Paylaş
RTÜK genellikle bu gerekçelerle:
2009-2010-2011 ve 2012’de bugüne kadar televizyon ve radyolara toplam 902 ceza veriyor.
TV ve radyolarda yayınlanan 902 dizi, film, reklam ve sohbetlere çeşitli cezalar veriyor. Uyarma, kınama, yerine göre para ve hatta yayın durdurma gibi cezalar. Sansür dediğin böyle olur.
RTÜK’ün kuruluş yıldönümünde Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç karşısında oturan RTÜK üyelerine, “siz sansür kurulu değilsiniz” diyor, ama aynı anda, “yayınlanan diziler Türk toplumuna uygun olsun” diyerek, kendine göre çizdiği ahlak çerçevesi ile RTÜK’ü hala sansüre davet ediyor.
İşte, son üç yılın sansür bilançosu 902, daha ne daveti.
CİNSEL İLİŞKİLER
Arınç o çerçeveyi şöyle tanımlıyor:
“Ele alınan cinsler arasındaki ilişkiler, aile içi ensest ilişkiler toplumun tahammül sınırlarını zorlamaktadır. Türk halkının önemli bölümü cinsellik içeren yayınlardan rahatsız oluyor”.
Hayatın belki de, gizemli ve en çekici alanlarından biri cinsellik. Dinen ve hukuken içerdiği çeşitli yasaklar ve farklı ahlaki değerlere rağmen, cinsellik TV dizilerinin, filmlerin ortak merak alanlarından biri. Çünkü, orada insan var. Kumar gibi, para gibi, başarı gibi, cinsellik de insanı ele veren can alıcı alanlardan biri.
Yengesine asılıyor, bir karakter. Küçük kıza tecavüz ediyor, bir karakter. İstesek de, istemesek de, dünyanın her yerinde ve her dönemde cinsellik hayatın çekici yanlarının başında geliyor.
MUHAFAZAKAR KURUMLAR
O kadar çekici ki, RTÜK’ün değişik nedenlerle ceza verdiği TV ve radyolar arasında muhafazakar yapısıyla bilinen TV ve radyolar da var.
Arınç şimdi “duyulan rahatsızlık nedeniyle”, RTÜK’ü ipleri biraz daha sıkı tutmaya çağırıyor. Bu, kendine göre toplum dizayn etmenin RTÜK’çesinden başka bir şey değil.
Sigara yasağı, içki yasağı, eğitimde 4+4+4, “biz dindar ve muhafazakar gençlik yetiştirmek istiyoruz” gibi kural ve sözleri geniş kitlelere yayın yoluyla şırınga etmek niyeti.
Hukukun üstünlüğü, adil yargılama gibi temel kavramların aşındığı bir dönemde pratik hayatta demokrasi asıl bu sansürle kısıtlanıyor. 902, giderek daralan çemberin muhteşem kanıtı.
Türkiye-Moldova üzücü karşılaştırma
ULUSLARARASI Af Örgütü Raporu:
31 Temmuz 2011: Ayrımcılık son haddinde, adil yargılama yok, basın baskı altında.
3 Mart 2012: Kamu düzeni ve ulusal güvenliği korumak adına özel hayata müdahalede her türlü sınır aşılıyor, telefonlar dinleniyor.
29 Mart 2012: Her düzeyde insan hakları ihlalleri, poliste işkence. 108 işkence vak’asından sadece üçü yargıda, birinde suç bulunuyor. Uzun tutukluluk süreleri.
3 Nisan 2012: Hükümeti protesto için gösterilere katılanlan polis tarafından dövülüyor, gözaltına alınıyor, işkence görüyor.
Burası Moldova. Demokrasi ve insan hakları açısından çoktan sınıfta kalmış bir ülke. Uluslararası Af Örgütü Moldova’ya çok sık gidiyor, her yazdığı rapor, yukarıda özetlenen gibi.
Anayasa Mahkemesi’nin kuruluş yıldönümüne Avrupa’dan hukuk adamları katılıyor. Uluslararası bir mahkemede görev yapan o hukukçulardan biri:
“Moldova çok kötü, Türkiye asla Moldova değil. Fakat Türkiye’deki uygulamalar da hukukun üstünlüğü, adil yargılama ve insan hakları açısından tedirgin edici”.
Böyle bir karşılaştırma bile çok üzücü. Adalet Bakanı Sadullah Ergin ile yüksek yargı organları başkanları Ankara’ya gelen yabancı hukukçularla bunları konuştu mu acaba?
Hekimlerin ‘Demokratik Katılım Gurubu’
BU hafta sonunda İstanbul Tabip Odası’nda seçim var. Hazır seçim var, orası bizim olsun. Günümüzde geçerli mantık böyle.
Tabip Odası seçimlerine üç gurup katılıyor. Biri AKP ve MHP’nin ortaklık kurduğu sağ birlik. Diğeri hayli marjinal ve epey zayıf bir gurup. Üçüncü gurup “Demokratik Katılım Gurubu”.
İstanbul’da otuz bin hekim var. “Demokratik Katılım Gurubu” son yıllarda olduğu gibi, bu yıl da önemli çoğunluğun oylarını alacak güçte. Programındaki bazı ana başlıklar şöyle:
“Hekimler itibarsız ve değersiz kılınmak isteniyor, emekleri ucuzlatılıyor, mesleki bağımsızlıkları yok ediliyor”.
Demokratik Katılım Gurubu vurguladığı bu iddialarla mücadeleye kararlı. Sağlık Bakanlığı’nın hekimleri ikinci plana ittiğini, Tıp Fakültelerini Bakanlığa, devlet hastanelerini şirketlere teslim etmeye çalıştığını öne sürüyor.
Görünen o ki, İstanbul Tabip Odası diğer guruplara teslim olmayacak.
Paylaş