Paylaş
Aslında yükseköğretim dergisi. İngiltere’de yayınlanıyor, eğitim alanında dünyanın en prestijli dergisi. Adı kısaca “THE”, açılımı Times Higher Education (Times Yükseköğretim). Dünyadaki tüm üniversitelerin, öğretim üyelerinin izlediği ya da izlemesi gereken haftalık bir dergi.
TÜRKİYE İLK KEZ
Türkiye dahil, dünyada iki yüz ülkede üniversitelerin okuduğu bir dergi. Web sitesine ayda iki milyon kişi giriyor. Yükseköğretim, eğitim sorunlarının yanı sıra, dergi ayrımcılığın değişik biçimlerini (cins, ırk, din), kentleşme, ifade özgürlüğü, hukukun üstünlüğü gibi, çeşitli akademik tartışmaları işliyor. Bunlarla ilgili ülkelerden örnekler veriyor, röportajlar yapıyor.
“THE” yayın tarihinde ilk kez Türkiye’yi kapak konusu yapıyor. Atatürk fotoğrafı ile birlikte, Türkiye’nin bugünkü haline derginin biçtiği başlık şu:
“Turkey: Liberty and Repression”, Türkiye: Özgürlük ve Zorbalık. Zorbalık yerine baskıcılık da denebilir, aynı kapıya çıkıyor.
Türkiye’de baskıcılık nereden kaynaklanıyor? Dergi altı sayfa boyunca Gezi eylemlerini ele alıyor. Başından sonuna kadar Gezi’yi anlatıyor. Bir yandan Gezi’ye katılan gençlerle yapılan röportajlar yer alıyor, tarafsızlığa özen göstererek, diğer yandan da Gezi eylemlerini eleştiren görüşleri aktarıyor. Gezi’de ne olup bittiğini araştırıyor.
OTORİTER BASKI
Polis şiddeti, insan hakları ihlalleri fotoğraflarla yer alırken, içki yasakları, kürtaj yasağına ilişkin tartışmalar, İslami hayat tarzına dönük uygulamalar, ifade özgürlüğü kısıtlamaları, türbanın üniversitelerde serbest bırakılması gibi, bizim günlük hayatımızın parçaları, genel anlamda “baskının örnekleri” olarak gösteriliyor.
Derginin vardığı sonuç şu: “Türkiye’de özgürlükler birer birer elden gidiyor, otoriter baskı hızla artıyor”.
Dergi Gezi çerçevesinde yaptığı analizle bu sonuca varıyor. Siyasal ya da aktüalite dergileri değil, artık bilimsel dergiler de Türkiye’ye notunu veriyor.
Bu ölçüde yaygın ve prestijli bilimsel bir derginin verdiği nottan pek çok ülkenin etkileneceği ortada. Bizimkiler hariç.
‘Son ırmak kuruduğunda’
YİRMİ yıl önce, yirmi yıl sonra, bugün İstanbul. İstanbul’u tam yirmi yıldır bugünkü zihniyet yönetiyor. Tayyip Erdoğan, Ali Müfit Gürtuna, Kadir Topbaş.
Yirmi yıl önce İstanbul’un en ağır derdi su sıkıntısı, yirmi yıl sonra geldiğimiz yer, yine su sıkıntısı. O zamanki ve bugünkü gerekçe kuraklık.
Son yedi-sekiz yıldır dünyanın bütün iklim merkezleri iklim değişikliğine dikkat çekiyor. Isının artacağını, yağışların azalacağını vurguluyor. Türkiye iklim değişikliğinden en çok etkilenecek ülkeler arasında gösteriliyor. Ama, aynı merkezler, örneğin Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) iklim değişikliği için “Sebebi insanlar ve yönetimlerdir” diyor. Bu değişikliği bile bile, Türkiye’yi on bir yıldır yönetenler ne yaptı?
Hele de İstanbul. Rant uğruna her yer betonlaşmış, yeşil alanlar birer birer elden gitmiş, ufuktaki kuraklık iyice pekişmiş, hâlâ yalan: “İstanbul’un kırk yıllık su sorununu çözdük”.
Barajlarda, derelerde su seviyesi alarm vermeye başlamış, hâlâ “Telaşa gerek yok” lafları. Normaldir, üç aydan kısa süre içinde yerel seçimler var. Başka ne söyleyecekler ki.
Yüz altmış yıl önce Kızılderili Seattle’ın ABD Başkanı’na yazdığı mektubun tam sırası: “Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık tutulduğunda, beyaz adam paranın işe yaramaz bir şey olduğunu anlayacak”.
Paylaş