Gördüğüm onuncu başbakan!..

MASADA eleştiri pek yok. Çoğunluk, AKP'nin çok iyi gittiğini söylüyor. Her cümle övgüyle noktalanıyor. Başbakan Erdoğan duyduklarından memnun, mesut!..

Haberin Devamı

Geçen Aralık'ta Brüksel'de bizim büyükelçimizin evinde akşam yemeğindeyiz. Gazetecilerin de davetli olduğu yemekte, bir ara, Başbakan Erdoğan ile aynı masada oturuyorum. Masada Dışişleri Bakanı Gül, üç büyükelçi, iki işadamı ile Ankara ve İstanbul'dan iki gazeteci daha var.

Masada, sürekli "çok iyi gidiyorsunuz" pompasını, ben içime sindiremiyorum. "Nerede çok iyi gidiyorlar", dediğim anda, Erdoğan gözlerini açarak, tam şahin:

"Nerede iyi gitmiyoruz?.." Kızgın ve sert bir ton!..

KURAN KURSLARI

O günlerde, Kuran kursları tartışması var. Sonradan geri çekilen bir girişim.

Ben "işte Kuran kursları" deyince, Erdoğan "benim haberim yok" diyor. Ben de, "haberiniz yoksa, daha kötü" diye ekliyorum.

Başbakan olayın gelişimini anlatıyor. Gerginleşen hava, daha sonra farklı konularla normale dönüyor.

UÇAKTAKİ SÖZLER

Bu olayı şimdi neden anlatıyorum?..

Başbakan Erdoğan çabuk sinirleniyor. Farklı sese, eleştirel yaklaşıma tahammülü zayıf.

Önceki gün, uçakta bir soruya yanıt verirken, Meclis Başkanı Arınç'ın lojman projesiyle bağlantılı olarak, aynen şöyle söylüyor:

"Bakın, Yalçın Efendi ne yazmış, (iki gün önceki yazıyı kastediyor), Beyefendi, Bülent Arınç'ın son kongrede en fazla oy aldığını yazıyor. Bülent Bey Meclis Başkanı sıfatıyla listeye giremez ki, bunlar nasıl gazeteci olmuş, nasıl köşe yazarı olmuş... Bülent Bey ile bizi birbirimize vurdurma gayreti içine girenler, boşuna kürek çekiyor."

Üslup müthiş!.. Yanılgı da, beraberinde!.. Koca bir yazıda, Erdoğan'ın itirazı tek bir cümle. O cümle de, zaten yanılmıyorsam, diye başlıyor!.. Yazının özü ise, bambaşka!..

GEREKSİZ SENARYO

Bir kere, yargısı yanlış!.. Başkalarının var mı, bilemem, ama benim kimseyi, kimseye vurdurma gayretim filan yok!.. Bana ne?..

İki, o yazı bir yorum. İsteyen katılır, isteyen katılmaz. Katılmadığı zaman, birbirine vurdurma gayreti gibi senaryolara kapılmak, bence, insanın kendisine zarar verir.

Üçüncüsü, ne demek, "Yalçın Efendi"?.. Bu nasıl bir üslup?.. Bir başbakana yakışıyor mu?.. Farklı dünya görüşlerine sahip olduğumuz su götürmez. Ama, mutlaka ve ne olursa olsun eleştirmek gibi, sabit bir fikrim de yok. Hiçbir siyasal iktidara karşı da, olmadı.

Eleştirilerim elbette var, hep nezaket çerçevesinde. Ben hiçbir zaman Tayyip Efendi, Recep Efendi demeyi ya da yazmayı aklımın ucundan bile geçirmiyorum.

O, Sayın Başbakan Erdoğan'dır!..

Son nokta, "Bunlar nasıl gazeteci olmuş" sözü!.. Nasıl Başbakan olunursa, öyle gazeteci olunur, demek kolaylığına kaçmıyorum. Ben otuz yıldır gazeteciyim. Gerisini anlatmak yersiz.

Sayın Erdoğan, siz, gazeteci olarak izlediğim, görüştüğüm, iç ve dış gezilerine katıldığım, benim gördüğüm, onuncu başbakansınız!.. Böyle bir üslupla, otuz yıldır ilk kez karşıyorum!..

Özür diler misiniz, bilmiyorum!..

Güneri yanlış anımsıyor

GECE
yarısı saat 01. Otelde odamızın telefonu çalıyor. Odamızın diyorum ki, çünkü Berlin'deki otelde yer olmadığı için, Ertuğrul Özkök ile ben, aynı odayı paylaşıyoruz.

80'lerin sonu, Berlin'de Avrupa Demokratlar Birliği toplantısı. Başbakan Özal, bizi sohbete çağırıyor.

Ertuğrul, Güneri Cıvaoğlu ve ben, Özal'la sohbetten memnunuz!.. Ertesi güne yazacak haber var!..

Dün Güneri'nin yazdığı gibi, ertesi gün Berlin'de Chirac'la görüşmemiz söz konusu. Randevu için, araya Cem Duna giriyor. Bekliyoruz, Chirac'ın toplantıdan çıkmasından umudumuzu kesince, yazılarımızı yazmaya, otele dönüyoruz.

Ama, o sırada Chirac dışarı çıkmış, Cem Duna ile birlikte bizi arıyor!.. Sonradan koşa koşa gitsek de, mahcup oluyoruz.

Değerli arkadaşım Güneri dün yazısında bu olayı aktarırken, bizlerin toplama kampına gittiğimiz için, Chirac'la ilk anda randevuyu kaçırdığımızı tatlı tatlı anlatıyor.

Oysa, üçümüz de, "nasıl olsa, Özal'la konuştuk, elimizde iyi malzeme var" düşüncesiyle, oradan ayrılıyoruz. Chirac'la sonradan görüşüp, telafi etsek de, ayıp ediyoruz!..

Hatırlasana Güneri!..

Yazarın Tüm Yazıları