Yazdı, başına gelmeyen kalmadı

Baba dediği adamın, gerçekte babası olmadığını 18 yaşında öğreniyor.

Hemen aynı günlerde sevgilisinden hamile kalıyor. Ama, adam bir bunalım sonucu intihar edince, çocuğunu aldırıyor. Arada işinden oluyor.

O zaman kendini sokaklara ve gece yaşamına vuruyor. O bar senin, bu mahzen benim. İçki ve belki başka avutucu şeyler. İpe sapa gelmez ilişkiler. Kaldırımlarda sabahlamalar. Parasızlık. Sefalet. Garip hastalıklar. Tehlikeli virajlar.

Oysa, Hong Ying güzel bir kadın. Çin'de bir kıyı kasabasında doğuyor. Çin'in en yoksul kesimlerinden birinde hayatı erken tanıyor. Geçirdiği talihsizlikler, yoksulluk, ailedeki düzensizlik ve her attığı adımın ters dönmesi, onu bir ara hayatla ölüm arasındaki o kıl payı çizgiye, o trajik karara getiriyor.

İşte, yazmaya o sırada başlıyor. Özellikle, sefalet ve seks üzerine denemeler. Yazmak, onun hayatını kurtarıyor.

Yazmaya öyle bir asılıyor ki, yazmak onun hayatının bir parçası. Yazdıkça açılıyor, açıldıkça daha iyi yazıyor. Yazı bir hayat kurtarıyor. Pek sık rastlanmayan bir olay. Yazmanın önemi!.. Hong Ying'in yaşamını okurken, çıkartılacak ilk ders!.. Yazmak!..

Yazmaya başlamasıyla birlikte, Hong Ying'in hayatı da değişmeye başlıyor. Çevresi genişliyor. Girip çıktığı yerler, sigara dumanına boğulmuş, o karanlık hücreler değil artık.

Londra'da yaşayan yine Çinli bir bilim adamını tanımasını işte bu yazılara borçlu. Denemeleri kitap olarak çıkıyor. Kitapları üstelik satılıyor. Yazıdan para kazanmaya bile başlıyor. Çünkü, yazdıkları çok ilgi uyandırıyor. Çinli bilim adamına aşık olması, onunla evlenip Londra'ya taşınması, birkaç haftaya sığıyor.

Ve şimdi beklenmeyen ikinci perde.

Kitaplardan kazandığı parayla Londra'da şömineli, bahçeli bir ev satın alıyor. Karı-koca buraya yerleşiyor. Boş oturacak değil ya!.. Gayet iyi de yazıyor ya!.. O zaman yazmaya devam!..

Yazı bu kez kendi kişisel gözlemleri ve deneylerini aşıyor. Bu kez araştırmaya yöneliyor. Ortam da buna elverişli. Eşi Londra'da Bloomsbury Enstitüsü'nde çalışıyor. O da, sık sık enstitüye gidiyor. Bu ziyaretlerden birinde, dikkatini çeken bir olay var.

Bloomsbury, 20. yüzyılın başında Virginia Woolf gibi yazarların, Vanessa Bell gibi ressamların yetiştiği bir okul. Vanessa Bell'in Julian Bell isimli şair bir oğlu var. Bu adam, 30'lu yıllarda Çin'e seyahat ediyor. Annesine yazdığı mektuplardan anlaşıldığına göre, Çin'de bir kadına aşık oluyor.

Hong Ying için bulunmaz bir malzeme!.. Dalıyor işin içine. Çin'e gidiyor, Londra'ya dönüyor, Çin-Londra seferleri derken, adamın Çin'deki aşk serüveninin ipucunu yakalıyor. Ortaya müthiş bir roman çıkıyor. O yıllardaki Çin-İngiltere ilişkileri, afyon ticareti, aşk, ihtiras, siyaset ne varsa, hepsi romanda yer alıyor. İsim isim. Yer yer.

Şu talihsizliğe bakın!.. Roman Çin'de büyük ilgi uyandırıyor. İlgi, talihsizliği beraberinde getiriyor. Romanın adını duyan biri, sıradan bir okur, Chen Xiaoying de romanı satın alıyor. Merakla okuyor.

Aaaa, bir de ne görsün!.. Romanda Bell'in aşık olduğu kadın, Chen'in öz annesi!.. Bir biyografi araştırmasından çıkan roman, başka birinin sırrını gözler önüne seriyor!..

Herif ayaklanıyor. ‘‘Annemi ve bizim aileyi rezil etti’’ diye tazminat davası açmaz mı?.. Kitabı toplattırmaya kalkmaz mı?..

Çin mahkemesi, o ana kadar yüz bin satan kitabı toplatma kararı alıyor. Gerekçesi daha da ağır: ‘‘Çin törelerini ayaklar altına aldı!..’’

Hong Ying, adama yaklaşık sekiz bin Euro tazminat ödüyor. Daha kötüsü, kitapları Çin'de yasaklanıyor. İyisi, Çin'de yasaklanan kitap, Avrupa'da birçok ülkede satılıyor.

Yazmak, onun hayatını kurtarıyor. Yazmak, onun başına gelmedik işler getiriyor!.. Yazmak bu!.. Yazmaya devam ediyor!.. Hepimiz gibi!..
Yazarın Tüm Yazıları