Paylaş
- Yok.
- Siz avukatsınız, kitabın bir örneği neden sizde yok?
- Yok.
- Kitap olmadan kitabı nasıl savunacaksınız?
- Bilmiyorum.
- Kitaplar sizde ne zamandan beri tehlikeli bulunuyor?
- Ülkenin yaşadığı tarihe göre değişiyor.
- Kitap yasaklamak, kitapları tehlikeli bulmak düşünce özgürlüğü ile bağdaşmaz. Türkiye’de farklı bir düşünce özgürlüğü anlayışı mı var?
- Her şey ortada.
- Sizde ne zamandan beri insanlar kitap yazdıkları için tutuklanıyor?
- Çok değil, ama biz bu dönemleri ara sıra yaşıyoruz.
- Sizde halk tarafından seçilmiş, demokratik yolla iktidara gelmiş bir parti var. O parti nasıl oluyor da, bu uygulamalara göz yumuyor?
- Bizde yürütme yargıya karışmıyor. Yargının işi, deniyor. Kuvvetler ayrılığı ilkesi.
Adamların soruları bitmek bilmiyor. Adamlar hukukçu, ama bizim burada ne olduğunu bir türlü anlayamıyorlar.
BATININ AVUKATLARI
Soruları soranlar Fransa, İtalya ve Portekiz Barosu ile Avrupa Komisyonu avukatları.
Soruları soranlar hukukun beşiğinden, demokrasinin 200 yıllık tarihinden geliyor. Ama, bizim burada ne olup bittiğini anlayamıyorlar.
Gazetecilerin arka arkaya tutuklanmaları üzerine, Türkiye ile önce uluslararası basın kuruluşları ilgileniyor. Onlar buraya geliyor, ne olup bittiğini öğrenmeye çalışıyor.
Ardından mesele biraz daha büyüyor, AB İlerleme Raporuna giriyor. Derken Avrupa Konseyi Türkiye’yi sorgulama ihtiyacı hissediyor.
Yetmiyor ve bu kez bazı ülkelerin barolarından avukatlar Türkiye’ye geliyor. Bu soruları onlar soruyor.
Aynı avukatlar tutuklu iki gazeteciyi Nedim Şener ile Ahmet Şık’ı hapishanede ziyaret ediyor.
Kitapla ilgili sorular sonrasında, sıra tutukluluk sorularına geliyor. Adamlar şaşkın:
“- Elbette herkes suç işleyebilir, ama bu durumda tutukluluğa ne gerek var?
- Tutukluluk neden bu kadar uzun sürüyor?
- Siz AB’ye girmek istiyorsunuz, sizin yasalarınız nasıl oluyor da, buna imkan tanıyor?
- Bu kadar uzun süre yattığı halde, davası sonuçlanmış birisi var mı?”
Siz olsanız, bu soruları nasıl yanıtlarsınız?
Liderlerin TV’de tartışması zevkli olur
AMERİKA’da başkan seçimi. O sırada Başkan Jimmy Carter. Rakibi eski sinema oyuncusu Ronald Reagan.
Amerika’da geleneksel olarak iki başkan adayı seçimden önce TV’de tartışma programına katılıyor. Bir kaç gazeteci soru yöneltiyor, onlar yanıtlıyor. Zaman zaman birbirlerine de soru soruyor.
Carter-Reagan Başkanlık yarışı sırasında ben Amerika’dayım, seçimi ve TV’de başkan adaylarının tartışmasını izliyorum.
TV’de Carter, Reagan’ı sıkıştırmayı deniyor: “Başkanlık benim işim, o benim işime sahip çıkmaya çalışıyor”.
Reagan lafı anında yapıştırıyor: “Hayır, ben onun işini istemiyorum, ben Başkan olmak istiyorum”.
Bu sözü ile Reagan TV’de büyük sükse yapıyor, TV tartışmasında Carter karşısında galip geliyor, başka faktörlerin etkisiyle de, başkan seçiliyor.
Ama, TV’deki tartışma hayli belirleyici. Bütün demokratik ülkelerde olduğu gibi. Halk TV’deki tartışmadan edindiği izlenime göre, son kararını veriyor.
Şimdi CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Başbakan Erdoğan’ı istediği bir TV kanalında tartışmaya davet ediyor. Erdoğan’dan bu davete henüz ses yok. Geçen seçimde de, muhalefet Erdoğan’a benzer çağrıda bulunuyor, Erdoğan uymuyor. Bu sefer katılır mı, bilmiyorum.
Oysa, TV’de böyle bir tartışma liderlerin kozlarını canlı yayında paylaşması hem demokratik katkı olur, hem halkın kafasındaki soruları giderir.
Eskiden projesi yoktu şimdi popülist
CHP’ye yıllar ve yıllar boyu, hele de seçim dönemlerinde en çok yöneltilen eleştirilerin başında, “Bu CHP iktidara gelirse ne yapacağını bilmiyor, bunların projesi bile yok” görüşü geliyor.
Haklı bir eleştiri. İktidarın her uygulamasına karşı çıkmak, olmadı, soluğu Anayasa Mahkemesi’nde almak. Yıllar sonra ilk kez CHP proje üretiyor, iktidara gelirse, ne yapacağını söylüyor. Bunun CHP oylarına katkı yapacağı araştırmalarla ortaya çıkıyor.
Ancak, bu kez eleştiri farklı. Bu kez de, CHP’ye “popülist” yakıştırması uygun bulunuyor.
Popülizm ne demek? Halkçılık demek. Popülist halktan yana demek. Gerisi artık size kalmış.
Paylaş