Paylaş
Cumhuriyet döneminin en önemli işçi eylemini hatırlamamak elde değil. 1991’deki büyük madenci grevi ve direnişi...
Hem süresi (37’si Zonguldak merkez ve ocaklarda, gerisi jandarmanın barikat kurarak engellediği Ankara yürüyüşü olmak olmak üzere toplam 50 gün süren eylem), hem de katılan işçi sayısı bakımından (35 bin madenci ve aileleri dahil zaman zaman 100 bine ulaşan gösterici); John Steinbeck’in ‘Gazap Üzümleri’ diye romanlaştırdığı, 3 milyon göçmen tarım işçisinin Oklahoma’dan California’ya giderken çektikleri sıkıntılar ve Mao’nun Çin devriminin temellerinin atılmasını sağlayan ‘Büyük Yürüyüş’ ile kıyaslanabilecek bir eylemdi. Belki de kalabalık olarak en büyük işçi eylemiydi. Toplu iş sözleşmesi görüşmelerinin uyuşmazlıkla sonuçlanması üzerine eyleme gidilmişti. İşçiler, “91, 4 Ocak hesap günü olacak” diye bağırıyordu.
ŞEMSİ DENİZER EFSANESİ
İşçilerin başında Türk-İş’e bağlı Genel Maden İşçileri Sendikası Genel Başkanı Şemsi Denizer vardı. Özal hükümetinin hedefiydi Denizer ve sendikası...
Özal, maden ocaklarını özelleştireceğini, hatta bazılarının da kapatılacağını söylüyordu.
İşçiler ise Özal’a tepkilerini “Ankara’nın şişmanı...” diye gösteriyorlardı. Sonunda işçiler bir ölçüde haklarını aldılar. Daha doğrusu reel ücret bakımından geriye dönük iki-üç yıllık kayıplarını karşıladılar.
Bu Özal döneminin ‘kırılma’ noktası oldu. Ama enerjide, daha doğrusu kömürde üretim kapasitesinin düşürülmesiyle ithalata dayalı bir sistem gerçekleşmişti.
Daha sonraki iktidarlar, Denizer’in kararlı tutumu karşısında maden işçilerinden uzak durdular hep. 1991 ve 1999 krizleri, kaybeden işçiler oluyor yine... Olumsuz tablo, AKP iktidarının işine yaradı; ‘seçim rüşveti’ne dayalı anlayış nedeniyle ‘üretim pompalaması’ oldu. Emekli olanların yerine de yandaş kadrolar yerleştirildi. Bugün TTK’de 8.500 kişi işçi çalışıyor; özel sektöre kiralanan ocaklarda çalışanları da dahil edilirse geçmişte 45 bin olan sayı bugün 10 bini zor buluyor.
TTK MÜDÜRÜ HEDEFTE
Ancak hükümet kömürün parasını ödemiyor. Yani kamu, kamuya borcunu vermiyor. Sonuçta TTK yine batakta; TTK Genel Müdürü Rıfat Dağdelen de, AKP’nin hedefi olmuş. Sendika ve CHP çevrelerinden, Dağdelen’in, AKP’nin şahsi taleplerini yerine getirmediği için görevden alınacağı haberleri yayılıyor. AKP örgütünün aksine AKP Zonguldak Milletvekili Köksal Toptan, ”Rıfat Dağdelen 6 yılı aşkın bir süreden beri çok başarılıdır” diyor. AKP Zonguldak ve Ereğli’de kaybettiği seçimlerin hıncını alıyor; herhalde neden neden var; “bir AKP’li Rıfat Dağdelen’in makamına göz koydu!”
‘İlk’leriyle bir Fazıl Say portresi
? ZONGULDAK Karaelmas Üniversitesi Rektörü Prof. Bektaş Açıkgöz,
Fazıl Say’a, üniversitenin ‘onursal doktora’ unvanını verirken, gerekçelerini şöyle açıklıyor:
“Fazıl Say’ın müzikte öne çıkardığı göstergeler, halk müziğimizin, hatta âşık geleneğimizin temalarına yöneltmek, divan musikimizin usulleriyle klasik müziğin ritmik sistemini birleştirebilmek, kendi eserlerinde ney, kudüm, darbuka, bendir, köy davulu gibi geleneksel çalgılarımıza piyano ile birlikte yer vermek, klasik müzikle caz sanatını kaynaştırabilmek, Amerika’dan Güney Afrika’ya, Asya’dan Güney Amerika ve Avustralya’ya, Avrupa’dan Uzakdoğu’ya kadar bütün kültürlere yakınlık göstermek ve bilgisayar teknolojisiyle piyanistliği birleştirebilmek ‘ilk’lerdir. Evet Stravinski’nin ‘Bahar Ayini’ adlı dört el piyano için eserini, Fazıl Say’ın bilgisayara endeksli piyanoyla tek başına aynı klavyede dört el seslendirmesi, müzik tarihine bir ‘ilk’ olarak geçmiştir. Çağımızın en tanınmış orkestra şefleriyle beş kıtada yılda ortalama 150 konser veren sanatçımızı, dünyanın ortasında bir Türk ve Türkiye’nin ortasında bir dünya sanatçısı olarak selamlıyoruz.”
Rektör Açıkgöz, Fazıl Say’a ödül önerisini getirenin ve konser afişini hazırlayanın, Konservatuvar Müdürü Doç. Dr. Aydın İlik olduğunu söyledi. Ne yazık ki, Zonguldak’a çok şey katan İlik 7 Ağustos’ta ölmüş. Öğretim üyeleri ve öğrencileri çok hüzünlüydüler konser boyunca.
İYİ Kİ ÜNİVERSİTE VAR
Kentin coğrafi konumundan ötürü kentsel gelişimi oluşamıyor. Çaycuma’daki havaalanı yeterli oranda iç yolcu bulunamadığından çalışamıyor. Çaycuma’daki Filyos Vadisi’ne hani liman yapılacak, fabrikalar kurulacaktı? Unutulmuş bile.
Kentin içinden kamyon ve TIR’ların geçişini dışarı atacak, 1970’lerin projesi 1.100 metrelik Mithatpaşa Tüneli’nden hâlâ haber yok. Bunun için açılan imza kampanyasını 35 bin kişi imzalamış. Emekli maaşı alabilmek için boşanmış gözüken 1200 kişinin dosyalarının incelemeye alınması ayrı bir endişe kaynağı... Kaçak ocakların çalıştırılmasına engel olunamıyor; kayıt dışılık artıyor. Ve 1974-1988 yılları arasında 14 yıl birinci ligde oynayan Zonguldakspor, madenin kaymağı bitince bugün amatör lige düşmüş. Eğer 17 bin öğrencinin okuduğu bu üniversite de olmasaymış, Zonguldak iyice çökermiş. İyi ki böyle bir başarılı rektörü var; halkla öğrencileri kaynaştıran; yatırımlar yapan... Önümüzdeki yıl sonuna doğru görev süresi bitiyor; ondan sonrası daha ‘karanlık’tır.
Garip bir sistem
“Özalizmden sonra Erdoğanizmde de ekonomi büyüyor ancak işçi ücretleri yükselmiyor. Üstelik çalışan sayısı da artmıyor. Bu ne demek, bir kitleden alınıp bir başka kitleye kaynak aktarılıyor. Kimden, halktan... Böylece de gelir dağılımı, dünya dengelerinin çok üzerinde bozuluyor.
Ekonomi büyürken işçinin pay almaması çok çarpık bir şey. Yani ekonomide toparlanma yok, artı istihdamda da yok. Sistem, Çin’deki dampinge göre oturtulmuş vaziyette; ithalata dayalı ihracat sistemi de bu yüzden geriliyor.”
Tedirginim
? AYAKKABI fırlatan gencin veya İzmir’de Başbakan’a sesini duyurmak isteyen, İstanbul Üniversitesi’nde ‘açılım’ ile ilgili tepki gösteren gençlerin duygularını anlamak zorundayız. Onlar genç ve gelecek onların.
Demokrasi otoriterlikten, oligarşiden uzak özgür sorgulamaktır. Söz söyleme hürriyeti engellenirse iş nereye varır bilinmez. O yüzden Avrupa’da yaşayan bir akademisyen olarak gidişattan tedirginim.
Funda YAMANEL-L.S.E.-LONDRA
Paylaş