20 Aralık 2011: Fransız Parlamentosu Ermeni soykırım yasasını onaylıyor.
21 Aralık 2011: Başbakan Erdoğan bu karara tepkisini dile getirirken, “Fransız şirketlerini kamu sektöründeki ihalelerde yaşatmayız. Bu durumu hem mevcut sözleşmelere, hem de gelecek sözleşmelere uygulayacağız” diyor.
22 Aralık 2011: Darphanenin açtığı chipli pasaport ihalesini bir Fransız şirketi kazanıyor.
O firma nasıl bir yapıya sahip? İşte, bu soru 32 kısım tekmili birden, insanı heyecandan titretiyor. Fransızlarla maceramızı 12’den vuruyor.
Önce olayı hatırlamak gerek. ZOR ZANAAT
Türkiye çağdaş dünyaya ayak uydurma faslından chipli pasaport yapmayı tasarlıyor. Elektronik pasaport. Pasaportların kapağına chip takılacak, tasarı bu. Tasarının pratiğe dönüşmesi epey zaman alıyor. Kararlar, ihaleler, iptaller, yeniden ihaleler, malum, bunlar bizde zor zanaat.
Darphane Genel Müdürlüğü 2005 yılı sonunda elektronik pasaporta geçmek için bir Türk firmasıyla ortak olan bir Malezya firması ile anlaşıyor. Bu anlaşmanın hayata geçmesi ve pasaport üretimi tam dört yıl sürüyor. Chipli pasaportlarda ilerleme sağlanamıyor, işler mahkemeye düşüyor.
Oysa, hedefimiz chipli pasaport. 2010’da Dışişleri Bakanlığı kararlı, dünyada altmıştan fazla ülkede chipli pasaport varken, “benim milletim” bundan neden mahrum kalsın, kalmasın. BEŞ YIL SONRA
Chipli pasaport kapakları için yeni bir firma arayışı başlıyor.
Malezya firmasının sözleşmesi Ağustos 2011’de bitiyor. Darphane Müdürlüğü yeni bir ihale açıyor. İhaleye katılan firmalar uygun görülmüyor, o ihale iptal ediliyor, olabilir, taş atıp kolumuz yorulmuyor ya, Kasım 2011’de yeniden ihaleye gidiliyor.
O ihale olur, bu olmaz derken, zaman geçiyor. Darphanenin de acelesi var, çünkü elinde 2005’ten kalma chipli pasaport kapakları stoğu bitmek üzere. Nihayet 22 Aralık 2011 günü derin bir nefes alıyor Darphane Müdürlüğü ve Dışişleri. Chipli pasaport üretimi Fransız firmasına veriliyor. Neden? Hak yemeyelim, ucuz olsun, diye. Hangi gün?
Tam Fransa Meclisinde soykırım yasası kabul edildikten 48 saat, Başbakan Erdoğan’ın, “Fransız şirketlerini kamu sektöründeki ihalelerde yaşatmayız” demesinden 24 saat sonra.
Pasaport pasaporttur, söz sözdür, artık ne yapalım, olmuş bir kere. SIKI DURUN
Olan olmuş, ama perde asıl şimdi açılıyor. Şimdi sıkı durun.
İhaleyi kazanan Fransız firmasının yüzde 8 payı Fransız Devletine ait. Bunun yüzde 51’i Fransız Parlamentosunun, yüzde 49’u da Fransız Cumhurbaşkanının, bu durumda Sarkozy’nin denetiminde.
Uzun ve dolaylı lafa gerek yok.
1- Bizim pasaportlar, Ermeni soykırım yasasını kabul eden Fransız Parlamentosu’nun denetiminde.
2- İhale üzerinden de olsa, Sarkozy ile “beraber yürüyoruz biz bu yollarda”.
Sarkozy bizim için iş yaptığına, bizim pasaportları denetlediğine göre, artık ortağımız sayılır. Ne de olsa, birlikte iş yapıyoruz. Madem ki, bir aydır hem o, hem Fransız Parlamentosu bizim ortağımız, Sarkozy şöyle, Fransız Parlamentosu böyle diye nutuk atmak bize yakışmaz.
İnsan ortağına öyle laf etmez.
İnsan hakları karnesi
TÜRKİYE İnsan Hakları Vakfı Türkiye’deki insan hakları ihlaleriyle ilgili büyük emek vererek, ayrıntılı bir rapor hazırlıyor. Bunu Meclis İnsan Hakları Komisyonuna sunuyor.
O rapora göre, 2003-2011 arasındaki döküm şöyle:
Faili meçhul cinayetler: 121.
Yargısız İnfaz, Rastgele Ateş: 331.
Gözaltı ya da Cezaevinde Ölümler: 232.
O rapo rda özellikle 90’lı yıllarda aynı olayların sayısı felaket. 1990’dan 2011’e kadar toplam 1901 insan hakları ihlali kayıtlara geçiyor.
Demek ki, güvenlik güçlerinin, hapisane personelinin insan hakları konusunda daha çok eğitime ihtiyacı var. Siyasal iktidarın bu gibi şikayetlerde çok daha hassas davranması gerektiği ortaya çıkıyor.