Paylaş
2014 başında, Türkiye Cumhu-riyeti’nde vaziyet ve manzara-i umumiye nasıl görünmektedir?
İktidar, devlet içinde paralel bir yapılanmadan dem vurmaktadır. Bu yapı, yine iktidar sözcülerine göre, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni bir yargı darbesi ile neredeyse, ‘inzibat çavuşluğu’ seviyesinde bir kuvvet haline getirilmek istenmiştir.
Peygamber ocağı olarak ayrı bir değer atfedilen ordu, siyasi iktidar ile yaptığı son Milli Güvenlik Kurulu toplantısında, yargı darbesi ile hapiste çürüyen komutanların yeniden yargılanmasını talep etmiş ve suç duyurusunda bulunmuştur.
Burada garip olan husus, bugüne kadar defalarca, hapisteki mağdur komutanların, yargı darbesine muhatap olduğunu ileri sürenlerin çığlıklarına kulak tıkayan TSK komuta heyetinin, Başbakan’ın siyasi danışmanı, “Kumpas” dedi diye harekete geçme ihtiyacı hissetmiş olmasıdır.
TSK, sivil toplum kuruluşu mudur, akil adamlar heyeti midir, yoksa iktidarın durumuna göre tavır belirlemeye çalışan liberal bir düşünce topluluğu mudur?... Cevabı aranan soru ortadadır. TSK’nin bu çabası ile eşzamanlı olarak Türkiye Barolar Birliği de yürütme erki ve kontrolündeki yasama organı ile işbirliği arayışlarına girişmiştir.
SİYASİ ÇIKIŞ YOLU
TBMM’nin en deneyimli üyesi olan Deniz Baykal, birikimine en çok ihtiyaç duyulan bir süreçte, basit bir kaset operasyonuna maruz kalmış ve ‘sütre gerisi’ne çekilmiş olmasına rağmen bugün, iktidar partisi tepe yöneticisi ve temsilcileri ile siyasi çıkış yolları aramaktadır. Cumhuriyet tarihinin en kapsamlı yolsuzluk ve rüşvet iddiaları karşısında zorlanan iktidara, demokratik kurumları çözüm adresi olarak göstermek suretiyle ‘ileri demokrasi’ye katkı yapmak istemesi, zamanlama bakımından soru işaretleri taşımaktadır. AKP ile birlikte, Mesut Yılmaz ve kabinesindeki bakanları, soruşturma komisyonu kararlarına rağmen, haksız ve hukuksuz olarak, Yüce Divan’a göndermekte beis görmeyen Baykal bugün, yolsuzluk iddiaları delillerle ortaya konmuş ve yargı, kolluk kuvvetleri ile bloke edilmiş olmasına rağmen, siyasi iktidara ‘danışmanlık’ yapmaya soyunmuştur.
İktidar, düne kadar, ‘cihet-i askeriyeyi’ uluorta itibarsızlaştıran ‘yargı cambazlıklarını’, çubuğunu yakmış seyrederken, şimdilerde zindanlardaki komutanları kurtarma misyonuna soyunmuş görünmektedir.
Silahlı terör örgütünün sözcüleri, yargılama süreçleri durdurularak tahliye edilmiş ve TBMM’de yemin etmeye hazırlanmakta olup, silahlı isyana karşı görev yapmış komutanlar -yargı darbeleri ile atıldıkları- zindanlarda çile doldurmaktadırlar.
HELVA KAZANLARI
İktidar ve paralel devlet kurma peşinde olduğu iddia edilen yapı, yakın zamana kadar ‘canciğer kuzu sarması’ olarak, birbirlerinin cebinden leblebi yerken, her ne olduysa, kanlı bıçaklı hale gelmişlerdir.
Cumhuriyet’in değerlerini/müktesebatını, yağma Hasan’ın böreği gibi üleşirken, hararetle paydaşlık yapanlar, bugün birbirlerinin ‘siyaseten’ ‘katli’ için ‘helva kazanları’na odun taşımaktadırlar.
İktidar, yolsuzluk soruşturması yapan yargı mensuplarına gözdağı vermekte ve savcılarla hesap görmeye hazırlandığını meydanlarda haykırmakta, iktidar yandaşları, kendileri gibi düşünmeyenlerin kökünü kazımadan yol alamayacaklarını köşelerinden iddia etmektedirler.
Yargı bürokrasisi ve güvenlik güçleri cepheler halinde bir görüntü içindedirler.
‘KANDIRILDIK’ HİSSİ
TBMM Başkanı’nın (Cemil Çiçek), Anayasa’nın 138’inci maddesinin fiilen ortadan kalktığı ve artık neredeyse önüne gelenin yargıya ayar vermesi nedeniyle feryat etmesi, Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın (Haşim Kılıç), kendilerini, “evlenme vaadi ile kandırılmış genç kız“ gibi hissettikleri itirafı, ‘ileri demokrasi’nin bir başka boyutuna işaret etmektedir.
Toplumun büyük kısmı, rüşvet ve yolsuzluk iddialarının kapsamının endişe verici boyutları karşısında, şaşkın, üzgün ve bedbindir.
2014 başında ana gündem maddeleri bunlardır... Vaziyet ve manzara-i umumiye iyi görünmemekle beraber, ümitsiz değildir.
S.Ö.
Eminağaoğlu: Gizli tanıklık kaldırılmalıdır
ÖMER Faruk Eminağaoğlu önceki gece twitterdan "TBB Başkanı, ilk adımı atmış olma telaşıyla hukuk çevrelerine danışmadan sorunu asla çözemeyecek, kişisel bir adım atmıştır" dedi.
Biz de dün bunu açmasını istedik. Yargıçlar Sendikası Yönetim Kurulu’nda Ergenekon ve Balyoz türü davalarla ilgili gelişen durum karşısında şu görüşte olduklarını söyledi. Başkan Eminağaoğlu dedi ki:
"Sabih Kanadoğlu ve Metin Feyzioğlu’nun önerileri olumlu ancak yetersizdir. İkisinin de olumlu yanlarını almak lazım; atılmak istenen başka adımlar da vardır.
Mevcut mahkemeler kapatılınca, bütün Ağır Ceza Mahkemeleri terör suçlarına bakacaktır, ancak gizli tanıklığı kaldırmadıkları için 81 ildeki bütün mahkemeler, adeta ‘terör mahkemelerine’ dönüştürülmüş olacaktır.
Bu bütün okulların ‘İmam Hatipleştirilmesi’ gibi uygulamada sonuçlar yaratacaktır.
Sadece terör mahkemelerini kaldırılması yetmez; ‘gizli tanıklık’ olayı da mutlaka kaldırılmalıdır.
Yargılamanın yenilenmesi için bu kararları veren hakimler için Başbakan ‘çete’, TBB Başkanı ‘cellat’ diyorlasa, evrensel hukukta ve Türkiye’de taraflı hakim yargılamanın yenilenmesi nenedir.
Çete ve cellat dediğiniz bir kişi, zaten ‘tarafsız’ olmayan hakimdir.
Hem bu nitelemeler yapılıyor, hem de HSYK bu çete ve cellat denilen hakimler için hem adli, hem disiplin soruşturması açmıyor, yani koruyor. Hemen soruşturma açmalıdır. Açınca durum sabitleşeceği için hem bu cemaat yapısı yargıdan tasfiye edilecektir, hem de bu tasfiye ile beraber yargılamanın yenilenmesi zaten taraflı hakim olayı tescil edileceği için kendiliğinden ortaya çıkacaktır.
Beyni ile geçinen adam; Şükrü Karaca...
O bir Türk sevdalısı idi.
ARKADAŞLARI, dün toprağa verilen Şükrü Karaca’yı anlattılar:
- BÜYÜK Azerbaycan Kurtuluş Partisi Genel Başkanı ve Milletvekili Fazil Mustafa: Şükrü Karaca, Türkiye’nin değerli aydınlarından biri idi. Azerbaycanla ilgili konularda özellikle bir Türk sevdalısı olarak davranan, her zaman gönülden hizmet vermeye çalışan bir şahsiyet idi. Onunla Keleki köyünde tanıştık. Rahmetli Elçibey’in en zor günlerinde büyük fedakarlıklar yapan, en zor şartlarda onu ziyaret eden, onun derin sevgisini kazanan bir kişiliğe sahipti. Allahın lütfüne bir bakın, ölümünden önceki gün Ankara’ya gelerek görüşmek nasip oldu değerli dostumla. Onun hizmetlerini her zaman hatırlayacağız. Allah rahmet etsin.
SAĞDA DURAN SOL ENTELEKTÜEL
- İSMET Orhan (gazeteci, yazar, DSP Yenimahalle eski İlçe Bakanı) : Yaşam elektrik devresi gibi ‘aç-kapa’ Kimin nerede nasıl devreyi kapatacağı belli olmuyor. Şükrü Karaca da tatsız bir yeni yıl süprizi ile devreyi kapattı. Sağda duran, sola açık bir entelektüel olarak o hep aramızda olacak. Ah be Şükrü abi. Hasret rüzgarın bende hep esecek. Işığın bol olsun.
ŞÜKRÜ KARACA: BEYNİYLE KAZANAN ADAM
ŞÜKRÜ Karaca’yı kamuoyu Hüseyin Kocabıyık ve Mümtazer Türköne ile birlikte Başbakanlık döneminde ‘Çiller’in üç danışmanı’ sıfatıyla tanıdı. Bu tarifle bazı insanlar, O’nu çok sevdi, bazı insanlar da bol bol eleştirdi. Aslında her üç insan da birbirinden çok farklı, ama özelliği, entelektüel bakışları olan, siyaset stratejisini bilen insanlardı. Bu sebeple Çiller başta olmak üzere siyasetçiler gitti, onlar hep gündemde kaldı. Hayat hikayeleri kitaplaştırılırsa inanın çok satanlar listesinden uzun süre düşmez.
Yakından bakıldığında Şükrü Karaca’nı düz bir insan olmadığı hemen anlaşılırdı. Hangi yanından bakarsanız kendinize ait bir doluluk vardı. Dosdoğru konuşurdu. Saatlerce dinleyebilirdi. Stratejik siyaseti çok iyi okurdu. Şairdi. Duygusaldı da. İki aşkı vardı: Eşi Nesrin, Oğlu Emre, kızı Gamze ve gelini Şeyda. En büyük hayallerinden birisi kızı Gamze’nin Nilüfer Göle gibi bir sosyolog olmasıydı. Diğeri de vatanı. Tam bir vatanseverdi.
Şükrü Karaca geçimini beyniyle sağlardı. Ancak salt maaşlı bir danışman değildi. İnanmadığı hiçbir lidere hizmet etmedi. Liderler çizgisini terk edip değişince, o sessizce kenara çekildi. Geçmişi geçmişte bırakırdı. En çok Susurluk kazası sonrası Çiller’in ‘Vatan için kurşun atan da yiyen de şereflidir.’ sözlerinin kendisine mal edilmesine takmıştı. O hoşgörülü ve suskun tavrı bu cümle gündeme gelince sona ererdi.
Şükrü Karaca Diyanet Vakfı aracılığı ile Azerbaycan başta olmak üzere Turan ellerini gezdi. Azerbaycan’a, Afganistan’daki Türkmenlere hizmet etti. Ailece hizmet ettiler. Elçibey dostuydu. BEYCAN İbrahimoğlu ve eşi Zemne hanım, Dr. Fazil Mustafa ve daha onlarcası.
KERVAN KIRAN HİKAYESİ
UĞUR Babaeker: Türküleri ve hikayelerini çok iyi bilirdi. Söylerdi de... En çok ‘Kervan Kıran’ türküsünü severdi. Mavi ve Sarı Yıldız’ın Kervancıyla bir kış hikayesidir bu türkü. Eşinin memleketi Sivas ile Erzincan arası kervanın acı hikayesidir bu. Mavi yıldızı, güneşin habercisi sarı yıldız sanan kervancıbaşının ve arkadaşlarının kar ve soğuğa yenilmesidir bu hikaye.
Siyasette Mavi Yıldız’ın kurbanı olan Ebülfeyz Elçibey de, Şükrü Karaca’nın Keleki’de söylediği ‘Kervan Kıran’ türküsünü başını omuzuna dayayarak dinlediği, Karaca’nın gömleğini ıslatarak ağladığını da bilenler bilir. Erbakan’dan, Erkan Mumcu’ya bir zamanlar kendisine ‘abi’ diyen Tayyip Erdoğan’a kadar bir çok insan için üretti. Ama asıl üretimi doğduğu vatanınaydı.
Öldüğü gece Elçibey’in yol arkadaşı Fazil Mustafa ile Ankara’da bir araya geldi. Milletvekili olan Fazil Mustafa bir toplantı için Ankara’daydı. Şükrü Karaca, Mustafa’nın çocuğunu sevdi, şen şakrak bir şekilde eve geldi. Ve zamansız bir ölümle dün ailesinin, dostlarının omuzlarında hayata veda etti. Toplanan kalabalık aslında haklarını helal ederken, bir çoğu da ‘Şükrü Abi’den helallik dilemiş oluyordu.
Şükrü Karaca’yı geç tanıdım. O bakımdan şanssızım. Şükrü Abi’yi dolu dolu ama tam tanıdım. Gönül adamıydı. Ölüm bir sonuçtur. Dünya değiştirmektir. Sebebin sonucun önüne geçtiği haldir. Ölülerinizi hayırla anın. Onları anmazsanız işte o zaman ölüdürler.
Mekanın Cennet Olsun Şükrü Karaca.
EVVEL GİDEN AHBAPLARA SELAM OLSUN
LOKMAN Kondakçı: Şükrü Karaca gençlik yıllarında ülkücü hareketin içinde bulunmuş, Başbakanlık döneminde Tansu Çileler’e danışmanlık yapmış, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na inanmış, onun başarılı olmasında ülke menfaati görmüş, sağcı, solcu, ülkücü, İslamcı devrimci gibi kavramların ifade etmeye yeterli olmayacağı derinlikleri, geniş vizyonu olan, her türlü dar kalıbı aşmış müstesna bir insandı.
Şair, romancı, hikayeler yazan, Türkiye ve Dünya gerçeklerini kavramış bir idealist, insan sever, yaradılanı yaradandan dolayı seven her anlamda medeni dostum ve kardeşimdi. Ben dahil, sevenlerinde doldurulamayacak bir boşluk bırakarak ‘’evvel giden ahbaplarına’ kavuştu.
İnşallah sevgili Peygamberimiz onu yazdığı naat’ı ile karşılayacak, ‘hoş geldin’ diyerek şefaat edecektir. Ruhu Şad olsun.
Bunlar haramı helale, günahı sevaba çeviremezler
DUA seansları ile yolsuzluğu aklayamazlar. Beş vakit miting yapsalar da, ‘komplo, tuzak’ deseler de yandaşları coşkuyla alkışlasa da haramı helale, günahı sevaba çeviremezler.
Bu durumda dinimize göre yapmaları gereken şey; öncelikle yedikleri kul haklarını aziz milletimize iade etmeliler sonra da tövbe ve istiğfar getirmeliler.
Saltanat uğruna ‘din iman’ diyerek dine imana sığmayan işler yaptılar. Dini dinara sattılar.
Yolsuzluğun üzerini "bizim Allah’ımız var" diyerek kapatmaya çalıştılar.
Peki, sizin Allah’ınız size "hırsızlık, yolsuzluk yapın mı diyor?" Bizim inandığımız Allah; hırsızlığı, yolsuzluğu ve rüşveti haram kılmıştır, hatta hırsızın elinin kesilmesini emretmiştir.
Neden rüşvet ve yolsuzlukların üzerine Allah, Kur’an perdesi çekiyorsunuz?
Hiç Allah korkusu yok mu? Yolsuzluğa, hırsızlığa neden yüce Allah’ı karıştırıyorsunuz?
Allah’ı bu pisliğe nasıl bulaştırırsınız?
Görülen o ki önce Allah çarptı, bu millet de 30 Martta çarpacak inşallah!
Yeter artık düşün Allah’ın yakasından!
Hem Müslüman hem de hırsız olunmaz. İman ile yalan bir arada durmaz.
1400 yıldır Müslümanlık vardı, şimdi bir de Süslümanlık çıktı.
Müslümanlıkta hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet ve yalan söylemek yok ama Süslümanlıkta olabiliyor.
Müslümanlıkta Allah’a yürekten bağlılık var, Süslümanlıkta ise mideden bağlanılıyor.
Hamdolsun bu necip millet sonunda ayakkabı kutularını da gördü. Takkeleri düştü, maskeleri gitti.
"Bizim tek bir besmelemiz yeter" diyorlardı. Besmele ile sayılan haram para helal olmaz bilakis Allah’ın gazabı olur.
Dinimizi saltanata dönüştürdüler, bitmez tükenmez kaymağa çevirdiler.
Aksırana tıksırana kadar yediler hala doymadılar.
Haşa sümme haşa yolsuzluk nerdeyse dinin esasındanmış gibi bir algı oluşturdular.
‘Çaldığını Allah için harcıyor’, ‘çalıyorsa da çalışıyor’ gibi bir anlayışla temiz ve dürüst dinin dibine dinamit koydular. Din kisvesi altında dine en büyük zararı verdiler.
Dinin asıl sahibi Yüce Allah’ın sillesini yiyecekler.
Ağızlarını, karınlarını ve gözlerini toprak doldursun.
CHP İstanbul Milletvekili İhsan ÖZKES
Paylaş