1 MAYIS 1977’de Taksim’de otuz kişi hayatını kaybediyor. Aradan otuz yıl geçiyor. 1 Mayıs 2007’de İstanbul’da on binlerce insana işkence ediliyor.
1 Mayıs 1977’de otuz kişi ölüyor. Aradan otuz yıl geçiyor, otuz kişinin ölümünden kimlerin sorumlu olduğu hálá sır. Katiller hálá ortada yok.
DİSK dün, haklı olarak bu durumu protesto için Taksim’de ölenleri anmak istiyor. Bunun için Taksim’de miting izni istiyor.
Bakanlar bu isteği makul karşılarken, İstanbul Valisi Muammer Güler, provokasyon kaygısıyla izin vermiyor. İstanbul halkına bilgi vermeden, kendi kendine önlemler alıyor.
Kendi kendine aldığı trafik kısıtlaması nedeniyle, on binlerce insan dün sokaklarda sürünüyor, işine gidemiyor, hastalar arabalarda kriz geçiriyor. Sağlıklı olanlar, yollarda saatlerce beklemekten çıldırıyor.
PERİŞANLIK
Bir anmayı, insanların en doğal demokratik hakkını kullanmayı çok gören vali beyinmuhteşem eseri, İstanbul’un dünkü perişanlığı.
Bu dar kafa, gerçekte otokratik yönetim dayatmasının bir başka türü.
Bu dayatmacı kafa ile Ankara’daki siyasal iktidarın dayatması arasında hiç fark yok. Sadece kendini haklı görmek, yönetim bende istediğimi yaparım, anlayışının İstanbul’daki uzantısı. Demokratik haklara saygısızlığın son örneği.
Oysa, daha iki gün önce, iki milyon insan siyasal tepkisini, yine İstanbul’da dile getiriyor. Camları kırmadan, çimenleri ezmeden. Bu halkın olgunluğunu gösteren muhteşem bir örnek. Provokasyonun adı bile geçmiyor.
Madem böyle bir ihbar var, vali beyin görevi, bunu dikkate alarak, halkı sıkıntıdan koruyarak, buna önlem almak. On binlerce insana işkence yapmak değil.
NEREDEN NEREYE
Bırakın insanlar yürüsün. Bırakın demokratik haklarını kullansın. Kimsenin burnu kanamadan, bunu sağlıyor artık insanlar.
O sorumluluğu taşıyor. Yönetime ise, sadece korku egemen.
O perişanlığı yaşayan, çok iyi tanıdığım, aklı başında biri, dün kan ter içinde telefonda: "Bunlar bizi hep aldatıyor, böyle demokrasi olacağına hiç olmasın".
Bağlantıya bakıyor musunuz? Nereden nereye?
Toplum, yönetimi çoktan aşıyor, ama Türkiye’yi yönettiğini sananlar, farkında bile değil.
Türkiye’nin AB üyeliği için, Erdoğan on gün içinde tek tek AB ülke başkentlerine ve bu arada Başkan Bush’agidiyor.
Washington’da iken, o geziyi izleyen gazeteci olarak, çarpıcı bir olaya tanıklık ediyorum. Biz orada iken, Bülent Arınç Ankara’da ilk krizi çıkartıyor. Sezer’i uğurlamak için, hava alanına türbanlı eşi ile geliyor. Ortalık birbirine giriyor. Arınç adresli krizin ilk örneği.
Bunu öğrenen Erdoğan, Arınç’a fena halde sinirleniyor. Erdoğan’la birlikte gezideki AKP’liler, Erdoğan’dan geri kalmıyor. AKP iktidarının daha ilk günleri.
Çok daha öncesinde, Arınç’ın Saadet Partisi’nden ayrılacağı duyulunca, en çok sevinenlerin başında, parti ileri gelenleri var.