BREZİLYA Devlet Başkanına yakınları mürekkep balığı anlamına gelen Lula diye sesleniyor. Lula öyle sempatik ki, Başkan Obama bile G-20 Zirvesinde “I love this guy” (ben bu adamı seviyorum) demekten kendini alamıyor.
Lula sekiz çocuklu bir aileden geliyor. Babası evi terk edince, ayakkabı boyacılığına başlıyor. Manavda çıraklık, boya fabrikasında işçilik gibi işlerde çalışıyor. Kendini yetiştiriyor, yine de okumayı başarıyor. 80’li yıllarda politik eylemlere katılıyor, sık sık tutuklanıyor. Önceleri Marksist, sonradan sosyal demokrat. Başkanlık seçimini üç kez kaybediyor, ama 2002’de başkan seçildikten sonra, sadece Brezilya’nın değil, dünyanın sevgilisi haline geliyor. KARALAR BAĞLANDI Lula’nın yolu Türkiye ile İran uranyum anlaşmasında kesişiyor. Bu anlaşmayı ve Güvenlik Konseyinde kullandığı “hayır” oyunu kendi ülkesine ve dünyaya öyle güzel anlatıyor ki, Amerika’nın ünlü dergilerinden “Time” onu “dünyadaki en etkin lider” olarak tanımlıyor. Batı bir adım daha atıyor, Nobel Barış Ödülü adayları arasına onun da adını yazıyor. Ah, birileri bu haber üzerine kim bilir nasıl karalar bağlamış olmalı. Lula izlediği politikayı kendi ekibine, daha önemlisi ülkesinde ve dünyadaki muhaliflerine öyle açıklıyor ki, herkes onu alkışlıyor. Lula da, kazandığı zaferi Muhafız Alayı bandosu ile birlikte kutluyor. Bando çalıyor, Lula trompet solo çekiyor. (Bu resmi Der Spiegel dergisinden aldım). İzlediği politikada uçmuyor, ülkesini uç noktalara sürüklemiyor, duygudan uzak, mantıklı. Kendisini eleştirenleri sabırla yanıtlarken, ne gözleri yuvalarından fırlıyor, ne onlara vergi memuru gönderiyor. İHTİŞAM YERLERDE Lula ülkesinde balayı yaşarken, biz de Ahmet Davutoğlu Dışişleri Bakanı olduğundan bu yana, dış politikada her kaleye bayrak üstüne bayrak dikiyoruz. Bazı kalemler, onu yere göğe koyamıyor. O ne derinlik, o ne bulunmaz geniş görüş, o ne bilgi ummanı, o ne pratik diplomasi, tarih kitaplarına bir çağ daha ekleniyor, Cilalı Davutoğlu Devri. Parmak ısırtan ihtişam. Ancak, işlerin hiç de pompalandığı gibi olmadığı artık görülüyor. AB ile yolun sonuna geliniyor. Bunu AB Genel Sekreteri bile artık saklamıyor. Amerika ile kılıç kalkan oyununa az kalıyor. Avrupa’da bazı ülkeler Türkiye’ye sırtını dönüyor. Rusya ile aramızda sanki su sızmıyor, ama onlar BM’de ve enerjide başka telden çalıyor. Azeri kardeşlerimizle nurlu ufuklara uçarken, onlar bildiğini okuyor. Orta Doğu’da liderlik derken, İsrail ile neredeyse savaşın eşiğine geliniyor. Bu kadar zafer ve alkış Davutoğlu’nun başını döndürüyor. Siyasette bir yaprak daha çeviriyoruz, okuyoruz, Cilalı Davutoğlu Devri Son.
Bir 12 Eylül’de, bir de bugün kara listedeyiz
YAPILAN anlı şanlı değişikliklere hiç yüz vermiyor ILO, Uluslararası Çalışma Örgütü. Geçen hafta Cenevre’de Çalışma Bakanı Ömer Dinçer ile hükümet yanlısı bazı işçi ve işveren sendikaları ILO’yu ikna etmek için canla başla çalışıyor. Anlata anlata bitiremedikleri ne anayasa değişiklikleri kalıyor, ne 1 Mayıs bayramı, ne başka vaatler, ILO hiç birine kulak asmıyor. Sendikal özgürlüklerin askıya alınmış olması ve bunun demokrasi ile bağdaşmaması karşısında, ILO Türkiye’yi izlemeye alıyor, izlemenin, bu teknik deyimin Türkçe’si, kara liste. ILO toplantısında DİSK Başkanı Süleyman Çelebi son otuz yılın sendikal gerçeklerini belgelerle anlatan önemli bir konuşma yapıyor. ILO Türkiye’ye her gelişinde gözlemlerini aktardığı raporları da masaya yatırarak, bizimkileri sorguya çekiyor. Sorguya çekilen başka ülkeler de var. Ama, Türkiye böyle bir davranışa 12 Eylül’den bu yana ilk kez muhatap oluyor. Sendikal haklar bir 12 Eylül askeri rejiminde bu kadar yerin dibinde, bir de şimdi. Parantez açmak gerek. Sendikal hak ve özgürlüklerle ilgili otuz yıldır gelmiş geçmiş bütün hükümetler aynı sözü veriyor. O hükümetlerin hiç biri verdiği sözü tutmuyor. Buna son olarak AKP Hükümeti ekleniyor. Hiç bir demokratik ülkede sendikal haklar bu kadar geri değil. İzlemeye almak ne demek? Türkiye temel demokratik sendikal hakları ihlal ediyor, demek. Bu karar hükümetin attığı demokrasi nutuklarını iptal ediyor. ILO yıl sonuna kadar gelişmeleri izleyecek, yıl sonunda hükümetten arada geçen zamanda ne yaptığına ilişkin bilgi isteyecek. Bunca bilgi kirlenmesi ve haber bombardımanı arasında çoğu kimsenin dikkatini çekmiyor olabilir, ama yıl sonunda ILO ile yaşanacak bir kriz, Türkiye’nin Batıdan bağlarını kopartan öğelerden birine dönüşebilir.