Paylaş
Ortalık isimlerden geçilmiyor. 28 Şubat döneminin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e kadar uzanan öfke nöbetleri ne akıl süzgecinden geçiyor, ne mantık. Ciddi bilgi eksiklikleri de, cabası.
“Şimdi bizim dönemimiz” naraları eşliğinde, 28 Şubat’la hesaplaşırken, ipin ucunu kaçırmaya heveslilere gün doğmuş gibi.
O ciddi bilgi eksikliklerinden biri hafta başında Taraf gazetesinde iki gün yayınlanan bir yazı dizisinde su yüzüne çıkıyor. 28 Şubat sürecinin belki en kritik siyasi manevralarından biri.
Başından beri hep ne anlatılıyor? Cumhurbaşkanı Demirel, Erbakan’ın istifasından sonra Başbakanlığı Çiller’e vermedi, Çiller yerine Mesut Yılmaz’ı tercih etti.
Bu doğru. Ama, bu doğrunun arkasından ağır suçlama geliyor. Askerler Çiller’e vermesini istemedi, onun için 28 Şubat’ta Demirel de sorumludur.
Öyle mi, değil mi, işte şimdi bu suçlamaları yaya bırakan çok başka bir açı.
ÇEVİK BİR’İN SÖZLERİ
2001 Ekim ayında Türkiye’nin stratejik öneminin tartışıldığı bir panel düzenleniyor. Panele bazı emekli orgeneraller ile emekli büyükelçiler katılıyor. Panel Ulusal Strateji Dergisinde yayınlanıyor. Derginin Yazı İşleri Müdürü Can San.
Can San hafta başında Taraf’ta yazdığı yazıda panelden sonra katılımcılara yemek verildiğini belirtiyor, yemekte emekli orgeneral Çevik Bir’in şu sözlerini aktarıyor:
“28 Şubat’ta Demirel fırsat kaçırdı. Teknisyen hükümeti kurmak varken hükümeti Mesut Yılmaz’a teslim etti”.
Bunun anlamı şu. 28 Şubat’ta askerler ne Erbakan’ı, Çiller’i, ne Yılmaz’ı istiyor. Siyasilerin yerine, teknisyenlerden oluşan bir hükümet istiyor.
Nedir bu? 12 Mart Modeli. 12 Mart 1971 darbesinde parlamento açık, siyasal partiler açık, hükümet bir siyasinin, Nihat Erim’in Başbakanlığında teknisyenlerden oluşuyor.
DEMİREL ENGELLEDİ
28 Şubat’a ortak oldu, diye hedef tahtasına oturtulan Demirel, belli ki, çok başarılı bir siyasi manevra ile 28 Şubat’ın 12 Mart benzeri bir darbeye dönüşmesine engel oluyor.
Askerler teknisyen bir hükümet beklerken, Demirel, Başbakanlığı Mesut Yılmaz’a veriyor. Askerin beklentisini boşa çıkartan bir taktik.
Teknisyen hükümetin özelliği 12 Mart’ta belli, askerlerin perde arkasında egemen olduğu bir yönetim biçimi. Görünüşte Meclis açık, her şey sanki demokrasiye uygun gelişiyor, ama siyasi partiler ve siyasiler fiilen tasfiye edilmiş, askerler teknisyen hükümet üzerinden ülkeyi yönetiyor. Demirel işte bunu önlüyor.
Can San’ın açıkladığı Çevik Bir’in sözleri 28 Şubat sürecinin bilinmeyen bir yönünü gün yüzüne çıkartıyor. Üzerinde durulması şart olan bir açı.
Bilgi eksikliği ile ortaya çıkıp, kin ve nefretle önüne geleni suçlamak kolay. Perdeyi aralayınca, işler sıradan suçlamalarda göründüğü kadar basit değil.
Kırkıncı yılda saygıyla
1972 Mayıs, Tuzla Piyade Okulu. Askerliğimi yapıyorum, okulda henüz öğrenciyim. 1970’lerde altı ay okul, sonra asteğmen olarak kıtaya.
O uğursuz gün gelip çatıyor, 6 Mayıs günü Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan idam ediliyor. Sabah 7.30 radyo haberlerinde TRT uzun uzun idam haberini yayınlıyor. Birileri oralı değil, gülüp oynuyor, seviniyor. Ben göz yaşlarımı tutamıyorum. Belli ki, aramızda MİT ajanları var, onlar herkesi Denizler aleyhine tahrik ediyor. Askeri okulun hoparlöründen verilen idam haberi her yerde çınlıyor. MİT ajanları ortada fink atıyor.
Sanıyorum, o sırada mimleniyorum. Derken abuk sabuk bir gerekçe ile askeri mahkeme, altı ay hapis, sonra iki aya indiriliyor, ardından asteğmen çıkmayı beklerken, sakıncalı piyade olarak çavuş çıkıyorum ve doğru sürgün alayına. Orası ayrı bir kitap.
Yarın Denizler’in idamının kırkıncı yılı. Yarın Ataşehir’de Zülfü Livaneli’nin konseri var. Muhtemelen pek çok yerde anma toplantıları.
“Üç fidanın” anısı önünde saygıyla eğiliyorum. Günümüzün döneklerini ibretle bu saygıya davet ediyorum. Hala bir onur kırıntısı kalmışsa.
“İlan edilmiş facia”
İSTANBUL’da muhtemel bir depremle ilgili olarak artık dünya basını da yayın yapmaya başlıyor. Son örnek, 26 Nisan tarihli Almanya’da yayınlanan haftalık Die Zeit gazetesi.
Gazetede depreme çok geniş yer ayrılmış. İstanbul’da önümüzdeki otuz yılda büyük bir deprem yaşanması olasılığını yüzde 60 olarak belirten haberde İstanbul’un hiç bir biçimde depreme hazırlıklı olmadığı vurgulanıyor. Onun ötesinde, insanların deprem tehlikesini ciddiye almadığı örneklerle anlatılıyor. Binaların nasıl çürük yapıldığı, bundan belediye başkanlarının da şikayet ettiği yazılıyor.
Gazetenin kullandığı başlıkla, “ilan edilmiş facia” olsa da, binlerce kişinin ölebileceğini herkes bilse de, ne gam, insanların pek de umurunda değil. Zaten uzun röportajı yazan Alman gazetecinin aklının almadığı da, bu umursamaz tavır.
Oysa, belirtildiği gibi, depremde zarar görecek olan sadece binalar değil, köprüler, otoyollar, fabrikalar ve hava alanları.
Vur patlasın, çal oynasın, depremse deprem. Burası Türkiye.
Paylaş