Paylaş
Başbakan'a gazetecilik dersleri (3)
Amerikan Anayasası’nın 1. eki, kongrenin basını kısıtlayamayacağını belirtir. Bu hüküm artık tüm dünyada bir içtihattır. Ancak bu içtihadın uygulanması için iyi de anlaşılması gerekiyor.
Özellikle Türkiye’de bu pek bilinmez. Bu konuda öncelikle, siyaset ve iletişim sosyoloğu Serdar Taşçı’nın "Siyaset Felsefesi, Medya ve Ahlak" isimli kitabında yer alan ’First Amendment Yasası ve Demokrasi: Yeni Teknolojinin Meydan Okuması’ başlıklı makale okunmalıdır.
Sonra şu öğrenilmelidir; yazılı basın ayrı, elektronik medya ayrı olgulardır. Konuyu biraz açalım:
Yazılı basın, yani ’press’, doğada sonsuz sayıda üretilebilen káğıda dayanır. İnternet gazeteciliği gelişse bile, bu işin temeli káğıttır.
Elektronik medya ise kamusal kaynak olarak frekansları kullanır. Bu kamusal kaynak nasıl kullanılır? Televizyonlar kamusal hizmet yaptıkları için bu kamusal kaynağı kullanırlar.
İşte yazılı basın ile elektronik basın arasındaki bu doğal fark, aralarında hukuksal farka da yol açar. Elektronik medyanın özgürlük alanı yazılı basının özgürlük alanı ile eşdeğer değildir.
Burada önemli olan, yazılı basının özgürlük alanının daraltılamaz oluşudur.
Bu hukuksal açıdan da mümkün değildir, siyasi açıdan da...
İşte Başbakan bunu yapamadığı için ’Basın ekonomisi’ ile oynamayı seçmiştir. Örneğin, medya grubu aleyhine yaptığı açıklamalar hem şirketlerin borsa değerini etkiliyor; hem de reklamvereni gizil olarak baskı altına almayı hedefliyor.
ELEŞTİRİLERİ GÖĞÜSLEMEK ZORUNDA
Ülkeyi yöneten kişilerin, bu makamda olmaları, çok sert eleştirilmelerini de gerekmektedir.
"Namussuz, haysiyetsiz, şerefsiz, ahlaksız" gibi çok ağır hakaretler yapılmadığı sürece bu makamda oturanlar, eleştirileri göğüslemek zorundadır.
O eleştirilerin kişiliğine değil, makamına yapıldığını bilmelidir.
Peki, bunu basın yapmazsa toplumda bu eleştiriyi kim yapacaktır?
Gazetelerin, televizyonlar gibi bir RTÜK’ünün olamayacağı hiç düşünülmez mi?
Eleştiri olmayan bir toplumda, ne ifade özgürlüğü ne de demokrasi gelişebilir. Bu ise Başbakan’ın ağzına pelesenk olan Avrupa Birliği hedefinden sapmak anlamına gelir.
Ülkeyi yöneten kişilerin, kamusal hizmet yapan gazetelerin kendilerini eleştirmesinden dolayı duyduğu tepkiyi bu denli şiddet ve şantaj boyutuna taşımaları bile basının eleştirilerinin haklılığını gösterir.
Basınla uğraşan, ona tavır koyan, düşmanlık saçan bir iktidarın ülkeye hiç hayrı olmamıştır.
Damadın Pravda’sı
SOVYETLER döneminde Pravda, Komünist Partisi’nin yayın organı idi... Direkt merkez komitesinin yayın organı olmayan ise ’İzvestiya’ydı.
Pravda ’Gerçek’, İzvestiya da ’Haber’ demek.
Komünist dönemde Rusların bu gazeteler için bir esprisi vardı:
"İzvestiya’da gerçek, Pravda’da haber yoktur."
Başbakan, yandaş medyasının Sovyet Rusya’daki gibi olmasını mı istiyor, nedir?
’Vakit’te Sabah’, ’Sabah’ta Vakit’ olur mu?
KGB’nin başındayken bunları nasıl idare ettiğini ’kadim’ dostu saydığı Putin’den öğrenebilir Başbakan... Karşılığında da Putin’e yandaş olmayan medyayı nasıl susturmak istediğini anlatabilir.
Başbakan’ın bunları Sabah gazetesinin başındaki damadına anlatabilir.
Bu arada Deniz Ticaret Odası’nı da uyarmak gerekiyor: Damadın bir gazetesi oldu, Başbakan rakiplerini batırmak istiyor. Aman dikkat oğlunun da gemisi var!
Biz de dinci marketlerden alışveriş mi etmeyelim
Bu boykot zaten yıllardır yok mu
BAŞBAKAN medya düşmanlığına ilişkin sözleri arasında "Size karşı biz de bu kampanyayı başlatacağız" diyor. Yani ayrımcılığın dik alakasını yapıyor. Kendisini hata yaptığı zaman alkışlamayan, gerektiği zaman eleştirebilen özgür basını istemiyor.
İyi güzel de AKP’ye oy verenler arasında acaba kaç kişi para vererek gazete okuyor? Keşke böyle bir araştırma yapılsa da biz de bilsek. Erzurum Aşkale’de bu yıl kısa dönem jandarma olarak askerliğimi yaptım. Sabahları gazete almak için karakoldan çarşıya beni yollarlardı. Benim tanık olduğum manzara ise şöyleydi:
Neredeyse esnafın %90’ında Deniz Feneri’nin plastik yardım kutucuğu bulunuyordu. Hatta gittiğim bazı dağ köylerindeki bakkal amcaların raflarında bile bu kutucuğa rastladım. Sabahları ise 2 kişinin esnafa Zaman, Yeni Şafak, Star, Vakit gibi gazeteleri kapı-kapı gezerek bıraktıklarına şahit oluyordum. Bu adamların belki bazıları abonedir diyelim ama tıraş olduğum berber kandisine bedava bırakıldığını ve spor sayfası dışında gazete okumadığından da gazete adının fark etmeyeceğini belirtmişti.
Anlatmak istediğim spor sayfası bahanesiyle bile olsa bedava dağıtıldıkları tahmin edilen bu tür gazetelerin, okuma alışkanlığı az olan milletimiz tarafından hiç yoktan manşetine göz gezdirildiğidir. Manşetler ise o gün berberdeki, kasaptaki, kahvedeki sohbetlere etki etmektedir. Şimdi Sayın Başbakanımıza seslenmek istiyorum:
Bu boykot yıllardır uygulanmıyor muydu? Devlet televizyonunda bile sabah programlarında hangi gazeteler sırayla okunuyor? Size oy verenler kapıkulu mu ki, istediğinizi okuyacaklar, istemediğinizi boykot edecekler?
Ben de buradan din istismarı ile yükselen marketlerden (isimlerini zikretmeye gerek yok) cumhuriyetçi ve Atatürkçülerin alışveriş yapmamasını talep mi edeyim?
Engin BALIM
Gene ’Kuşa bak’
İKTİDAR, gazetecilerin gerçeği yazmamasını; kandırdıklarının da ’görmemesini, duymamasını, bilmemesini’ istiyor... Bu tehditler karşısında, bundan sonra bir gazeteci bir yolsuzluğu araştırmak için gittiği kentte dövülürse, makinesi kırılırsa... gazete dağıtan araçlar tahrip edilirse... bürokrat, bir gazeteci ile konuşmaktan korkarsa... bir kamu kurumu ilan ve reklam vermekten kaçınırsa...
5 teğmen ile Seyhan Soylu (Sisi) aynı gün gözaltına alınıyorsa... Ve bir başbakan ülke insanının bir kesimine karşı savaş açmışsa... Şaban Dişli bombası, Gaziantep fıstık arsası ve Deniz Feneri gibi yolsuzluklardan sonra biz hep ’kuşa bak’larla mı aldatılacağız?
Başbakan’ın gene bunları ’dondurma’ya aldığını bilin. Önümüzdeki günlerde karşımıza kabine değişikliği (5 bakan mı gidiyor yoksa?) gelirse, bayram üzeri topluma hediyeler verilirse... yerel seçimler öncesinde daha çok kandırılacağız.
Paylaş