bazı nesnelere dikkatimizi çekiyor. Sonsuzluk içinde küçük bir nesnenin yaşam savaşını, onun enerjisinin büyük boşluğu nasıl dengelediğini bizlere anlatmaya çalışıyor. Son derece sade bir üslupla varoluşun ayrıntılarda gizli olduğunu anlatıyor. Büyük boşlukların altındaki farklılığın, çözümlerini bizlere sunuyor.
HAYATİ MİSMAN
Hayati’de 1945’de Konya’da doğmuş bir sanatçımızdır. O da devlet bursuyla Almanya’daki Kassel Güzel Sanatlar Fakültesi’nden mezun olmuş, 1975’de Gazi’ye öğretim üyesi olarak dönmüştür. Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nden sonra Bilkent Güzel Sanatlar Fakültesi’ne geçmiştir ve Hacettepe Güzel Sanatlar Bölümü’nden emekliye ayrılmıştır. Hayati’nin sergisi Armada Alışveriş Merkezi’ndeki “Galeri M”de. Sergi büyük boydaki yağlı boya ve metal kolaj diye adlandırdığı Gravür levhalarını ağaç üstüne çivileyerek yaptığı çalışmalarından oluşmuş. Sergi iki ayrı teknikte olmasına rağmen bütünlük bozulmamış. Yağlı boyaları büyük boyutlarda (yaklaşık 2 metre) çalışılmış. Hayati’nin sakin görünüşünün altındaki yüksek tansiyonu onun tuvallerinde görebiliyorsunuz. Eserler, nereden baksanız, ben buradayım diye sizi adeta uyarıyor. İnsan yaşamındaki gel-gitlerin önemine dikkat çekiyor. Metal kolajlarına gelince. Bu eserleri anlatmak çok zor. Çünkü hem uzun bir gravür süreci hem de çok emekli bir oluşma süreci var. Hani benim, “Resimde kaç fırça darbesi var” diye darbeleri saymaya kalkarlar ya, O’nun da bu eserde ne kadar “figür ve çivi var” diye saymaya kalksanız sayamazsınız. Onun için ben bu eserlerin teknik oluşumunu anlatmıyorum. Hayati’nin sergisine gidenler muhakkak O’na sorsunlar. Hayati Hoca bıkmadan soranlara anlatır.
NİHAT KAHRAMAN
Nihat’da, bu uzun ve meşakkatli yolda, bıkmadan, yorulmadan günümüze ulaşmış sanatçılarımızdandır. O, devlet bursuyla 1970’li yıllarda Paris’e gitmiş, orada Paris Güzel Sanatlarda 4 yıl eğitim görmüş, yine 1975-76 yıllarında Ankara Gazi Eğitim Fakültesi’ne öğretim üyesi olarak dönmüştür. Bilahare çeşitli nedenlerle Gazi Eğitim Fakültesi’nden ayrılmış ve şimdi çalıştığı Devlet Opera ve Balesi Baş Dekoratörlüğü’ne gelmiştir. Aynı zamanda Hacettepe Güzel Sanatlar Fakültesi’nde “Duvar Resmi” konulu dersler vermektedir. O’nun eserlerinde insan yaşamının gizemini görmemiz mümkündür. Tuvallerde, öndeki yaşamın belirsizliğini anlatan geniş, renkli, adeta rastgele atılmış fırça tuşelerinin arkasındaki gerçeği fark edebiliyoruz. Onun “İnsan Yaşamından Kesitler”i hep arkada bir yerlerden anımsayacağımız yaşam kesitlerini bize göstermeye çalışır ki, Nihat bize, eserleriyle insanın kendisini sorgulamasını hatırlatıyor.
SAVAŞ CAMGÖZ
Savaş da bizim gibi Gazi kökenlidir. O, 1971’de Gazi Eğitim Resim Bölümü’nü bitirdikten sonra yanılmıyorsam aynı yılda Devlet Opera ve Balesi’ne dekoratör olarak girmiştir. O da resim yapmayı hiç bırakmamış ve günümüzde, başarılarını sürdüren sanatçılarımızdandır. Baş Dekoratörlük gibi büyük bir sorumlulukla birlikte, tükenmeyen enerjisini sanatına yönlendiren Savaş, resimleriyle yaşama karşı nasıl bir mücadele verdiğini bizlere anlatmaya çalışır. O, bir tarafta yaptığı dekorların içinde görkemli bir yaşamı düşleyerek başkalarını yaşarken, GERÇEĞİ bize anımsatır. Onun eserlerine baktığımızda bize söylemek istediğini direkt olarak söyler. Bu bakımdan ben, Savaş’ın resimlerine baktığımızda O’nun yaşamla ilgili ”36 Kısım Tekmili Birden” diye eskilerde sinema filmi için kullanılan cümlenin sanatıyla örtüştüğünü düşünüyorum.
Bilindiği gibi sanatçılar yaşadıkları çevreden çok etkileniyorlar. Çevrelerindeki insanlar, hayvanlar ve eşyalar, normal bir gözün fark edemeyeceği bir şekilde anlam kazanırlar. İşte Savaş’ın bu sergisindeki eserleri O’nun son zamanlardaki yaşamının etkilerini taşıyor. Belli ki dar bir mekanda yaşıyor. Ancak O’nun sanatçılığının getirdiği özgür ruh, dar olan yaşam çerçevesini nasıl kırıp bize sınırsızlığın sanatla anlatabilirliğini sunuyor. Onun resimlerinde bir kedi ve kedinin süt içmesi, bir yeşil elma, kuş yuvası, yukarda anlatmaya çalıştığım özgür ruhun sembolleri olarak kendilerini ele veriyor.
Paylaş