1200 kişilik iftar çadırından çıkarken, Alman Başbakanı Merkel yanındakilere dönüyor ve "bizi nereye getirdiler" gibi, sözler söylüyor.
Oysa, Tayyip Erdoğan, Türkiye ziyareti sırasında Merkel’i iftar çadırına götürmekle, ona iyi bir jest yaptığına inanıyor. Erdoğan fena halde yanılıyor.
Merkel’in iki ay önce 26 saatlik Türkiye gezisi, onun daha önceden Türkiye’ye dönük olumsuz düşüncelerini sadece pekiştiriyor. Hatta, daha da ileriye gidiyor, bugün AB’de Türkiye’ye en çok karşı çıkan lider Merkel.
Merkel’le resmi görüşme sırasında, Çankaya’da Cumhurbaşkanı Sezer, Devlet Bakanı Ali Babacan’ı fırçalıyor. Sezer bununla yetinmiyor, diplomatik kurallara ters biçimde, Merkel’e de tarizde bulunuyor. Temelde bakışı zaten olumsuz, bunlar Alman Başbakanı’nın bize karşı çıkması için, yeterli malzemeyi çoktan sağlıyor.
Üstüne iftar çadırı, kalabalıklar, sözüm ona şakalaşmalar ve espriler, Merkel’e diken gibi batıyor. O dikenler, şimdi Kıbrıs, limanlar, hava alanları, insan hakları olarak, bize birer birer geri dönüyor.
DÜŞEN KALELER
Koalisyon ortağı SPD sesini biraz yükseltmek istediğinde, Merkel SPD’li Dışişleri Bakanı Steinmeier’i uyarıyor:
"Rusya, Amerika ve Türkiye politikaları Dışişleri’nde değil, Başbakanlık’ta yürütülür."
Sen karışma, diyor. O kadar sert ve kararlı.
Yanına da, bir zamanlar bizden yana at koşturan Portekiz, İtalya ve hatta İspanya’yı alıyor.
AB’de Türkiye’yi savunan kaleleri birer birer düşürüyor.
BU BİR TUZAK
Bugün İngiltere Başbakanı Tony Blair Türkiye’ye geliyor. Üstelik, AB liderler zirvesinin hemen ertesi günü.
Bununla ilgili haber ve yorumlara bakıyorum, koçum benim, aslanım benim, Blair övgülerinden geçilmiyor. Blair’in Türkiye’ye yakınlığı, bize verdiği önem, ballandıra ballandıra anlatılıyor.
Oysa,Blair gezisi bir tuzak. AB içinde roller paylaşılırken, Blair’e iyi polis rolü düşüyor.
Bunu anlamak için birbuçuk ay geriye gitmek yetiyor.
YENİ İSTEKLER
Türkiye’ye, Güney Kıbrıs’ı tanıması için baskı başlıyor. Komisyon, sekiz başlıkta görüşmeleri askıya alıyor. Bu ilk aşama.
Almanya ve Fransa bir araya geliyor, aralarına Hollanda ve Avusturya’yı katıyor, "askıya almak yetmez, 18 ay içinde karar vermezse, Türkiye’yi yeni baştan düşünürüz" tehdidi savruluyor. Bu ikinci aşama.
Üçüncü aşamada İngiltere devreye giriyor. Bize dönüyor ve "durum çok kötü, daha da kötüleşmeyi önlemek için, siz şu hava alanları ve limanları açacağınızı ilan edin" diyor.
Büyük dost ve müttefik, AB’de bizim biricik yandaşımızın önerisini AKP Hükümeti başının üstüne koyuyor ve bu öneriyi götürüyor.
Sular belki biraz duruluyor, ama sonuç değişmiyor. Ne sekiz başlıktan geri dönüş var, ne de Türkiye’nin önerisini ciddiye alan.
Blair şimdi Türkiye’ye geliyor. Yeni isteklerde bulunmaya geliyor.
Zirvede olup bitenleri, sözüm ona, olduğu gibi Erdoğan’a aktaracak ve birlikte formül arayışına giriyormuş gibi yaparak, AB’nin yeni isteklerini sıralayacak.
Bu isteklerin kokusu da, daha sonra mutlaka çıkacak.
Osmanlı’dan bu yana hep aynı. Birileri iyi polis, kötü polis rollerini mutlaka paylaşıyor. O paylaşmayı anlamakta, Türkiye tarih boyu mutlaka zorlanıyor.