Paylaş
“Üniversitelerin birçok görevi vardır.
Eğitim ve araştırma faaliyetlerine ek olarak ‘topluma katkı’ üniversitelerin önemli görevleri arasındadır.
Amerika’daki ve İngiltere’deki üniversiteler bu görevi çok önemser. Konferans düzenler, sempozyum yapar veya basın bildirileri ve raporlar yayınlar. Hatta sırf bu işi yapmak için üniversitelerin basın birimleri vardır.
Şu anda Türk siyaseti bir çıkmaza girdi.
Ortada Başbakan’a ait olduğu iddia edilen bir kaset var. Toplumun kafası karışık.
Bu durumda mühendislik bölümü olan üniversitelerimiz neden bir inceleme yapıp toplumsal katkı sağlamak için bilimsel bir analiz yapmıyor?
Neden kendilerini ‘toplumsal gelişimden’ sorumlu hissetmiyor?
Boğaziçi, ODTÜ, İTÜ, Yıldız Teknik, Sabancı, Koç ya da İstanbul Üniversitesi neden bilimsel bir rapor hazırlamıyor?
Üniversitelerin görevi sadece meslek kazandırmak değildir.
Üniversiteler ‘toplumsal katkı’ misyonuna sahip olmadıkça maalesef ülke olarak yol almamız çok zor.”
TMO: 129 firmaya bildirim yaptık
TMO, dünkü “100 bin ton arpayı kim getirecek? Ayarlanmış ihale” başlıklı yazıya karşı “TMO ihaleleri hukuka ve ticari teamüllere uygun olarak yapılmaktadır” biçiminde bir açıklama yaptı. Açıklamada TMO’nun görevleri yinelenerek şöyle deniliyor: “Bu ihale, arpaya olan talebin artması ve kuraklık endişesiyle arpa piyasalarında oluşabilecek muhtemel spekülatif hareketlerin yol açabileceği arz sıkıntısının ve fiyat artışlarının önüne geçebilmek için kuruluşumuzun piyasa düzenleme işlevini yerine getirebilmesi amacıyla yapılmaktadır. TMO ithalat ihaleleri, yerli ve yabancı isteklilere açık olup şeffaf bir şekilde yapılarak ses ve görüntü kaydı alınmaktadır. TMO’nun 100 bin tonluk yemlik arpa ithalat ihalesi 21 Şubat 2014 günü duyurulmuş olup, 4 Mart 2014 tarihinde ihale yapılacaktır. Yükleme dönemi 12 Mart–7 Nisan 2014 tarihleri arasındadır. Haberde yer alan iddia tamamen asılsızdır. Söz konusu ihale ile ilgili yerli ve yabancı 129 firmaya bildirim yapılmış olup süre konusunda hiçbir firmadan bugüne kadar itiraz gelmemiştir. Ayrıca ihaleye katılma süreci halen devam etmektedir. Buna rağmen şimdiden ihaleye 2-3 firmanın katılacağının iddia edilmesi iyi niyetli bir yaklaşım olarak görülmemektedir. Nitekim, 2011 yılında gerçekleştirilen 300 bin tonluk ekmeklik buğday ithalat ihalesinde 25 gün, 2013 yılında yapılan 200 bin tonluk arpa ithalat ihalesinde 26 gün yükleme süresi verilmiştir. Habere konu 100 bin tonluk arpa ithalat ihalesinde yükleme süresi 27 gün olup bu süre yeterlidir. Bu ithalat ihalesindeki miktar, önceki yıllarda yapılan ithalat ihalelerindeki miktarlara göre daha az olmasına karşın yükleme süresi önceki ihalelere göre daha uzun tutulmuştur.”
GÜNÜN SÖZÜ
“Kin utanç ve korkunun olduğu yerde Allah ortaya çıkmaz.”
(Gandi)
Torunlar’dan açıklama
‘BİLİYOR MUSUNUZ’da 22 Şubat’ta çıkan bir yazıya karşılık Torunlar Grubu, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne ait arazi ile ilgili hiçbir görüşmesi ve girişimi olmadığını bildirdi. Açıklama şöyle: “Grubumuzun gayrimenkul ve AVM yatırımları alanında faaliyet gösteren şirketi Torunlar GYO, Borsa İstanbul’da işlem gören halka açık bir şirkettir. Planladığı ve hayata geçirdiği tüm projeler, yatırım planları şeffaf bir şekilde, sosyal paydaşlarımızla ve Kamuoyu Aydınlatma Platformu ile düzenli olarak paylaşılmaktadır. Yapılan bu tür spekülatif haberler kurumsal itibarımıza zarar verdiği gibi yatırımcılarımız nezdinde de şirketimizi zor durumda bırakmaktadır. Bu nedenle kurumumuzu zan altında bırakan bu tip haberler konusunda hassasiyet gösterilmesini bekliyoruz.” Ataköy gazetesinin sahibi Özcan Atamer, “Ben bu bilgiyi o zaman hastanenin üst yöneticilerinden almıştım. Bugün için böyle bir girişimlerinin olup olmadığını bilmiyorum. Hastanenin bahçesindeki ağaçların kesilerek oraya bir kadın doğum hastanesinin yapılacağı yolunda da bilgiler alıyoruz” diyor.
Cihangir’in ‘dokusunu’ belediye neden korumaz
CİHANGİR’in her şeyi yağma ediliyor. Parkından sonra Boğaz’a bakan ‘yüzü’ de tasalluta uğruyor. Kasıtlı yapılıyor sanki... Fındıklı’da MSÜ’nin karşısındaki Pargalı İbrahim Paşa mezarından sonra yukarı çıkan merdivenler ne kadar güzeldir. Ama yağmacı zihniyet, fırsat bulsa merdivenlere bile inşaat yapmanın yolunu zorlar; Cihangir’in dokusunu bozar. Şimdi Er Sokağı’nda yeni bir inşaat başlıyor. Arazinin 0.00 kotunu en yüksek yerden alınarak aynı adadaki bitişik nizam parseldeki emsal binadan 6 metrelik bir yükseklik avantajı sağlanıyor; yani bir ‘Ucube’ daha geliyor Boğazın sırtlarına... Komşularımızdan duyduğumuza göre, yeni yapı 2 bodrum+ 4 kat oluyormuş; şimdiden de satışa çıkarılmış; fiyatlarını ilanlarından öğrenebilirsiniz. Cihangir, Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan’ın, 2. Nolu Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun Beyoğlu’nu özenle korumaları gerekirken, çevrede oturanların yapılacak bu minik ‘Park Otel’e karşı yasal haklarını kullanmamalarını da kınamak gerekiyor; kendilerine “Neden ve kimden korkuyorsunuz” diyoruz?
OKUYUNUZ
BAYKAL: “YOLSUZLUK ADALETİ BOZUYOR”
OSMAN Ataman’ın başkanlığını yürüttüğü Bab-ı Ali Toplantıları” etkinliğinde konuşan CHP Antalya Milletvekili Deniz Baykal “Türkiye’de yolsuzluk var. Yolsuzluk adaleti bozuyor. Adalet demokrasiyi bozuyor. Bazen hukukun anayasanın temel ilkeleri çiğnenerek yolsuzluklar örtbas edilemeye çalışılıyor. Türkiye yolsuzluk ve onunla bağlantılı bir yargı krizi süreci içine girmiştir” dedi.
Baykal, Dedemen Otelinde konuşacağı salona Antalya Milletvekilleri Osman Kaptan, Yıldıray Sapan, Arif Bulut ile Aydın Milletvekili Prof. Dr. Metin Lütfü Baydar’la geldi. Eski milletvekilleri Mehmet Sevigen, Yılmaz Ateş ve Bakırköy Belediye Başkanı Ateş Ünal Erzen yalnız bırakmamıştı. Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal’ı gözlar aradı.
Gayet sakin gözüken Baykal’ın konuşmasını çok sayıda gazeteci izledi.
Konuşmasının ardından Baykal’a 30’a yakın soru yöneltildi.
YOLSUZLUKLAR AYAĞA DÜŞTÜ, YARGI BAĞIMSIZLIĞINI BOZUYOR
Yolsuzluğun siyasetin ana konusu haline geldiğine dikkat çeken Baykal, “Emniyete savcıların talimatlarını uygulamayacakları emrinin verildiği, savcıların ele aldıkları dosyalara göre oradan oraya atandıkları, hukuk bakımından güven sarsıcı bir manzara ile karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Türkiye’nin içinde bulunduğu ağır yolsuzluk tablosundan kaynaklanan yargıya yönelik ilgi tablosu var. Yargıya yönelik ilginin yaşanmakta olan yolsuzlukların temel bir unsur olmasından kaynaklanıyor. Artık iş iyice çığırından çıkmış haldedir. İşler kontrol edilemez bir duruma gelmiştir. Yolsuzluk konusu siyasetimizin ana konusu haline gelmiştir. Yolsuzluk yapmak, rüşvet almak, hak edilmemiş bir kazanca tasallut etmek, devlet gücünü kullanarak bir imkan sağlamaya, üretmeye çalışmak ayıptır, yanlıştır. Doğru değildir. Ama olay bundan ibaret değil. O ayıp işlenmeye başlanınca, doğallaşınca, var olmayınca başlayınca, kronikleşince yolsuzluk adaleti etkisi altına almak durumunda kalıyor. Yolsuzluğun kendisini idame ettirmesi adaletin buna sessiz kalmasını, bunu hazmetmesini, bunu içine sindirmesini kaçınılmaz olduğu bir tablo ortaya çıkıyor. Yani hem yolsuzluk hem adalet ikisi aynı anda bir arada olamaz kavramlar olarak ortaya çıkıyor” şeklinde konuştu.
Yolsuzluk olması halinde adaletin tehlikeye gireceğini kaydeden Deniz Baykal, sözlerini şöyle sürdürdü:
UTANÇ DUYMAM, ÜZÜLÜRÜM
“Yargı bağımsızlığı tehlikededir. Eğer yargı yolsuzluğa göz yumuyorsa, görmemezlikten geliyorsa, doğal karşılıyorsa, mesele yapmıyorsa, o zaman adalet tehlikededir. Ya yolsuzluk ya adalet, ikisi bir arada olamaz. Yolsuzluğun olmadığı tartışması açarak, maksatlı olarak ortaya konulduğunu söyleyerek bu gerçeği örtbas etmek mümkün değildir. Uzun süreli mutlak iktidar işi çığırından çıkarır. 10 yıla aşkındır, dikkat edin başlangıçta değil de sonuna doğru bu işler oluyor. Kendi ülkemde yolsuzluk yapılmasından dolayı utanç duymam. Üzülürüm, ama bundan millet olarak, bizim, benim utanılması gerektirecek bir durum olduğu kanısında değilim. Ama yolsuzluğun var olduğu ortaya çıktıktan sonra, bu yolsuzluğun soruşturulamıyor olması, hesabının sorulamıyor olması, onunla ilgili gerekçenin yapılamıyor olması bizi, beni, milletimizi Mahcup eder. Mahcup etmesi gerektiğine inanırım. Acı gerçek bu, Türkiye’de yolsuzluk var. Yolsuzluk adaleti bozuyor. Adalet demokrasiyi bozuyor. Yolsuzluklar soruşturulamıyor. Örtbas edilmeye çalışılıyor. Bazen hukukun anayasanın temel ilkeleri çiğnenerek yolsuzluklar örtbas edilemeye çalışılıyor. Türkiye yolsuzluk ve onunla bağlantılı bir yargı krizi süreci içine girmiştir. Cumhurbaşkanlığı bu çerçevede, rejimin bu gidişatı karşısında, yargı ile yürütmenin iç içe geçmesi, yolsuzluk iddialarının ortalığa saçılması karşısında gereken etkin inisiyatifleri alıyor diyebiliyor muyuz? Maalesef bunu söylemenin imkanı yok. Müdahale ihtiyacı vardır ve o müdahale yapılamıyor. Bugün maalesef böyle bir krizle karşı karşıya bulunuyoruz. Cumhurbaşkanlığı dışında rejimin kendi kendini savunma mekanizmaları maalesef battal edilmiştir. Basın büyük ölçüde ikiye ayrışmıştır. Bu sağlıklı bir tablo değildir. Çok ciddi yıldırıcı etkiler söz konusudur. Türkiye içinde yaşadığımız bu krizden elbette çıkacaktır, çıkmalıdır. Bu bir devlet krizidir. Türkiye bu krizden çıkar, çıkmalıdır. Bu krizi avantaja dönüştürmemiz de mümkündür. Bu krizden ülke yararlanarak, demokrasisini güçlendirerek tahkim ederek, gerekli deneyimleri alarak ve önünü açarak da çıkabilir. Seçimle yolsuzluğu temizleyemezsiniz”
Halk seçimden seçime mi hak sahibi?
HALKI çeşitli konularda yaptığı gösteriler polis şiddetiyle önlenmekte, polis asıl görevinin onları koruma olduğunu unutarak şiddet göstermektedir. Sadece yürüyen insanlar kanunun yasakladığı yerlere girmek isterse bu SADECE barikatlar kurularak önlenmelidir. Halk şiddete girişmeye zorlanmamalıdır. Polisin karşısındakiler korumak zorunda olduğu insanlardır. Bazılarının göstermek istediği gibi DÜŞMAN değildir.
Anayasamıza göre egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur. Egemenlik hakkı sadece seçimden seçime kullanılan oy verme hakkından ibaret değildir.Egemenliğin sahibi olan halk bu hakkını her zaman kullanabilmeli, düşüncesini anlatabilmeli, açıklayabilmelidir. Bu açıklama fert fert, tek başına yapılmak zorunda değildir. Halkın, istediğini yazıp açıklayabileceği gazetesi, televizyonu yoktur. Her gazetede halkın gönderdiği düşüncelerinin yayınlanabilmesi imkanı yoktur. Bir yazının yayınlanması, sorumlu gazetecinin o yazıyı gazete prensiplerine uygun bulmasına bağlıdır. Yani yetkili gazetecinin takdirine bağlıdır. İnsanların ise düşündüğünü, yanlış da olsa bildirme imkanı olmalıdır. İşte bu imkanı toplantı ve gösteri yürüyüşleri sağlar.
Halk, Anayasamıza ve insan hakları kurallarına göre önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir. Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlâkın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla , kanunda gösterilerek sınırlanabilir. Bu sınırlama önceki cümledeki yönlerde olabilir. Hakkı ortadan kaldıracak ölçüde olamaz.
Bu bakımdan yapılan toplantıları polisin şiddetle önlemesine gösterilen ’Kanuna aykırı gösteri’ gerekçesi yetersizdir. Hangi yönden kanuna aykırı olduğu da açıklanmalıdır. Sadece bu iki kelimeye dayanılırsa hak yok edilebilir.
Dinçer ÖNAL
Amerikan istihbarat örgütlerinden NSA, Erdoğan’ı dinlemiş olabilir mi?
BAŞBAKAN’ın oğluyla yaptığı telefon konuşmalarıyla ilgili haberler ülkede ve dünyada büyük ilgi uyandırdı ve Başbakanın tepkisine ve yalanlamasına yol açtı. Telefonların kimin tarafından dinlendiği veya montajlandığı konusunda çeşitli iddialar var.
Benzeri bir olay 2004-2005 yıllarında Yunanistan’da yaşanmıştı. O zamanki Başbakan Karamanlis’in, aile fertlerinin ve 100’den fazla Bakanın veya üst düzeydeki kamu görevlisinin yaklaşık bir yıl boyunca dinlendiği tespit edilmişti. Teknik sistemde bir arıza saptayan Vodafone yetkilileri cihazları üreten Ericsson firmasına başvurmuş, o firma da yasal dinleme cihazlarının içine birilerinin yasa dışı dinleme sistemlerinin yerleştirdiğini bulmuştu. Bu olayın ortaya çıkartılmasından sonra Vodafone şirketinin bir yetkilisi intihar etti.
Muhalefetteki PQSOK Partisinin konuyu araştırmak üzere bir Meclis Komisyonu kurulması önerisi iktidar partisi milletvekillerinin oylarıyla reddedildi.
Bazı Yunan yetkilileri ve Yunan basını yasa dışı dinlemelerin yabancı bir ülke tarafından gerçekleştirildiği yolundaki iddiaları dile getirdiler.
İngiliz Guardian gazetesi, Amerikan İstihbarat Örgütlerinden NSA’ın dünyadaki 35 ülkenin liderini dinlediği yolunda bir haber yayınladı.
Başbakan Merkel’in telefonlarının NSA tarafından dinlendiği yolundaki bilgiler üzerine Alman Hükümeti ve kamuyoyu buna büyük tepki gösterdi.
Alman Televizyonu ZDF’in Başbakan Erdoğan’ın da NSA tarafından dinlenip dinlenmediği yolundaki bir sorusuna Başkan Obama, her ülke için telefon dinlemeleri konusunu tek tek tartışamayacağını, ancak ABD istihbarat faaliyetlerinin sürdürüleceği cevabını verdi. Obama yakın çalıştığı yabancı ülke liderleri ile arasında itimada dayalı ilişkiler olması gerektiğini belirttikten sonra, bununla beraber dünyadaki hükümetlerin niyetlerini öğrenmeye de ilgi duyduklarını ifade etti.
Bütün bu gelişmeler ortadayken Türkiye’de kimsenin bu son gelişmelerin dış boyutunun da olup olmayacağını sorgulamaması dikkat çekici.
Onur ÖYMEN
MHP’li Lütfü Türkan: Hani kumar haramdı
- MHP Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan, TBMM’de hükümete dönük ağır eleştiriler yaptı:
Bütün ülkeyi kumar ülkesi yaptınız. Son on yılda kurumların şans oyunlarından yaklaşık 45 milyon TL satış hasılatı elde etti. Hani kumar haramdı? O kumardan gelen paralarla siz maaşlarınızı alıyorsunuz.
Siz hep “Kumar haram” deyip deyip geldiniz ama hep haramları siz yediniz. Çocukların evinde haram çıktı, damatların evinde haram çıktı. Bu milletin bütün rızkını çocuklarınızla, yandaşlarınızla paylaştınız. Cenabı Allah sizin belanızı verecek ama önce biz vereceğiz haberiniz olsun! Bu milletin bütün rızkını yediniz. Bakın, Meclise bakıyorum, ölü evi gibi, utanıyorsunuz çünkü, farkındayım.
Türkkan’ın maaşlar konusundaki çıkışına AKP‘li milletvekilleri “Sen de alıyorsun.” diye tepki gösterince Türkkan yanıt verdi: “Ben almıyorum, evet, ben (maaş) almıyorum arkadaşlar. Bilen bilir, ben almıyorum.” AKP sıralarından bu kez “Arkadaşların alıyor” sözleri yükselince Türkkan’ın yanıtı sert oldu:
“Ben kendimden mesulüm, ben maaş almadım daha. Onlar hiç kumara “Haram” deyip siyaset yapmadılar. Siz hep “Kumar haram” deyip deyip geldiniz ama hep haramları siz yediniz. Çocukların evinde haram çıktı, damatların evinde haram çıktı. Bu milletin bütün rızkını çocuklarınızla, yandaşlarınızla paylaştınız. Cenabı Allah sizin belanızı verecek ama önce biz vereceğiz haberiniz olsun! Bu milletin bütün rızkını yediniz. Bakın, Meclise bakıyorum, ölü evi gibi, utanıyorsunuz çünkü, farkındayım.”
Paylaş