a) Sadece son sınıfta çalışan. b) Öğrenciliği boyunca çalışan. c) İşini şansa bırakan. d) Cemaat dershanesinden ders alan. e) ‘Bizden olan’. (d) ve (e) şıkları arasında bocalıyorsunuz. Ama, her cemaat dershanesinden ders alan “bizden” olmayabilir. Burada şifre (e) şıkkı, üniversiteyi bizden olan kazanıyor. Adı Yükseköğretime Geçiş Sınavı (YGS) olan üniversiteye giriş sınavı “bizden olanın kazanması”, AKP’ye yakın olma mantığına oturuyorsa, gerisi hikaye. O mantığın kodu şu. Soru kitapçığında adayın adı ve fotoğrafı var. Hangi adaya, hangi soru kitapçığının gideceği belli. Bu kopya ihtimalini arttırmıyor mu? Şifre var, yok, iddiaları arasında, bana göre, en çarpıcı gerçek adayına göre soru kitapçığı. Her kitapçığın soru anahtarı farklı. O adayın kazanmasına katkıda bulunacak en büyük etken. 2009’daki Polis Meslek Yüksek Okulu sınavı, 2010’daki Ales Eğitim Bilimleri sınavı, yine 2010’daki KPSS sınavından sonra, şimdi de YGS skandalı.
DOKUZ AY GEÇTİ
KPSS’de soruların çalındığı kanıtlanıyor, aradan dokuz ay geçiyor, ortada hala sonuç yok. Dokuz aya rağmen, sonuç yoksa, ÖSYM’nin yaptığı sınavlara güven kalmayışı normal. Hele de, ÖSYM Başkanı Ali Demir’in hali, tavrı, konuşması bu işten hiç anlamadığını gösteriyor. Gerçek uzmanlık isteyen böyle bir görevi kaldıracak kişi değil Ali Demir. YGS ile ilgili teknik ayrıntıların hepsi önemli. Ama, asıl soru şu: “Herhangi bir sınav neden adam gibi yapılamıyor?” Yurt dışına öğrenci gönderirken de, lisans üstü hakkı verirken de, devlete memur alırken de, sorular neden çalınıyor, neden şifreli yanıtlar hazırlanıyor, neden belli kimselerin kazanmasına çaba gösteriliyor, neden? Çok basit. Her alanda kadrolaşmak için. Liyakat değil, sadakat önemli. Öğretmen, vali, kaymakam, tapu kadastrocu, orman müdürü, başhekim ve ne varsa, bizden olsun. Bu durumda üniversiteyi kazanan o öğrenci elbette bizden olsun. Ve gelsin şifreler.
CHP’lilere Amerika’dan kritik üç soru
CHP epey uzun bir aradan sonra Amerika’ya gidiyor. Pek çok görüşme arasında dikkat çeken üç soru var. İlk soru kişi güvenliği ve özgürlüğü ile ilgili. Kimin, ne zaman, hangi gerekçeyle içeri atılacağının bilinmediği bir ortamda Amerikalılar da, CHP’lilere kaygıyla soruyor: “Siz kendinizi ne kadar güvende hissediyorsunuz? Sizin başınıza da bir şey gelebilir mi?” Türkiye’nin Amerika’dan nasıl göründüğünü yansıtan bir soru. CHP’lilerin yanıtı gerçekçi: “Herkesin başına gelen, bizim başımıza da gelebilir. Herkes kendini ne kadar güvende hissediyorsa, biz de o kadar güvende hissediyoruz”. Amerikalıların ikinci sorusu hepimizle ilgili: “Seçimlerin güven içinde yapılacağından emin misiniz?” İşin içine Rufailer karışmayacak biçimde, seçim dürüst olur mu meselesi. CHP’liler sandık güvenliği için, parti olarak her türlü çabayı göstereceklerini söylüyor. Amerikalılar yine de seçim güvenliğini vurguluyor: “Yurt dışından seçim için gözlemci geliyor mu?” Evet, geliyor. Avrupa Konseyi ve AGİT’ten geliyor. “Türkiye’de her şey olabilir” soruları. Bu Amerikalıların Türkiye algısı.
İlaçta akılsız tasarruf
ASTIM, kolestrol, tansiyon, şeker gibi hastalıklarda sürekli kullanılması gereken bazı ilaçlara erişim güçleşiyor. Eskiden ucuza alınan bu ilaçlar içinde pahalı olanları şimdi ancak hastane raporu ile elde etmek mümkün. O rapor olmazsa, ilaç piyasa fiyatı üzerinden ve pahalı. Anılan hastalıklarda bazı ilaçlar pahalı olduğu gerekçesiyle, Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) o ilaçlara erişimi hastane raporuna bağlıyor. Tasarruf için. Oysa, örneğin kolestrol hastası bir kişi iyi tedavi görmediği zaman, by-pass’la karşı karşıya kalabilir, bunu yine SGK öder. Yani, pahalı ilacın erişimini zorlaştırmak, ilerde daha yüksek maliyete katlanmaya yol açabilir. Akılsız tasarruf. Ama asıl, hastaya zorluk ve ek maliyet. Bu yöntem bir aydır uygulanıyor. AKP iktidarının en büyük propaganda araçlarından biri olan ucuz ilaç erişimi böylelikle çuvallıyor. Bu ilaçları kullanan hastaların duygusunu anlarsınız artık.