Paylaş
29 Ekim 1923 günü salon yine ışıl ışıl. Abdurrahman Şeref Bey yasa önerisini yorumluyor:
“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir dedikten sonra, kime sorarsanız sorun, bu Cumhuriyet’tir. Ama, bu ad bazılarına hoş gelmeyecekmiş, varsın gelmesin”. (Turgut Özakman, Cumhuriyet Türk Mucizesi, s. 339)
Bazılarına hâlâ hoş gelmiyor ama, oturdukları koltukları Cumhuriyet’e borçlu olduklarını unutuyorlar.
Hindistan hapishaneleri çiçeklerle süsleniyor. İngilizlerin hapse attığı özgürlük lideri Nehru ve arkadaşları Türk Kurtuluş Savaşı’nı zafer çığlıklarıyla kutluyor.
Asya ve Afrika’nın bütün Müslüman toplulukları şenlikler düzenliyor, Mustafa Kemal’in fotoğrafları sömürge ülkelerde bağımsızlık ve özgürlük simgesi olarak dalgalanıyor.
ANMAYA DEĞMEZ
Buna karşılık Batı’da, Cumhuriyet’in ilanına kadar, özellikle İngilizler küçük gördükleri Türkleri “Adlarını bile anmaya değmez” olarak niteliyor. (Semih Vaner, 21. Yüzyıla Girerken Türkiye, s. 47).
Mozart’ın Saraydan Kız Kaçırma, Racine’in Bayezid yapıtları, Jean Cocteau’nun Avrupa’ya uzanmış, yüzüklerle kaplı yaşlı el benzetmesi ile Batı kendini tatmin etmeye çabalıyor. Ne zaman ki, Cumhuriyet ilan ediliyor, Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı ve Türkiye tezleri Batı tarihçilerine büyük malzeme oluşturuyor. O araştırmalar hâlâ sürüyor. Batı Türkiye’de Cumhuriyet’le birlikte ne olup bittiğini anlıyor, ama bir kısım Türkler Cumhuriyet’i anlamakta hâlâ direniyor. Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki gözleme bakın:
“Zaferden sonra Cumhuriyet’e muhalif kalanlar her fırsatta sorun çıkarma peşinde oldular. İstedikleri çağdışı düzenin sürüp gitmesidir. Bu tehlikeli istek uğruna milleti ikiye, üçe bölmekte sakınca görmezler. Bu sorumsuz davranış tedavi edilmiş değildir”. (Falih Rıfkı Atay, Çankaya, s. 314).
İLLE DE MECLİS
Küçük çocuk babasıyla birlikte Ankara’nın çorak sokaklarında yürürken bir grupla karşılaşıyor:
“Babam bana döndü, işte Mustafa Kemal Paşa, elini öp, dedi. En demokratik ülkede bile bir devlet başkanını bu kadar sade bir vatandaş halinde görmek mümkün müydü? Ne kurşun işlemez otomobiller, ne arkasında koşan muhafızlar var”. (Samet Ağaoğlu, Kuvayı Milliye Ruhu, s. 46).
Madem ki, sandık ve halkın iradesi, madem ki, sandıktan çıkan iktidar ve halkın temsilcisi olarak Büyük Millet Meclisi, ilk Meclis’ten itibaren ve Cumhuriyet’le birlikte, tek parti dönemi dahil, sandıktan çıkan iktidarlar siyasal sorumluluğu mutlaka Meclis’le paylaşıyor. Doksan yıllık Cumhuriyet’in seksen yılı böyle geçiyor.
“Siyasi sorumluluk en küçük meselelere kadar Meclis’ten direktif almak mecburiyetine göre belirmekte idi. (...) Meclis bakanları ve idareyi, bütün kuşaklara örnek olacak şekilde devamlı denetlemiştir. Devlet ve milleti ilgilendiren hiçbir mesele yoktur ki, soru ve gensoruların dışında kalsın”. (Samet Ağaoğlu, agk, s. 202)
Yüzlerce araştırma Cumhuriyet’i tanımlarken Meclis’i ve demokrasiyi öne çıkarıyor. 1923-2013, Cumhuriyet doksan yılın seksen yılında hep aynı ibreyi gösteriyor, Meclis’i. Demokrasi adım adım Meclis’le gelişiyor. “Ben yaptım oldu” yok, Meclis dışlanırsa, demokrasi yaralanıyor, otoriter kimlik ağır basıyor.
Cumhuriyet ve demokrasi bizim sevdamız.
Doksanıncı yılda rekorlar
ORTA düzeyde gelir sahibi, orta düzeyde sanayileşmiş, dış tasarruflarla büyüyen, yine de dünyanın on yedinci büyük ekonomisi bizde. Buna karşılık:
Basın özgürlüğü açısından 174 ülke arasında 154’ncü, yaşam kalitesi açısından 50’nci sıradayız. Terörist sayısında dünya birincisiyiz. Cezaevlerimizde on binden fazla terör mahkûmu var. İşçi ölümlerinde Avrupa şampiyonuyuz, Çin’den sonra dünya ikincisiyiz.
Bebek ölümlerinde Avrupa’da birinciliği kimseye bırakmıyoruz. Kadına şiddette dünya birincisiyiz. Orman yangınlarında teselli bulabiliriz, dünyada değil, Avrupa’da birinciyiz.
Demokrasiyi gözden geçirirsek, en çok tutuklu milletvekili, en çok tutuklu gazeteci, en çok tutuklu öğrenci, en çok tutuklu bilimadamı, en çok tutuklu avukat, en çok tutuklu sendikacı, en çok tutuklu general, amiral ve subay ile dünya birincisiyiz.
Cumhuriyet’in doksanıncı yılını bu rekorlarla kutluyoruz, ne kadar övünsek az.
Paylaş