Paylaş
“Çocuklarımızı adli mahkûmlarla aynı koğuşa atmışlar, mahkûmlar onlara gece nöbet tutturuyor, temizlik yaptırıyor, hatta sopayla dövüyor”.
İstanbul Barosu Adalet Bakanlığı’na başvuruyor, Bakanlık’tan yanıt gecikmiyor, tahmin ettiğiniz gibi:
“Yok böyle bir şey”.
Aileler ve hapisteki çocuklar yalan mı söylüyor? Bu ne kin, bu ne nefret, bu ne öfke, bu nasıl bir devlet anlayışı? Hapiste bile ceza uygulamak hangi insan hakları ile bağdaşıyor?
KORKUYLA VAZGEÇMEK
Bu arada dramatik bir durum.
Biber gazı, copla yaralanma, tekmelenme gibi farklı şiddete maruz kalmış insanlar, çocukları hapiste bulunan aileler gibi, İstanbul Barosu’na başvuruyor. Bazı yetkililerden ve polislerden şikâyetçi olarak. Dramatik olan şu:
Şiddetin devam etmesi, evlere baskın nedeniyle pek çok kişi şikâyetini geri çekiyor. Çok sayıda insan korkuyla hakkını aramaktan vazgeçiyor. Korkuyla hak aramaktan vazgeçmek hangi hukuk devletinde var? Türkiye hâlâ hukuk devleti mi, yoksa polis devleti mi?
SESSİZ SEDASIZ TEDAVİ
Buna rağmen, biber gazıyla yaralananlardan 86 kişi yine de suç duyurusunda bulunuyor. Hepsinin bu yönde sağlık raporu var. Suç duyuruları şu anda savcılıkta, işlem bekliyor.
Onlardan on bir kişi ne yazık ki, gözünü kaybediyor. Onların kafalarına doğrudan biber gazı sıkılıyor, gözlerini o nedenle kaybediyor. Gepegenç insanlar, gözlerini yitirmesinin hesabını kim verecek?
Ve bir başka gelişme, gözlerini yitiren insanlara birileri yardımı esirgemiyor, onların tedavileriyle uğraşıyor, sessiz sedasız, bir başka dayanışma örneği olmak üzere.
Gezi eylemlerinin başladığı 31 Mayıs ile 11 Temmuz arasında İstanbul Barosu’na 34 bin 311 kişi başvuruyor, Türkçesi 34 bin 311 hak ihlali. Demokrasinin utanç rekoru.
Bu utanç rekorunun devamı olacak. Açılacak davalar sonucu bu insanlara muhtemelen dünyanın tazminatı ödenecek. İnsan hakkı ihlali devlet birimlerinden, ödemesi senin ve benim cebimden.
SÜRÜKLENEN AVUKATLAR
Eylemcilere biber gazıyla, copla gösterilen polis devleti, avukatlara da gösteriliyor. Hatırlayın, 45 avukat adliye binasında yerlerde sürükleniyor. Gerisini İstanbul Barosu Yönetim Kurulu üyesi avukat Hasan Kılıç açıklıyor:
“Avukatların o gün ifadeleri dahi alınmamıştır. Sadece kimlik kontrolü yapılmış ve haksız yere gecenin geç saatlerine kadar tutulmuşlardır. Avukat meslektaşlarımız bu konuda Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunmuşlardır”.
Öğrenci, öğretim üyesi, avukat, doktor, gazeteci fark etmiyor, eyleme mi katılmış, demokratik hakkını mı kullanmış, önce biber gazı, ardından gözaltı ve hapishane. Dün sabahki gibi.
Demokrasi her geçen gün yeni bir yara alıyor.
1980’de kamyonla değil uçakla
TAHRAN’dan Ankara’ya arşiv transferi ilk kez olmuyor. Dün Tahran Büyükelçiliği’nden Ankara’ya mühürlü kamyonla arşiv gönderildiğini yazıyorum. Kamyonla arşiv göndermek akıl alacak gibi
değil. Arşivin bulunduğu kamyon 48 saat sırra kadem basıyor, 48 saat sonra sınırda ortaya çıkıyor.
Bu yazı üzerine, Tahran’da büyükelçilik yapmış, şimdi emekli Turgut Tülümen dün mesaj gönderiyor. Şöyle:
“Tahran Büyükelçiliği’nde bulunan tarihi arşivi, ihtilal ortamında bir kazaya uğramasın düşüncesiyle ve bakanlığın onayıyla, 1980 yılında, burada yazamayacağım özel bir tertiple, sabaha karşı hareket eden THY uçağı ile Türkiye’ye kaçırmıştım”.
Tülümen’in ihtilal ortamı dediği, İran’daki rejim değişikliği, orada İslam Cumhuriyeti kuruluşu. Tülümen’den gelen mesajın devamı da ilginç:
“Yolladığım kilitli ve mühürlü sandıkların açılmadan bakanlık binalarından birinde, istiflenmiş olarak durduğunu bir vesile ile sonradan görmüştüm”.
Titiz devlet geleneği bizde ne de olsa, eskiye dayanıyor.
Paylaş