Anaların ne evlat doğurduğunu Kudüs’te öğreniyorum.
2005’in Mayıs’ı. Tayyip Erdoğan dönemin İsrail Başbakanı Ariel Sharon ile Kudüs’te görüşüyor. Görüşmeden sonra basın toplantısında Erdoğan en çok İsrail ile Filistin arasında arabuluculuk etmekten söz ediyor.
Bu tezini öyle vurguluyor ki, arabuluculuk için yaratıldığını söylüyor. Bölgede şöyle bir çevresine bakıyor, belli ki, bu işi ondan daha iyi kıvıracak başka kimse yok. Eh o zaman da, iş başa düşüyor.
Büyük başın derdi, büyük oluyor.Erdoğan’ın başına da, o dert düşüyor.
İSRAİL ANLAMADI
Ertesi gün hep birlikte Filistin’deyiz. Bu serüveni izleyenlerden biri de benim.
Devlet Başkanı Mahmut Abbas ile görüşmesinde Erdoğan’ın tezi vazgeçilmez biçimde arabuluculuk.
Yaşasın, ne de olsa, bizim Başbakanımız arabuluculuk için yaratılmış. Ancak, o arada tatsız bir gelişme, hepimizin canını sıkıyor. İsrail Dışişleri Bakanı resmi açıklama yapıyor:
"Bizim kimsenin arabuluculuğuna ihtiyacımız yok."
Tuh, Allah kahretmesin. Bu İsraillilerde, ne izan var, ne nezaket. Sen daha bir gün önce konuk ediyorsun, hatta dönüşte yine senin hava alanından geçecek, sen tut, "bizim sana ihtiyacımız yok" de.
Oysa, o arabuluculuk için yaratılmış. Bunu görmezden geliyorsun. Yazıklar olsun sana.
ABBAS DA ANLAMADI
Tatsızlık Filistin tarafında da, sürüyor. Onlar da, anlayıştan yoksun.
Mahmut Abbas da, Erdoğan’la yaptığı ortak basın toplantısında tıpkı İsrailliler gibi: "Bizim arabuluculuğa ihtiyacımız yok."
Bu ne din kardeşliğine sığıyor, ne yaptığımız onca maddi yardımın karşılığına, ne de insanlığa.
Oysa, bizimkinin derdi sadece hizmet. Yurtta hizmet, cihanda hizmet. Ama, onlar bunu göremiyor, bu onların kusuru.
Erdoğan şimdi kolları yeniden sıvıyor, birkaç günlüğüne Orta Doğu turuna çıkıyor. Son İsrail saldırısını durdurmak, soruna çözüm bulmak için.
Nasıl ki, üç 2005’te çözümü buluyor ve İsrail ile Filistin arasında su sızmıyor, ama bombalar gökten yağmur gibi iniyor, şimdi de göreceksiniz, o turdan sonra Orta Doğu süt liman.
Birkaç ay önce, Rusya ile Gürcistan arasında savaş çıktığında, Erdoğan Kafkasya turuna çıkıyor. Yine devrede. Ama, kimse takmıyor. Bizim aziz medya hariç, hiç bir yerde haber bile olamıyor.
Argoda buna, her şeye maydanoz, deniyor.
İstanbul Üniversitesi emre amade
İŞİNE gelince, sandık, oy, demokrasi laflarına sarılan Abdullah Gül, kendi yandaşı, seçimde ikinci gelen Prof. Dr. Yunus Söylet’i İstanbul Üniversitesine Rektörlüğüne atıyor.
Söylet, Tayyip Erdoğan’ın aile doktoru. Eşi türbanlı. Ayrıca, belli bir cemaate yakın bir vakfın başkanı. Profil tam yerine oturuyor.
İstanbul Üniversitesi Cumhuriyet döneminde böyle bir rektörü ilk kez görüyor. İstanbul Üniversitesi de, düşen kaleler arasına katılıyor.
Abdullah Gül’ün böyle bir fırsatı kaçırmayacağı belli. Tarafsızlık ve devamı hikaye. Gül, kuralları işine geldiği gibi yorumluyor. Çankaya’da herkesin değil, belli bir kesimin temsilcisi olarak oturuyor.
Ancak, burada asıl sorumlu olan o koca üniversitenin profesörleri, doçentleri ve diğer öğretim üyeleri ile diğer rektör adayları. On iki aday birbirini yerken, on üçüncü aday Söylet aradan sıyrılıyor.
Söylet’i ikinci sıraya oturtan o öğretim üyelerine yazıklar olsun. Hepsi dümen suyunda.
"Benim üniversitem" şimdi pişmanlıkla kıvranıyor. Ama, çok geç. Benim üniversitem şimdi huzursuzluk kaynağı. En büyük huzursuzluk öğrencilerde.
Benim üniversitem şimdi Gül ve Erdoğan’ın emrinde.
Teğetten psikolojiye transfer
AMERİKALI iktisatçı Nouriel Rubini 2008 Ocak ayında, bir yıl önce, global krizi haber veriyor. O tarihte bizi ilgilendiren önemli bir sözü daha var:
"Türkiye de tehlikede."
O zaman, bizimkiler Rubini’ye "felaket doktoru" adını takıyor. Krizle birlikte, Rubini dünyada bir anda "en iyi iktisatçılardan biri" unvanını kazanıyor.
IMF ekonomik krizi ancak Nisan’da görüyor. Amerikan Merkez Bankası yine aynı tarihlerde. Nisanda IMF’nin yaptığı ilk işlerden biri, Türkiye’yi uyarmak.