Uzakta, çok uzakta bir köy. Kuş uçar, kervan geçer mi bu köyden? Sabahın erken saati. Erken ama, köy çoktan uyanıyor.
Bu ülkede seçim var. Bu köyde seçim var mı? Bu köy seçime katılıyor mu? Bu köy seçimden haberdar mı?
Beni bu sorulara yönelten o erken saatten köyün meydanında toplanan kadınlar, erkekler ve çocuklardan yükselen sesler. Hele de, kadınlar:
"Biz hakkımızı istiyoruz, bizi hep yalnız bıraktılar, bize hiç gelmediler, bizim için hiç bir şey yapmadılar."
Toptan suçlama. O ya da bu parti, şu ya da bu hükümet, bugün ya da dün için değil. Suçlama bütün zamanlar için geçerli. Bütün iktidarlar için geçerli.
HANGİ YAŞTALAR
Bir köyde oy nasıl kullanılıyor?
Uzakta, çok uzakta bir köy. Suriye-Irak sınırına yakın bir yerde.
Liderler meydanlarda sırayla boy gösteriyor. TV’ler onların söylediklerini, verdikleri sözleri, yaptıklarını ve yapacaklarını yansıtıyor. Köy halkı hep birlikte bunları dinliyor, sonra yakınıyor:
"Bizim için hiç bir şey yapmadılar."
Yıllar ve yıllarca bu köye sanki hiç kimse uğramıyor. Köyün kapısını sanki hiç kimse çalmıyor. Köylü o kadar kırgın, o kadar küskün:
"Bizi hiç kimse dinlemedi, derdin nedir, diye kimse sormadı."
Çevremdeki dört, beş kadının yüzüne bakıyorum. 45-50 yaşlarındalar. Öğreniyorum ki, 28-30’larını sürüyorlar. Güneşin alnında çapa sallamaktan, tarlada doğurmaktan ve de başka yokluklardan.
Bunların hiç biri yeni değil. Hiçbiri sürpriz değil. Ama, sürpriz olan bir şey var.
OY NE DEMEK
Bir köyde ya da bu köyde oy nasıl kullanılıyor? Yine kadınlara soruyorum.
- Oy kullanacak mısın?
Önce anlamıyor. Oy nedir, bilmiyor. Yanındakiler anlatınca, "evet" diyor.
Bu sorulmaz ama, uzakta bir köy, orada bir kadın, bir sakıncası yok, soruyorum.
- Kime oy vereceksin?
- Oğlum biliyor.
- Nasıl kullanacaksın oyunu?
Hiç bir şey anlamıyor, ne demek, nasıl kullanacaksın, böyle soru mu olur, gibilerinden şaşkınlıkla bana bakıyor. Ben sorumu tekrarlıyorum. O zaman aynı şaşkınlıkla:
- Oğlum gidecek, kullanacak.
- Nasıl, senin adına mı?
- Hayır, hepimiz için.
- Nasıl hepiniz için?
- Biz evde sekiz kişiyiz, oğlum gidecek, sekiz kişi için mühür basacak.
Bir kişi, sekiz ayrı oy pusulasında, sekiz kişi için tak tak tak basıyor mührü, atıyor zarfları sandığa, ötekiler gelip sonradan parmak basıyor.
Halkımızın siyasi iradesi tecelli ediyor. Demokratik bir biçimde. Halkımız serbest iradesiyle, demokratik hakkını kullanarak, kendisini yönetecek iktidarı belirliyor.
YARIM SAATTE SEÇİM
Köyün muhtarına soruyorum. Evet, bu hep böyle, dün de böyle, bugün de böyle. Muhtar da, şaşkın. Ne var bunda, gibilerinden bakıyor yüzüme. Muhtara, köy için tahminini soruyorum.
"127 bağımsıza, 19 (...) partisine çıkacak. Bizde seçim yarım saatte biter."
Seçimin kuralı, gizli oy, açık sayım. Köyde oy da açık, sandık da açık, sayım da. Bir kişi, o aileden sekiz kişi için, bir kişi öteki aileden beş kişi için, diğeri altı kişi için oy kullanıyor, olup bitiyor. Muhtarın söylediğine göre, "köyde seçim yarım saatte biter".
Yarım saat filan değil, o köyde, ötekinde, berikinde, diğer köyde seçim zaten çoktan bitiyor. Mesele sadece işin 22 Temmuz’da fiilen bitecek olması.
Yıl 2007. Türkiye 60 yıldır sandığa koşuyor. Olacak, günün birinde bu ülkeye demokrasi gelecek.
Su santralları
KURAKLIK Türkiye’nin pek çok yerinde etkili, ama susuzluk özellikle Ankara, İstanbul, İzmir ve Bursa’yı vuruyor. Konya Ovası başta, orta Anadolu’nun bazı yerlerini vuruyor.
Buna karşılık, Anadolu’nun pek çok yerinde su sıkıntısı, anılan kentlerdeki gibi değil. Sıkıntı varsa da, daha az.
Hatta öyle ki, enerji amaçlı, küçük çaplı rüzgar ve su santrallarında kullanılan türbünler için sıraya giriliyor. 970 santral projesi. Enerji Bakanı Hilmi Güler’in deyimiyle, "2013’e kadar suyu son damlasına kadar kullanmış olacağız, tek damla boşa akmayacak".
Büyük kentler susuzlukla karşı karşıya, öte yanda su santralları. Demek ki, büyük kentler on yıldır kötü yönetiliyor.