Paylaş
“Vaktiniz varsa bir kahve içebilir miyiz?” dedi. Kendisini de tanıttı... Gülerek “Okyanus ötesi yolcusu olmadıklarını” özellikle vurguladı. Pensilvanya yolcuları daha çok New York üzerinden gidiyorlarmış, çünkü daha yakınmış... Özel sektörden üst düzey bir yönetici olan okurumuzla Washington DC’de bir kafeye gittik. Havalimanından gittiğimiz kafeye kadar taksi 67 dolar tuttu. Bilen, görüşme yerini yaklaşık olarak bulabilir.
Hava hayli soğuktu, güneş de o kadar parlaktı. Washington’un kent mimarisi ne kadar güzel, her yer aydınlık, çünkü güneşin gölgesi binalara sarkmıyor. “Siz iki hafta önce gelseydiniz, son 20 yılın en soğuk günlerini yaşardınız” dedi muhatabımız. Daha sonra öğrendik ki, o günlerden bugüne hava sıcaklığı yaklaşık 40 derece inmiş-çıkmış.
Şu anda siyasi havanın 40 derece ısındığı gibi!
Nedense hemen Başbakan Erdoğan’a ‘ezeli-ebedi’ bir düşmanlığının olmadığını söyledi.
Entelektüel birisi... İsmi yazılırsa yangının üzerine bir kova benzin de kendisinin atmış olacağını belirtti. Zaten karşı bir söz söylemek de pek kolay değil.
Amerika’dan Türkiye’de olup bitenlere bakınca ‘sarsıntı’nın ülkeye ciddi anlamda zarar verdiğini ve vermeye de devam edeceğini söyledi.
Yurtdışındaki Türkiye algısını Gezi olayları ile birlikte analiz etti.
AKP iktidarının Gülen Hareketi ile olan son 10 yıldaki ‘ittifakı’nın bozulmasıyla Amerika’da da Türkiye’ye yönelik dikkatlerin hayli arttığına dikkat çekti. Başbakan’ın hiç de hoş karşılanmayan ‘Haşhaşi’ tanımlamasını ve verdiği diğer referansların Batı’da çok anlaşılmadığını, asıl sorgulananın yolsuzluklar ve yargının üzerine gidilmesi olduğunu belirtti ve “Yarın Kılıçdaroğlu ve Devlet beyler, bu tanımlamayı Başbakan’a yöneltirlerse hiç şaşırmamak gerekiyor” çıkışını yaptı.
Ve şöyle devam etti:
“Yalçın Bey, inanın yurtdışındaki hava da artık pek hükümetin lehine değil... Her gün bir negatif görüş yabancı medyada yer alıyor. Özellikle yabancı yatırımcılar, son üç yılda Türkiye’de yapılan ihalelere, uluslararası mevzuatlar çerçevesinde yapılmadığı için katılamadıklarını söylüyorlar. Daha da ilginci Washington’da John Hopkins Üniversitesi’nde ‘Erdoğan sonrası Türkiye neye benzeyecek?” başlığı altında ‘yozlaşma ve yolsuzluğu’ konu alan yoğun katılımlı bir konferansta ilginç konuşmalar yapıldı. Başbakan Erdoğan sonrasında ortaya çıkacak çalkantılı gelişmelerin Türkiye’ye zarar vereceği konusu öne çıktı. Hatta bazı konuşmacılar, bu dönemde neden Amerika’nın, demokrasisi giderek zayıflayan Türkiye’ye bir müttefik olarak müdahil olmadığını sorguladılar... Son zamanlarda yaşananlar, Amerika’nın Türkiye’ye bakışında olumsuzluğa doğru ivme kazandırdığının açık bir göstergesi olarak yorumlanıyor.”
HALKLA BİRLİKTE KARAR ALINMALI
Merkezi Washington’da bulunan Turkish Policy Center’da “Türkiye’deki son yaşanan olaylara ışık tutması amacıyla Ankara ve Washington’dan görünümü hedef alan Türk ve Amerikalı uzmanların katılımıyla ‘Turkey at the Nexus of Corruption and Construction?’ başlığı altında üç gün önce yapılan konferansta Ata Akiner, Dr. Ümit Özcan, Arzu Tekir, Ayşe Kohen, Roger Millar, Scott Kratz, Anita Hairston gibi akademisyenler katılmış. Çevre ağırlıklı bu konferansta da geçen yıl yaşanan Gezi olayları ve en son yaşanan 17 Aralık sürecinin tartışılması dikkat çekmiş. Ankara siyasetinin şehirleri nasıl geliştireceğine, kent yağmalarının nasıl üstesinden gelineceğine dikkat çekilerek, “Türkiye bu gibi projelere mutlaka halkla birlikte karar vermelidir” görüşü ağırlık kazandı.”
Biz “Bütün bunlar tamam da, AKP’nin kendi yakınlarının ötesinde kimseye bir şey ‘koklatmadığını’ anlatmak isterken devam etti:
YABANCILAR KREDİ VERMİYOR
- Evet, bu işlerin boyutlarını bir bilseniz, dediğim gibi son üç yılda ihale kriterleri ve kazanılan ihalelere yabancı finans kuruluşlarının neden hiç para vermediğini, kredi sağlamadığını daha iyi anlarsınız.
- Sadece dışarısı için değil, Türkiye’de bir grup müteahhidin dışında, hem de ayrımcılık yapılarak iş alan kimse yok. İhale alan bir bedel ödüyor; ‘komisyon’ veya ‘bahşiş’ bir şekilde alınıyor. Bunun aksine yabancı bankalar Türkiye’ye kredi vermezken, 3. havaalanı, 3. köprü ve İzmit Körfez geçişi projelerine ‘devlet garantisi’ verilmesi, Türkiye’nin işlerinin nasıl gittiğinin bir göstergesidir.
- Adam kayırmacılığı...
- Bir ihalede, örneğin büyük karayolu ihalesini alan bir firmaya, çok para kazanmış, artık AKP’nin zengini olmuş bir kişi veya gruba da bir ‘bedel’ ödettiriliyor. Sana bu ihaleyi verdik ama senin de görevlerin var, deniyor! O görev ‘ortak’lıktan başka da bir özellik taşıyor; bir ‘medya’ grubu alman isteniyor. Yani yükümlülük ağır! Bu bakımdan birçok işadamının böyle bir ‘piyango’ ile karşılaşmasından korktuğunu açıkça söylemem gerekiyor. İhaleyi aldıktan sonra ‘onayı’nı beklemenin yarattığı heyecanı, hediyeler sürecini; bu İsviçre saatlerinden tutun umre ziyaretleri ve Paris turlarına kadar yayılabilir.
- Kim bunlar?... Bunları Ankara bürokrasi ve siyaseti yakından tanıyor. Siz birkaç yazınızda şöyle ucundan bahsedecek oldunuz, hemen üzerinize gelindiği fark ediliyor. Bunu köşenizde yer alan bir avukat ve bir işadamının isminin açıklanmasından anlıyoruz.
- İstanbul büyükşehirde olanları yazdınız... Peki bu kaynaklar hangi vakıflara gittiğini siz bilmeyebilirsiniz ama ‘Cemaat’ biliyor.
- Peki, bunlar helal midir, haram mıdır? O servetlerin nasıl kazanıldığını kamuoyu artık biliyor.
Rüşvet fetvası dahi verildi
- AKP her şeye bir kılıf buluyor, ne yazık ki... Topluma hiç saygı duyulmuyor. Sanki toplumun yarıdan fazlası düşman... Esas, bir şey söylemek istiyorum; 17 Aralık olaylarında ne rüşvet olayları ortaya çıktı, okurken utandık. Başbakan bunlardan hiç söz ediyor mu, edemez. Çünkü fena yakalandılar. Şimdi ‘fetva’ modası başlattılar. Muhafazakâr kesimin önde gelen ismi Prof. Dr. Hayrettin Karaman’ın dediklerini Google’da bir ararsanız görürsünüz. ‘Rüşvet fetvası” veriyor.
- Karaman Hoca’nın Yeni Şafak’taki yazılarına bakarsanız, böyle saygın bir hocanın siyasi iktidar tarafından kullanılması üzücüdür. AKP’de ‘götürünler’ bu fetvaya dayanak yapılıyorsa, helal-haram birbirine karıştırılıyorsa, demek ki önümüzdeki günlerde daha başka maskaralıklar yaşayacağız.
‘Humus’ yani dini vergi tartışılıyor
- AKP ile ‘Cemaat’ arasında ne fark vardır?
- Gülencilerin çoğu entelektüel insanlardır. F. Gülen ile bu hareketin sosyo-politik lideridir, yani klasik bir cemaat ve tarikat lideri değildir. Dünyaya Amerika’dan bakan, yaklaşık 140 ülkede okul, dernek, yayın ve iş imkânları oluşturan bir hareketin lideridir. Genellikle onların arasındaki işadamları ihalelere girmez, devletle iş yapmamaya özen gösterirler. Paralar eğitim ve çeşitli hizmetler için harcanır. AKP için ise konuşmak istemiyorum. Devletin kendi düzeni, maliyesi, vergi daireleri varken, paralel olarak yapılan her iş ve ihale için iş dünyasından baskı ile para talep edilmesi (bu, İslam’a göre ‘humus’ olarak adlandırılıyor ve her işten beşte bir oranında ‘dini vergi’ toplamak) ne derece meşru olabilir? Asıl ‘paralel devlet’ bu olmuyor mu? Hazine’ye gitmesi gereken paraların hesabını kim verecek?
- Son düzenlemeyle yargı bunu ortaya çıkarabilir mi? Hadi söyleyin bakalım...
Paylaş