Yalçın Bayer: Yetki aşımı ve kargaşa

Yalçın BAYER
Haberin Devamı

CUMHURBAŞKANI Sezer'in, Ecevit hükümeti tarafından hiç değiştirilmeden tekrar kendisine gönderilen memurlara ilişkin KHK'yi ikinci defa imzalayıp 'veto' etmesi, Türkiye'nin siyasal rejimiyle ilgili çok önemli ve o ölçüde de tehlikeli bir gelişmedir.

Sezer, 'hukuk adamlığı' ile 'devlet adamlığı'nı birbirine karıştırmıştır. Oysa artık Sezer'in sırtında yargıç cüppesi yoktur.

Bir Cumhurbaşkanı 'yargı'ya ait denetim yetkisini, kendi yetkileri arasında kabul edip kullanmaya kalkarsa, siyasal rejimimize rahatlıkla 'parlamenter' diyebilir miyiz?

VETO YETKİSİ

Bir kez daha vurgulamakta yarar var:

Cumhurbaşkanı'nın, Bakanlar Kurulu'nun ısrar ettiği KHK'yi ikinci kez imzalayıp geri göndermesi vahim bir hatadır. Sorun bir kişilik sorunu değil, bir hukuki yetki sorunudur. Cumhurbaşkanı'nın KHK'yi ikinci kez geri çevirme yetkisi yoktur.

KHK gerçek bir yasama işlemi olduğundan yasadaki prosedürü burada da aynen geçerli saymak gerekir.

Cumhurbaşkanı'nın KHK'leri imzalama yetkisi bir onay işlemi değildir. KHK'ler yayınladıkları gün TBMM'ye sunulurlar, aksi takdirde yürürlüğe giremezler. TBMM; KHK'leri öncelik ve ivedilikle görüşür, onaylar, reddeder ya da değiştirerek kabul eder. Görülüyor ki, bütün bu aşamalarda yetki TBMM'nin elindedir.

Parlamenter sistemlerde cumhurbaşkanı yürütme organının sembolik başıdır. Cumhurbaşkanı imzaladığı kararnamenin siyasal sorumluluğunu taşımaz. Yürütme organının sorumlu kanadı Bakanlar Kurulu'dur.

Cumhurbaşkanı, kanunları ve KHK'leri, Anayasa'ya aykırılığı iddiasıyla Anayasa Mahkemesi'nde iptal davası açma yetkisine sahiptir. Görülüyor ki, Cumhurbaşkanı'nın KHK'lerin iptali için Anayasa Mahkemesi'ne dava açma yetkisi, onay ya da veto yetkisine sahip olamadığının başlı başına bir kanıtıdır.

Bunları biz değil, konunun uzmanı Yıldız Üniversitesi'nden Prof. Dr. Fazıl Sağlam söylüyor.

Bu bakımdan önceleri ‘‘Cumhurbaşkanı'nın yetkileri fazladır’’ diyen Sayın Sezer'in bu göreve getirildikten kısa süre sonra tartışmalı ve fazladan yetkiler kullanması son derece düşündürücü ve kaygı vericidir.

HUKUK FETİŞİZMİ

Prof. Dr. Yaşar Karayalçın, hukuk fetişizmi tehlikesini vurguluyor.

Yani hukuku kutsallaştırıp, tapma düzeyine varan hayranlığı dile getiriyor. Hukuk fetişizminde tehlike kendi görüşüne, isteğine, tercihine aykırı her ilke veya kuralın 'hukuka aykırı' olduğunun ileri sürülmesi; bunlara uygun her kural ve çözümün de 'hukuk devleti', 'hukukun üstünlüğü' ilkesinin tartışılmaz sonucu olduğunun kabul edilmesidir...

Prof. Karayalçın'ın bu uyarısını son zamanlarda 'polis devleti' ve 'hukuk devleti' konularında aşırı uçlara savrulmanın moda olduğu bir dönemde son derece anlamlı buluyoruz.

Sonuç olarak Ecevit hükümetinin çıkarmak istediği KHK'nin içeriğine yönelik eleştiriler haklı olabilir, Anayasa'ya aykırı da bulunabilir. Ama bütün bunlar Cumhurbaşkanı'na KHK'yi imzalamayıp veto etme yetkisi vermemektedir. Denetleme yetkisi, iptal açılırsa Anayasa Mahkemesi'nindir. Bir de kuşkusuz KHK'nin nihai olarak onaylanması reddi ya da değişikliğe uğratılması TBMM'nin yetkisindedir.

'Yetki aşımı ve kargaşası' ülkeye zarar verir.

Tuna DURMAZ-İSTANBUL

Yolsuzluklara karşı da

bir 28 Şubat lazım

BİR dostumuzla konuşurken, ‘‘O kadar yazılıp çiziliyer, yolsuzluk ve hırsızlıklara karşı da bir 28 Şubat gerekmiyor mu’’ dedi.

Hemen hatırladık...

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu, bundan bir süre önce Yolsuzlukla Mücadele Derneği'ni kabul etti. ‘‘Artık tehdit değerlendirmelerimiz içinde irtica birinci sıradadır, yolsuzluklar ikinci durumdadır’’ demişti.

Yani yolsuzluk olayları, bölücülüğün üzerine geçmişti.

Kamuoyunca da kabul edilen bu gerçeğin, Türkiye'yi tehdit eder boyutlara ulaştığı gün gibi ortada.

28 Şubat süreci nasıl başlamıştı?

Hükümete, basına, sivil toplum örgütlerine brifingler verildi.

Ne dendi?

‘‘28 Şubat'ın tehdit değerlendirmeleri değişmiştir. Bölücülük ikinci sıraya düşmüştür, irtica ilk sıraya geçmiştir, harekete geçilmesi gerekiyor.’’

28 Şubat böyle doğmuştu.

Siyaset-bürokrat ve işadamlarının adlarının karıştığı, neredeyse Türkiye'nin ihracatının yarısının hayali olduğunun ortaya çıktığı polis operasyonları sonuçları da Türkiye'nin nasıl bir soygun düzeni içinde olduğunu göstermiyor mu?

Bu yolsuzluklar sadece gazete sayfalarında yazılıp adliye koridorlarında yankı bulmakla kalamaz.

Çünkü yolsuzluklar artık Türkiye'yi içten içe kemiriyor, öz gücünü zayıflatıyor, üretim yapılamıyor.

Dış tehditten daha önemli aciliyet göstermektedir.

Dolayısıyla yolsuzluklar da bir ulusal güvenlik sorunu haline gelmiştir.

MGK bugün toplanırken bunlar aklımızdan geçti.

Ya Altınbaş

hangi siyasilere

para vermişti?

BARTIN eski milletvekili, bakan ve DYP Genel Başkan adayı Köksal Toptan'ın, 'Balina Operasyonu' sanıklarından Mehmet Niyazoğlu'ndan 10-15 milyar lira 'katkı' aldığını açıklamıştı ya...

M. Salih Keskin, ‘‘Paraşüt Operasyonu'nda atlanan çok önemli bir konuyu hatırlatmak istiyorum’’ diyor:

‘‘Ünlü işadamı Yasin Altınbaş acaba hangi siyasi çevrelerin kampanyalarına karınca kararınca katkıda bulunmuş, hangi milletvekili ve belediye başkanı adaylarının kampanyalarına yardımlar yapmıştır? Şu banka havaleleri bir incelense de görsek...’’

Bakalım hangi siyasetçi ortaya çıkıp ‘‘Evet Yasin Bey, bana seçimler için para vermişti?’’ diyerek yüreklilik gösterebilecek?

17 Ağustos'ta her şeyini kaybetmiş biriyim. Yunanistan tüm depremzedelerine para verdi ve sorunu yendi. Ama bizde şikáyetlerin bini bir para... Konutu yıkılanlara hani 6 milyar verilecekti. 6 milyar o gün 25 bin marktı, bugün 18 bin mark... Bana verilecek 6 milyarla ben nereden ev alabilirim, lütfen cevap verin.

S. Arif POTAMOS-ERENKÖY

Yazarın Tüm Yazıları