Hayatlarımızı çaldılar

En sıradan sahne, en etkili sahne. Onca işkence sahnelerine rağmen, bende derin iz bırakan sahne, Gülhane Parkı’ndaki piknik sahnesi.

12 Eylül’e en ciddi tepkilerden biri Eve Dönüş filmi. Ömer Uğur’un senaryosunu yazıp, yönetmenliğini yaptığı, Mehmet Ali Alabora ile Sibel Kekilli’nin başrolleri paylaştığı film, askeri darbelere karşı açık tavrı, doruk noktaya ulaştırıyor. Türkiye’deki en çarpıcı örneklerden biri.

Sanatın her dalı, politikanın kendisinden çok daha etkili. Önce, kitlelere daha rahat ulaşıyor. İkincisi, politikanın aldatmacılığından uzak. Üçüncüsü, okurken ya da izlerken, insan orada bulunanlarla kendisini özdeşleştiriyor. İğneyi sürekli kendine batırıyor. Ya benim başıma da gelseydi, sorusu insanın peşini hiç bırakmıyor.

Bırakın suçlu olmayı, kaldı ki, bir askeri darbe döneminde suç kime ve neye göre, suçsuz bir insanın gördüğü işkence, insanın uykularını kaçırıyor.

Soğuk suyla insanlara hortum tutmak, elektrik vermek, Filistin askısına asmak, falakaya yatırmak, üzerinde sigara söndürmek, sürekli yumruklamak, kafasını duvarlara çarpmak. Bir yanda o işkenceler, öte yandan Kenan Evren’in halka yaptığı konuşmalarda, "Biz işkence yapıyormuşuz, yalan söylüyorlar" nutukları. İşkencede insanlar öldürülüyor, ertesi gün gazetelerde, aynı insanla ilgili, "silahlı çatışmada öldürüldü" haberleri.

Filmden çıkınca öyle geriliyorum ki, bire bir yaşadığım 12 Mart ve 12 Eylül kareleri, bütün yönleriyle tek tek gözümün önünden geçiyor.

Dünyada askeri darbe yönetimlerinin içyüzünü anlatan, orada işlenen insanlık suçlarını sergileyen önemli filmler var. Sıkıyönetim, Z, Kayıp aklıma ilk gelenlerden. Bizde, biraz daha hafif olmak üzere, TV dizisi Çemberimde Gül Oya, daha ağır bir eleştiri, Tarık Akan’ın başrolü oynadığı Eylül Fırtınası.

Ama, Eve Dönüş bu tür tepkileri çok netleştiriyor. Demokrasinin erdemini, şeffaf yönetimleri insanın beynine çakıyor. Darbeler tam kábus.

12 Mart ve 12 Eylül’e baktığımda, bende silinmeyen bir duygu var. Onlar hayatlarımızı çalıyor. Suçlu ya da suçsuz, kaldı ki, bir askeri darbe döneminde suç kime ve neye göre! Bende silinmeyen duygu, onlar hayatlarımızı çalıyorlar. Hapse atarak, hangi hakla? İşkence ederek, hangi hakla? İşten atarak, hangi hakla? Hayatlarımızı çalıyorlar.

Sadece işkence görenlerin, hapse atılanların değil, onlarla birlikte, ailelerinin, analarının, babalarının, çocuklarının, karıları ve kocalarının, sevgililerinin, yakınlarının hayatlarını çalıyorlar.

Hepimizin hayatlarını çalıyorlar. Çalınan hayatların daha sonra ne sorgusu var, ne sorumlusu. Çalınan hayatlar, çalınmış olarak orada kalıyor. Bir daha onu bize veren hiç kimse yok. Zaten çalınan hayatların bir daha geri gelmesi de mümkün değil.

On binlerce insan tutuklanıyor, yüzlerce insan işkenceden ölüyor. Ocaklar sönüyor. Bunları yapanlar hiçbir zaman, işledikleri insanlık suçunun hesabını vermiyor.

İşkenceden geçenler, yıllar ve yıllar boyu, o anı sürekli yaşıyor. İnsanlar bu travmayla birlikte yaşıyor. Çalınmış hayatlarını büyük bir sabırla içlerinde taşıyarak.

Başrolü oynayan Mehmet Ali Alabora’nın babası yine bir sinema ve tiyatro sanatçısı Mustafa Alabora. 12 Eylül’de değil, 12 Mart’ta sanıyorum, benzer işkencelerden geçiyor. Düşüncelerinden ötürü.

Oğlu Mehmet Ali Alabora’nın sanatçı yeteneği dışında, filmde o kadar iyi oynaması, belki de çalınmış hayatların bir parçası olmasından kaynaklanıyor. Gerçek yaşamda, babasının çalınmış hayatından payını o da alıyor.

Filmin aşıladığı yüksek gerilim, bana göre, en ilgisiz sahnede. Gülhane Parkı’nda insanlar piknik yapıyor. İçerde işkenceden ölenler, dışarda bunları bilmesi mümkün olmayan, piknikte eğlenen milyonlar. O gerçekler, o milyonlara teğet bile geçmiyor. Çok doğal. İşte, bu doğallık insanı perişan ediyor.

Kenan Evren’e filmi görmesini öneriyorum.
Yazarın Tüm Yazıları