Her yerde aynı düşünceyi tekrarlıyor: Dünya ısınıyor ve ısındıkça insanlık büyük bir felakete sürükleniyor.
Çığlıklar ve hıçkırıklarla sarsılıyor toplum. Beyaz perdedeki her bir sahne, yeni bir hıçkırık, her bir görüntü, yeni bir çığlık.
Oysa, bu filmde ne sevdasına karşılık bulamayan bir kadın ya da erkek var, ne ıstırap, ne ihanet, ne kendi ellerimizle kurduğumuz sürgün, ne savaş, ne de katlanılmaz acılar.
Film bir belgesel. An Inconvenient Truth, Rahatsız Eden Gerçek. Filmde ne kimse kimseyi öldürüyor, ne kimse kimseye tuzak hazırlıyor. Kaldı ki, film insandan çok, grafikler ve evrendeki değişime yer veren gazlar, buharlar, nehirler, dağlar, çöller, sel baskınları ve fırtına görüntüleriyle dolu.
Filmde hemen hiç insan yok. Buna karşılık, insanın neden olduğu çevre kirliliğinin bütün sonuçları var. Görüntüde insan yok. Ama, her sahnede, işte yine insanın yol açtığı felaketler, diye başlayan düşüncelerle, insan var. Filmde insan yok, filmde baştan sona insan var.
Rahatsız Eden Gerçek, çağımızdaki en büyük insanlık suçunu herkesin gözünün içine sokuyor. Havadaki karbondiyoksit artışıyla birlikte, global ısınmayı ve sonuçlarını anlatıyor.
*
Kutuplardan tonlarca ağırlıktaki kütleler halinde kopan buzullar kum taneleri gibi okyanuslarda eriyip kayboluyor. Kaybolan aslında yaşamın kendisi. Fondaki dramatik müzik ve grafikler eşliğinde, havadaki ısınma kıyıları vuran, dünyanın çeşitli bölgelerinde milyonlarca kişiyi evsiz barksız bırakan fırtınalara dönüşüyor. Müthiş bir iklim değişimi.
Buzullar köklerinden koparken, havada bir helikopter. Katrina hortumu ABD’nin New Orleans kentini vururken havada bir helikopter. İnsanlığı vuran her çevre değişiminde havada bir helikopter.
Bir adam helikopterden olayın nedenlerini anlatıyor. Tamam, belleklerimizi biraz zorladığımızda, bu adamı tanıyoruz. Evet, evet, helikopterdeki adam, 2000 yılında George W. Bush’un karşısında ABD başkanlık seçimini kaybeden Demokrat Parti’nin başkan adayı Al Gore. Evet, o, ta kendisi.
Al Gore bir kutuplarda, bir Çin’de atom denemelerinde, bir Büyük Sahra’da, bir atom denizaltısında, bir çıplak vadide. Her yerde aynı düşünceyi tekrarlıyor. Dünya ısınıyor, dünya ısındıkça, insanlık büyük bir felakete sürükleniyor.
Başkanlık seçimini kaybettikten sonra, Al Gore kendini çevreye veriyor. Beyaz Saray’ı kaybediyor, ama çevrenin her türlü kirletildiğine dikkat çekerek, çevre korumasının başkanlığını kazanıyor. İlk anda kazandığı ise, tam üç milyar dolar. Dünyanın en ünlü dolar milyarderlerinden İngiliz Richard Branson’ı ikna ediyor. Onun nakliye şirketlerinden kazandığı paranın bir bölümü, üç milyar dolar, on yıl içinde ısınma artışına karşı savaş için harcanacak. Karar bu.
Branson’u başka milyarderler izliyor. Milyon ve milyon dolarlar havada uçuşuyor. Hepsi aynı amaca yönelik. Öyle bir teknik geliştirilmeli ki, hem teknolojik değişim devam etmeli, ama aynı zamanda o değişim, havadaki ısınmayı, yani şimdiki teknolojiyle birlikte artan karbondioksit gazını azaltmalı.
*
Film büyük sükse yapıyor. Al Gore da elbette. Siyaset sahnesinde, herkesi bıktıran bir araba siyasi laf yerine, ortaya somut bir proje koyuyor. Sadece ABD’nin değil, tüm dünyanın ilgisini çeken somut bir savaşa soyunuyor.
Ancak, filmle birlikte, gelen eleştiriler eksik değil. Öncelikli soru, "Madem sen çevreye bu kadar meraklıydın, Başkan Yardımcısı iken, çevreye neden bu kadar uzak kaldın" sorusu.
Al Gore’un yanıtı bir iç savaşı anlatıyor. "Hayır uğraştım" diyor, "Ancak büyük sanayicilerin baskısı hepimizin elini kolunu bağladı, kaldı ki, ben sadece başkan yardımcısıydım, başkan değil." Sanayicilerin baskısı. İlk ağızdan büyük ifşaat.
Bu sözleri yeni bir tartışma, yeni bir soru yaratıyor. Al Gore yoksa, çevre koruma şampiyonluğu üzerinden ABD başkanlığına yeniden aday olmayı mı düşünüyor? Kendisi bu spekülasyonlara gülüyor.
Filmle birlikte tartışılan üçüncü soru, çok teknik. O da çevreci bilim adamlarından geliyor. Filmde gösterilenler bilimsel gerçeklerle ne kadar örtüşüyor?
Tartışmalar devam ederken, film tüm zamanların en iyi üç belgeseli arasında yerini alıyor.
Politikayı artık geride bırakmış böyle politikacıları özlüyorum.