Paris'in Siyah Güneşi

İnişli çıkışlı hayatının, görüp geçirdiklerinin bir toplamı gibi. O sihirli toplamın, derslerle dolu özeti.

Ölüm her an gelebilir. Ömrü boyunca sağında, solunda patlayan bombalara aldırmadan, bildiğinden şaşmıyor. Hırsları hep aynı yöne kilitli. Sevinçlerinden ödün yok. Kendisinin, arkadaşlarının ve ülkesinin ürkütücü serüvenlerinde durak tanımıyor. Kendisini mutlu eden ne varsa, insan-olay-macera, ona eşlik etmeyi sürdürüyor. Hayata bu bakışı, ruhundaki bu disiplin nedeniyle, 76 yaşında yeni bir CD daha çıkartıyor. Son şansonlarını topladığı on dört şarkılık yeni CD, hayatının toplamı. Şenlik eşliğinde, bir tür veda töreni.

Fransızların müzik efsanelerinden Juliette Greco, son CD'si ile gençlere taş çıkartıyor. Fransa yetmiyor, CD'ler Avrupa'da kapış kapış. Hatta, 76 yaşındaki Greco, Avrupa'da yeni bir turneye hazırlanıyor. Sahneden sahneye, kentten kente koşmak. 76 yaşında!..

Oysa, başlangıç hiç de parlak değil. Paris işgalden yeni kurtulmuş. Fransa ve Avrupa belini doğrultmaya çalışıyor. Greco gençliğinin ilk yıllarında. Bir şeyler yapması, en azından para kazanması gerek. Saint- Germain des Pres'de kuytu mahzenlerden birinde sahneye çıkıyor.

Tutunabileceği dal, acılarla dolu. Alman işgalinden kalan Paris'teki yeni ufuklar. Paris sadece Alman işgalinden kurtuluyor değil, Paris yeniden doğuyor. Alışkanlıklar, gelenekler değişime uğruyor. İşgal sırasında insanlık dışı yaşanan her olay, savaşa rağmen, Fransa'yı barbarlığın tuzağına düşürmüyor. Ayakta kalmanın dayanaklarından biri. Fatura ödetmek, insanlık dışı uygulamaya benzer tepkiyle karşılık vermek, Paris'in unutmak istediği bir semt.

Juliette Greco 20'li yaşlarında asıl bunların farkında. Savaş sonrasında kabarelerde şarkı söylerken, bütün bir ulusun yaşadığı milyonlarca acıdan, tarihin hırsını alır gibi. Sahnede o nedenle dimdik ve kendine güvenli.

Üstelik, hocasına aşık!.. Kendisinden 25 yaş büyük felsefe hocası, onun ilk aşkı. Şansonlardaki tempo, artık daha yüksek.

Buna yeni edindiği çevre ekleniyor. Yeni çevre, hayatının ziyafeti. Tesadüfler sonucu, o çıtı pıtı, esmer güzeli kız kendini varoluşçuların arasında buluyor. Hem de, yüzyılın gördüğü en büyük dehaların ortasında. Jean-Paul Sartre ile sohbet. Albert Camus ile kahve. Simone de Beauvoir ise, bu küçük kıza duyduğu kıskançlığı, onu öğrencisi yerine koyarak giderme yolunu seçiyor.

Böyle bir çevrede önüne açılan dünya muhteşem. Edebiyat, felsefe, siyaset, hepsinden öte, onun için önem taşıyan şiirler. Şiir önemli, çünkü daha sonra ona dünya çapında şöhret getirecek şansonların temel kaynağı işte o şiirler.

Başkaldırı!.. Acılara, geleneklere ve kendine!.. Mutlak özgürlük arayışı!.. Kendini sorgulayarak hayatı, daavranışları, eylemleri, konuşmaları ve başkalarıyla her düzey ve nitelikteki ilişkileriyle yeni bir kimlik edinmek!.. Sorumluluk anlayışını var olmaya aktarmak!..

Egzistansiyalizm!.. Varoluşçuluk!... Greco'nun önünde açılan bu kapı, Edith Piaf, Jacques Brel, Georges Brassens'le birlikte, onu devler sahnesine taşıyor. Aynı kapı, 76'sında onu hálá ayakta tutuyor. Elbette, sesi ve insana yaşama sevinci aşılayan şansonlar eşliğinde.

O Paris'in Siyah Güneşi. Yıllardır öyle anılıyor. Ama, geçtiği yerlerde bıraktığı izler, pırıl pırıl bir güneşin göz kamaştıran aydınlığında.

Çünkü, yeni emekleyen bir bebek gibi, hálá hayata asılıyor.
Yazarın Tüm Yazıları