Evlat acısıyla otuz yıldır kıvranıyor. Otuz yıldır her 8 Haziran günü, 22 yaşındaki oğlu toprağa dün düşmüş gibi, yumruklarını sıkıyor, gözlerini sabit bir noktaya dikiyor, tırnaklarını etine batırıyor, dinmeyen acıyla, mezarın başında saatlerce oturuyor.
Oğlu Ertuğrul Karakaya, 22 yaşında, 8 Haziran 1977’de öldürülüyor. Otuz yıl sonra, 8 Haziran 2007’de, iki gün önce, anne Ayşe Karakaya, acının hesabını vermek üzere, mahkeme karşısına çıkıyor.
Baba Osman Karakaya işsiz. Uşak’ın Eşme’sinden İzmir’in Salihli’sine göç ediyor. Anne Ayşe Karakaya Salihli’de hastabakıcı olarak iş buluyor. Ailenin küçük oğlu Ertuğrul ilkokuldan sonra, Darüşşafaka bursuyla, İstanbul’da liseyi bitiriyor. Köyden gelen bir çocuk, adım adım, inatla, değişmez sanılan, o bıkkın kaderini değiştiriyor. Gorki’nin romanındaki gibi, "aşağı kurtarmıyor", ODTÜ makine mühendisliğini kazanıyor. Eşme’nin çamurlar içinde yuvarlanan, gününü bazen bir dilim ekmekle geçiren, kışın tabanı delik ayakkabısına dolan karlarla titreyen Ertuğrul, artık ODTÜ’de makine mühendisi adayı.
ODTÜ’de öğrenciler, o yaşta edindikleri hayat felsefesini birbirleriyle paylaşırken, Ertuğrul "Ayakkabıma dolan her kar tanesi, bende daha çok hırs yarattı, bu ayakkabılarımı günün birinde değiştireceğim" diye anlatıyor. Kaçmıyor, karların üstünde inatla yürüyor. İnadı, onu devrimci kampa götürüyor. 1977, Türkiye netameli. Öğrenci çatışmaları, boykotlar, arka arkaya işlenen cinayetler. Çoğu faili meçhul. Bilim adamları, gazeteciler, emniyet müdürleri, her meslekten, her yaştan insanlar, kimsenin hesap sormadığı kurşunların hedefi. Baykuşların ıssız ormanlarda çığlık attığı günler.
Ertuğrul ODTÜ Öğrenci Temsilcileri Konseyi sözcüsü. 8 Haziran 1977. Kendilerine "komando" denilen bir grup, üzerlerinde silah araması yapılmadan, üniversiteye alınıyor. Üniversitenin ana girişinde de, jandarma var. Arkada komandolar, önde jandarma. Arada sıkışan ODTÜ’lü öğrenciler ana kapıya yöneldiklerinde, jandarmanın ateşiyle karşılaşıyor.
8 Haziran 1977. Ertuğrul kanlar içinde yere yığılıyor. Derinden bir ses yükseliyor, "Vuruldum, ey halkım". Salihli’de cenaze törenine binlerce kişi katılıyor. 1977’den sonra, anne Ayşe Karakaya her yıl 8 Haziran günü oğlunun mezarı başına gidiyor. Diğer çocukları, kardeşleri, torunlarıyla birlikte oğlunun anısını yad ediyor.
Geçen yıl 8 Haziran’da mezar başında başkaları da var, polis memurları. Mezara gelenleri videoya çekiyorlar. Yargıç kararı yokken, Ertuğrul’un ölümünün 29. yılında, nedense, video çekimleri. Video, polis derken TCK madde 215 devreye giriyor, anne Ayşe Karakaya dahil, mezarın başında toplananlar hakkında. "İşlenmiş olan suçu veya işlemiş olduğu suçtan dolayı bir kişiyi alenen öven kimse, iki yıla kadar hapisle cezalandırılır." İddianame otuz yıl geriye gidiyor, Ertuğrul Karakaya’nın ODTÜ-DER üyesi olarak, güvenlik güçleriyle girdiği çatışmada öldürüldüğünü yazıyor. Yani, Ertuğrul suçlu. Ne var ki, Ertuğrul’un adli sicilde hiçbir suçu, hiçbir sabıkası yok.
Videoda görüntü var, ses yok. Polis kayıtlarında, anne Ayşe’nin oğlunun cesur ve iyi insan olduğunu söylediği, mezara gelenlerin, "Ertuğrul yaşıyor, mücadele sürüyor, devrim şehitleri ölümsüzdür" diye slogan attıklarını yazıyor. Suç bu, suçluyu övmek bu. Anne yüreğine hançer saplamak gibi. Oğlunun öldürülmesinden otuz yıl sonra, aynı gün, 8 Haziran 2007’de, 73 yaşındaki Ayşe Karakaya ile beraber toplam yirmi kişi, bu suçtan dolayı, mahkemede hesap veriyor.
Mahkeme otopsi raporlarını istiyor. Ölümünden otuz yıl sonra, kurşun sırtından mı girmiş, göğsünden mi, iç organları parçalanmış mı? Önceki gün Salihli’de duruşma. Mezar başında video kaydı yapan memurların tanıklığı gerek. Ancak, duruşmaya gelmiyorlar. Birkaç gün önce, "can güvenliğimiz yok", diyerek, duruşma dışında, gelip ifade veriyorlar.
Tanık olarak ifade verirken, savunma avukatları yok. Avukatlar, "Bu CMUK’a aykırıdır" diyerek, yargıcın mahkemeden çekilmesini (reddi hakim) talep ediyor. Duruşma eylüle kalıyor.
Ayşe Karakaya duruşmaya katılmıyor. O yine oğlunun mezarının başında.