Paylaş
Bu sözleri geçen cuma günü Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ basın toplantısında söylüyor.
Başbuğ’un hakkında soruşturma açmaya gerek görmediği Albay Çiçek, 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nce tutuklanıyor. Örgüt üyesi iddiasıyla.
Başbuğ aynı basın toplantısında, askeri savcılığın yanısıra, sivil savcılığın da harekete geçebileceğini belirterek, “elinizde ne belge varsa, bana verin, ben gereğini yaparım” diyor.
Askeri savcılık belgeyi soruştururken, İstanbul’da sivil savcılarla görüşüyor. Sonra, Albay Çiçek’le ilgili bulguya rastlamıyor ki, soruşturmaya gerek kalmadığını açıklıyor.
Ama Albay Çiçek tutuklanıyor. O halde, sivil savcıların elinde askeri meslektaşları ile paylaşmadıkları bilgiler var.
İLK KEZ GENELKURMAY
Albay Dursun Çiçek Genelkurmay karargahında. Böylelikle Ergenekon, Genelkurmay’a kadar sızmış oluyor.
Orada görev yapan albay rütbesinde muvazzaf bir subay tutuklanıyor. Genelkurmayda bu bir ilk.
Başbuğ sürekli olarak, demokrasiyi savunuyor ve “darbeyi aklından geçiren birini ordudan atarım” diyor. Bunda çok içten ve dürüst, inanarak söylüyor.
Ama, şimdi kendi karargahından bir albay, örgüt üyeliği, iddiasıyla tutuklanıyor.
YIPRANMA VE ZAFER
Ne garip, 7.5 saatlik MKG toplantısından sonra, devletimizin kurumlarını yıpratmaya yönelik beyan ve yayınların ülkemize fayda sağlamayacağı belirtiliyor.
Ancak, gelinen noktada beyan ve yayınların ötesinde, fiili ve hukuki bir durum var. Bir tutuklama kararı var. Ve Orgeneral Başbuğ’un açıklamaları var.
O tutuklama kararı ile Başbuğ’un açıklaması birbiriyle fena halde çelişiyor. Beyan ve yayına gerek bırakmayacak biçimde, kendi mekanizması içinde, devletimizin kurumunu yıpratıyor. Orduyu.
AKP iktidara geldiğinden bu yana, seçimler hariç, en büyük zaferini kazanmış gibi.
Albay Çiçek’in tutuklanması ve MGK toplantısıyla noktalanan bu süreç, 30 Haziran’a rastlıyor.
30 Haziran, sivil darbe günü.
Sivil-asker ilişkisinde denge artık Tayyip Erdoğan’dan yana.
Sivil-sivil ilişkilerinde ise, Erdoğan’ın zaten el atmadığı alan yok. Medya, yargı, sivil toplum kuruluşlarını ele geçirmek.
30 Haziran bu yönde en büyük adım. Ne kadar işe yarayacak, o belli değil.
ÜNİVERSİTE öğrencisi sabahları derslere yorgun argın geliyor. Derste uyukluyor. Hocası sorunca:
“Sabaha kadar şoförlük yapıyorum, biz ailece yurt dışına tekstil ihraç ederdik, bu arada ev almıştık, borcumuz vardı, krizle birlikte çöktük. Ne malımızı satabiliyoruz, ne borcumuzu ödeyebiliyoruz, aldığımız evi sattık, zor geçiniyoruz, ben de şoförlük yapmak zorunda kaldım”.
Şoförlük ek gelir sağlıyor ama, yine de geçim sıkıntısı sürüyor.
Bu gerçek olay tek değil. Bunun gibi binlerce örnek var. Özellikle küçük ve orta boy işletmelerde. Kriz öncelikle onları vuruyor.
Öyle sarsıcı bir vuruş ki, 2009’un ilk çeyreğinde Cumhuriyet tarihinin en ağır küçülmesi yaşanıyor. İşsizlik, üretimde düşme, ihracatta azalma, gelirde gerileme. Kefeni sadece mali sektör (bankalar) yırtıyor, geri kalan tüm sektörler küçülüyor.
Çevreme dikkat ediyorum, eskiden daha rahat para harcayan insanlar, uzun zamandır tüketimlerini kısıyor, gelirleri ciddi olarak düşüyor.
Dünyada krizi en ağır yaşayan üç, dört ülkeden biri de,Türkiye.
Buna karşılık, Tayyip Erdoğan, kaderin cilvesi, tarihin en ağır ekonomik küçülmesinin açıklandığı gün, yaptığı konuşmada, “krizi en az hasarla biz atlattık”diyebiliyor.
Savaş yıllarını anımsatan ekonomik küçülme, diğer ülkelere bakınca, iktidarın Türkiye’de krizi çok kötü yönettiğini gösteriyor. Pembe tablolar çizmek durumu kurtarmıyor, hep birlikte çukura yuvarlanıyoruz.
Asıl gündem işte bu. İktidarın iktidar olduğunu göstereceği asıl alan bu. Yoksa toplumla her alanda bilek güreşi yapmak değil.
Paylaş