Suriye’de kimler savaşıyor?

SARAİ Sierra’nın katilinin yakalandığı açıklandı. CHP Milletvekili Hurşit Güneş, biraz da ‘Hatay uzmanı’ olarak “Laz Ziya lakaplı bu katilin aslında Suriye’deki muhalifler tarafından Türkiye’ye verildiği belli oldu” derken, birçok gerçeği de beraberinde açıklığa kavuşturduğunu savundu.

Haberin Devamı

“Birincisi, Suriye’deki muhaliflerin MİT’le yakın ilişkisi olduğu ortaya çıkmış oluyor. Kaldı ki, MİT bu katilin Suriye’de olabileceğini tahmin ediyor. Neden? Çünkü dünyanın her yerinden profesyonel katiller Suriye’ye giderek hükümetin iddia ettiği sözde ‘muhalif halkın özgürlük savaşı’nı veriyor.

Dolayısıyla ikinci olarak; Suriye’de muhalif halkın yanı sıra yabancı güçler ve ne yazık ki, Türkiye’den bile gidip rejimin ordusuna karşı savaşanlar var. Geçen hafta Suriye’de çatışmada ölen Rizeli Burak Yılmaz ile birlikte değerlendirdiğimizde bunlar arasında saf ve iyi niyetli insanlar olduğu gibi; Erdoğan ve Davutoğlu ikilisinin söylediğinin aksine sadece zulüm gören insanlardan değil, yabancı unsurlardan, hatta tinerci profesyonel katil insanlardan da oluşmaktadır.Tartışılması gerekenler hâlâ ortada:

- Suriye’deki içsavaşta Türkiye’nin izlediği politikayı neden Batılı demokratik ülkeler desteklemiyor?

- Neden ABD bile Türkiye’yi hatalı buluyor?

- Suriye’ye neden bir türlü barış ve demokrasi gelemiyor?

- Neden Suriye’de birdenbire mezhep ve din çatışması başladı? Bunu kim başlattı?

AKP ve CHP’nin Suriye politikaları elbette farklıdır.

AKP, Esad gitmeli diyor.

O kadar! CHP ise silahlar susmalı, barış sağlanmalı ve taraflar bir araya gelerek (diğer tüm Ortadoğu rejimlerine önerdiğimiz gibi) laik ve özgürlükçü demokrasiye kavuşmalı diyor. Buna Katar da dahil, Bahreyn de, Suudi Arabistan da!”

Haberin Devamı

Baykal’ın, Erdoğan’a yazdığı 3.5 yıl önceki mektup

BAYKAL’a yakın bir isim olan eski milletvekili Algan Hacaloğlu, Genel Başkanı Deniz Baykal’ın, bundan 3.5 yıl önce Başbakan Erdoğan’ın, görüşme talebine karşı 12 Ekim 2009’da gönderdiği ‘Tarihi davet mektubu’nu kamuoyu ile tam olarak paylaşmadığını hatırlattı ve “Bu mektubu irdelememiz ve özümsememizin çok büyük yararı vardır” dedi.

“Ne yazık ki” diyor Hacaloğlu: Erdoğan ve partisi, siyasi çıkar hesapları, örtülü ve gizli senaryoları, dar ve kısır vizyonları nedenleri ile Baykal tarafından kendilerine uzatılan eli karşılıksız bıraktılar. Pervasızca yollarına devam ettiler. Ama AKP’nin bu konuda izlemekte olduğu yol, çıkmaz bir yol. O gün Baykal’ı dinlemeyenlerin, yol tümüyle tıkanmadan bugün dinlemelerinde sayısız ulusal ve insani yarar vardır. Yoksa tahribat çok derin olacaktır. Bizden hatırlatması...”

Haberin Devamı

Türkiye yerine ‘ülke’ deniyor

CHP Kahramanmaraş Milletvekili Durdu Özbolat, beş yıl öne Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından kimi maddeleri veto edilen Petrol Yasası’nın bu kez ‘petrol tekellerinin ve yabancı sermaye’nin çıkarları’ gözetilerek Meclis Enerji Komisyonu’nun önüne getirildiğini belirtirken önemli bir vurgulama yapıyor: “6326 Sayılı Petrol Kanunu’nun 2. maddesinde yer alan ‘Türkiye Cumhuriyeti petrol kaynaklarının’ ibaresi ‘ülke petrol kaynaklarının’ şeklinde değiştirilmek isteniyor. Ülke gibi kutsal bir kavramın arkasına saklanılarak, Cumhuriyet siliniyor. Cumhuriyet’ten bu kadar korkulmasının nedenini biz biliyoruz. Cumhuriyet; gericiliğin, teslimiyetin ve ayrımcılığın karşıtıdır. Halk iradesinin egemenliğidir. Gerçekten demokratik, sosyal bir hukuk devletini reddedenler Cumhuriyet’ten korkarlar.”

Bakalım, petrol tekellerinin ve yabancı sermayenin çıkarları için başka ne gibi hükümler yer alacak tasarıda... Ziraat Bankası’nın önündeki T.C.’nin de inceden inceye kaldırıldığı biliniyor.

Haberin Devamı

Ticaret Borsası’nda son dakika golü!..

TÜRKİYE’nin en büyük emtia borsası olan İstanbul Ticaret Borsası’ndaki (İTB) skandalları buradan kamuoyu ile paylaşmıştık. TBMM İnsan Hakları Komisyonu’na kadar uzanan skandallar zincirinin ardı arkası kesilmiyor. Gariban esnafın sorunlarına çare bulması gereken İTB’nin kavgalarla zaman harcaması, giderek çöken esnafın sorunlarının da katlanarak artmasına neden oluyor. Şimdi İTB’de deprem etkisi yaratan son skandalı Borsa’nın en geçen Meclis Üyesi Çetin Topaloğlu’nun mektubundan dileyelim:

“İstanbul Ticaret Borsası’nın en genç meclis üyesiyim. 11. Meslek Grubu’ndan (fındık, badem, ceviz) seçildim. Sizin yakından takip ettiğiniz gibi Borsamızda saçma sapan işlerin ardı arkası kesilmiyor. Yaklaşan seçim sürecinde 3 adaylı bir yarış (MÜSİAD-Ümit Kiler, Çamur Ali Kopuz ve RAMİ-Mega ittifakı Sadık Erdem) yapılıyor. Ama pek adil bir yarış olduğu söylenemez;biliyorsunuz NACE kodlarına olan itirazlar nedeniyle seçimler iki defa ertelendi.

Haberin Devamı

08.03.2013 tarihinde Borsa’ya TOBB’dan Başkan Atilla Sümer‘e ithafen bir yazı geliyor. Yazıda ‘Yapılan itirazlar neticesinde meslek gruplarında değişiklikler yapılmıştır’ deniliyor. Kimi komite kapatılmış başka bir gruba katılmış; kimi de başka gruplara dağıtılmıştı. İtirazı kimin yaptığı belli değil. İstanbul’daki kaynaklar, ‘Değişikliğin Murat Yalçıntaş ile yapılan görüşmede, İsteğin Borsa’dan geldiğini’ belirtiyorlar. Benim TOBB Hukuk İşleri ile  yaptığım görüşmede itirazlar vardı.

Benzer işleri yapan grupları birleştirdik ve karara bağladık. Niye o zaman aynı işi yapan 15.ET ve 16.ET mamüllerini birleştirmediniz? (Kopuz et grubundan aday). TOBB nezdinde olayın üzerine düştüğümde şahsıma verilen cevap, ’Bütün grupları incelemedik. Kararımız kesin, itiraz hakkınız yok, karar siyasi’ denildi. ‘07.03.2013 tarihinde itiraz süresi son buldu. 08.03.2013’te gelen evrakın nasıl 07.03.2013’te itiraz süresi dolar’ diye ısrarlı sorularıma karşılık, ‘NACE ile ilgili itirazlar  07.01.2013’te başladı. 60 günlük süre bitti’ karşılığını aldım. ‘Bizim sorunumuz NACE ile ilgili değil, Meslek Grupları ile ilgili’ dediğimde ise ‘Karar siyasi’ yanıtını aldım. Bu cevap karşısında ‘Dava açacacağım, ortada hukuksuzluk var’ dediğimde ise ‘Hukuksuzluk yok diyemeyiz, seçimi erteletirsin’ cevabını aldım.

Bu operasyonda dikkat çeken durum ise, diğer gruplara neşter atılırken, Kopuz Grubunun kuvvetli olduğu gruplarda hiçbir değişiklik yapılmaması. Sanki seçimler Kopuz’un kazanması için dizayn ediliyor. 5 bin 500 aktif üyesi olan Borsa’nın 1.400 üyesinin yeri değiştiriliyor. Rami-Mega Center Grubu’nun güçlü olduğu 3 gruptan ikisi birleştiriliyor. Daha önce ikişer meclis üyesi çıkaran gruptan, son operasyonla sadece 2 meclis üyesi çıkacak. Bir grup komple alıp yine kuvvetli olduğu başka bir grubun içine atılıyor; yine dört meclis üyesi  ikiye düşüyor. MÜSİAD-Ümit Kiler Grubu’nun 4 meclis üyesi bir guruba toplanıyor.
Yapılan değişiklikler Çamur Ali Kopuz’un gücünün hiç olmadığı aday çıkaramayacağı gruplarda yapılıyor. Şeytan bunun neresinde...?”

Haberin Devamı

Borsa’nın en genç meclis üyesi Çetin Topalaoğlu, “Borsa seçimlerinden pis kokuların yükseldiğini” belirtiyor. Şimdilik bekleyip göreceğiz, Borsalardan sorumlu Gümrük Bakanı Hayati Yazıcı, TOBB Başkanı Rıfat Hisatcıklıoğlu ve NACE sisteminden sorumlu TOBB Başkan Yardımcısı Murat Yalçıntaş, “Borsadaki siyasi seçim dizaynı” iddiaları konusunda ne cevap verecekler….

Almanya’dan Türkiye kamuoyuna açık mektup

Fazıl Say Türklerin yüz akıdır

FRANKFURT’taki HR-Hessen Radyo Televizyon Kurumu’nun davetlisi olarak Şubat ve Mart aylarında verdiğiniz iki ayrı konseri izlerken, zaman zaman, kontrol dışına çıktığımı ve gariptir, gözlerimi kapatıp bir başka dünyaya yol aldığımı hissettim.

Her iki etkinlikte, salonu son noktasına dek dolduran Alman çoğunluğun, parmaklarınızın tuşlara verdiği tınıyı, adeta bir ilahi komut olarak algılayıp, sanki aynı yönde dizili karınca bölüğü şeklinde, hiç sorgulama gereksinimi de duymadan, disiplin içinde izlemesini, tınıların kollarına teslim sürüklenmesini düşündüm.
Bir Türk’ün evrenseli yakalayıp, kitleleri harekete geçirmesinin tanımsız ve iflah olmaz keyfini yaşadım.

“İşte bu!” sözünü öylesi bir coşkuyla dışa vurmuşum ki, yanımda oturan yaşlı ama, inanın; genç bir kız gibi öylesine süslü, zarif bir Alman hanımefendinin, dilimden anlamasa bile, sanki kendisiyle bir şeyleri üleşecekmişim merakıyla bana baktığını gördüm.

Sonra toparlanıp, “So ist es!” yani “İşte bu!” dedim, anlasın diye.

Büyük bir hayranlık ifadesi gibi başını hafifçe sallayarak ”Ja!” dedi, “Ja”, sanki heyecanımı sessizce onaylarcasına.

Müzik böyle bir şey galiba… Belli ki iki farklı dünyanın insanıyız. Ancak Fazıl Say gibi, aynı dili konuştuğum, aynı topraklarda birlikte yoğrulduğum, aynı mutfak keyfini yaşadığım özgün bir genç dahi, belki ki, yolları hayatta hiç kesişemeyecek ben ve koltuk komşum bu Alman hanımefendi’yi ortak bir huzurda buluşturuverdi.

Bu nedenle Fazıl Say’a ne denli teşekkür etsem azdır, diyorum.

Sadece bana ve farklı bir dünyanın insanı olan yaşlı Alman hanımefendi’yi ortak bir noktada karşılaştırdığı için.

Sadece, müziği öne çıkartarak, farklı kültür temsilcilerini ortak paydada bir araya getirmekle değil, Türkiyemizin onurunu en az üç basamak daha yükselttiği için.

Sadece, müzikteki yeteneğini sergilemek değil, Avrupa’da yaşayan bizleri, Türk olmakla bir kez daha onurlandırdığı için.

Binlerce kez teşekkürler Sevgili Fazıl Say...

Sen Türkiyemizin, yüzakısın. Sen, bu ülkenin sınır tanımayan barış güvercinisin. Sen, Anadolu’dan dünyaya sıcaklık veren güneşisin.  Sen parmaklarının sıcaklığına köle “Tuşların Şovalyesi”sin.

Ne diyeyim ki! Sözcükler yetse de, daha farklısını söyleyebilsem bir de...

Unutulmasın...

Türkiye Cumhuriyeti’nin erkini bugün elinde tutanlar, kendi kısır döngülerinde amaçsız, arabesk devinip durabilirler. Akılları estikçe ‘One Minute’ veya ‘Hoooppp... Hoooppp!’ ile başkalaşabilirler.

Günü, oryantal danslarla geçirebilirler ama, inandığım bir şey varsa, Fazıl Say gibi, fazla değil, 10 gerçek müzik insanının, Türkiye’yi dünyada uçuracağına,  bu güzelim coğrafyayı ve değerlerini ‘bozkır parçası’ olmaktan alıp, hak ettiği çok daha farklı saygın bir konuma getireceğine yürekten inanıyorum.

Bu inançla da, Say gibi insanlara daha fazla sahip çıkılması gerektiğini düşünüyor; Hayır, hayır, düşünmüyorum;  avazım çıktığı kadar da haykırıyorum.

Bu dünyaya barış gelecekse, ülkem Türkiye’de bu barıştan bir damla payını alacaksa, bu ancak ve ancak Fazıl Say gibi, evrenseli yakalamış gerçek sanatçılarla mümkün olacaktır, diyorum.

Tanrı’dan kendim için inanın, hiçbir şey istemiyorum.

Ama bir istencim de var. O da; kendisinden ‘Tuşların Şovalyesi’ Fazıl Say’ı koruyup kollamasını diliyorum.

Hüseyin ADALI- Avrupa Balkan ve Rumeli Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanı- FRANKFURT

Mahmut Alınak yazdı: Kürt meselesini çözecek son kişi!

KÜRT hareketi iyimserlikle tedirgin bir karamsarlık arasında gidip geliyor. Bir bocalama içinde, şüpheci, kaygılı ve tereddütlü. Tayyip Erdoğan’ın ne yapacağını, ne yapmak istediğini kestiremiyor. Kendisini kuşatan puslu havayı aralayamıyor, önünü göremiyor. Tayyip Erdoğan’a sert çıksa ‘hassas süreci’ baltalamış olmaktan çekiniyor. Alttan alsa direksiyonu büsbütün AKP’ye kaptırmaktan ve bir bilinmezlikte irtifa kaybetmekten korkuyor.

Suyun başını Tayyip Erdoğan kesmiş, Kürt hareketi ise ona kilitlenmiş, ne söyleyecek, ne yapacak onu bekliyor.

Eskiden ümitler ABD’ye bağlanmıştı. “ABD bu baharda çözecek” deniyordu. ABD’ye heyet üstüne heyetler gidiyor, ABD başkanlarına peş peşe mektuplar yollanıyordu. O zamanlar Kürt siyasetinde -şimdi nasıl ki bir bahar havası esiyorsa- o zaman da diplomasi rüzgârları esiyordu. Böyle nice baharlar tüketildi. O boş vaatlerin ve nafile çabaların üstünden tam 22 yıl geçti. ABD hayali suya düşünce gözler bu defa da AB’ye çevrildi; AB kapılarında kurtuluş arandı. Diplomasi adına gidilmedik, kapısı çalınmadık Avrupa devleti bırakılmadı. Ancak siyasetin amansız çarkı çok geçmeden o beklentileri de tuzla buz etti. Dışarıdan ümitler kesilince bu kez devletle doğrudan görüşmenin yolları arandı. Bunun için seçimlere girildi ve halkın ümit dolu alkışları arasında Parlamento’ya milletvekilleri gönderildi. Milletvekillerinin devletle diyalog ve müzakere kanallarını açacakları düşünülüyordu. Geçen zamanda bu hayal de suya düştü.

Yıllar böyle yanlış hesaplar üzerinden akıp giderken nice ocaklar söndü, iki taraftan nice gençler öldü. BDP’nin son Karadeniz gezisiyle de gün ışığına çıktığı gibi geçen zaman içinde Türkler Kürtlere düşman kesildi. Oysa o Karadeniz halkı eskiden devrimcileri kendi çocukları gibi kalpten bir sevgiyle kucaklardı. Devletin hışım gibi yağan ırkçı propagandası ve ardı arkası kesilmeyen asker tabutları ne yazık ki Karadenizlilerin saf değiştirmelerine neden oldu. Bunda elbette Kürt hareketinin payı da vardır. Kürt siyaseti Karadeniz’e ne ekmişti ki biçmeye gidiyordu! Hareketin öncüleri nedense kendilerini çocuklarını kaybeden Türk insanının yerine hiç koymadılar.  Ne yazık ki Türk insanı da kendisini tüm ulusal ve sınıfsal hakları gasp edilen Kürtlerin yerine koymadı, empati kurmadı, kuramadı.

Sözü fazla uzatmadan bugüne gelelim.

Tayyip Erdoğan’ın Kürt meselesini çözme düşüncesi hiç olmadı. Gençler, akan kan, ölümler, anneler ve babalar, hiç, hiçbir şey umurunda değildir. Her şey, tabutlar bile - tıpkı Devlet Bahçeli gibi- onun için bir propaganda malzemesidir. Hiçbir şey onun hırslarının ve tek adam olma açlığının önüne geçemez. Son iki yıldır Abdullah Öcalan’a sıkı bir tecrit uyguluyordu. “İstersem bu tecridi sonsuza kadar sürdürürüm” mesajını verdi Öcalan’a. Legal Kürt siyaseti bu hukuksuz izolasyonu kıracak sivil bir proje geliştiremeyince, cezaevlerindeki PKK’li tutuklular devreye girdi. Açlık grevleri sürerken ortalık bir anda hareketlendi.

Dışarıdan ümidini kesen Öcalan meğer o günlerde, “MİT başkanı Hakan Fidan’a sahip çıkmak gerek” diye düşünerek ona bir mektup yollamış. Bunu Öcalan’ın İmralı’da görüştüğü milletvekillerine söylediği sözlerden öğreniyoruz.

MİT Başkanı Hakan Fidan, Öcalan’dan gelen mektubu alınca soluğu Başbakanlıkta alıyor. Başbakan mektubu meraklı bir heyecan içinde okuyor ve kısa bir düşünmeden sonra ayağına altın bir fırsat geldiğine karar verip, Hakan Fidan’a İmralı’ya gitmesi için talimat veriyor. İşte Tayyip Erdoğan’ın, “Çözüm süreci” adını verdiği masal böyle başlamış oluyor. Yani genel kanaatin aksine Tayyip Erdoğan’ın başlattığı bir süreç söz konusu değildir. Süreç Öcalan’ın belirtilen mektubu ile başlıyor. Gel gelelim Öcalan’ın bu hamlesinin devlette meselenin çözümüne dair herhangi bir karşılığı yoktur.

Erdoğan’ın yapmak istediği şey, bir taşla birkaç kuş vurmaktır. Neredeyse herkesi beklenti içine soktu. Türk yoksulları artık çocukları ölmeyecek diye bekliyor, Kürtler hem hakları verilecek, hem de çocukları ölmeyecek diye bekliyor, dağda ve cezaevlerinde olanlar ailelerine kavuşacaklar diye bekliyor. Medya bu kan dursun diye büyük destek veriyor. Öcalan, “Herkes özgür olacak,”diyor. Artık içeride ve dışarıda tüm ilgili kişi ve çevreler Tayyip Erdoğan’ın ağzına bakıyor. O da kanı durduracak bir kahraman edasıyla il il dolaşıp, darbe dönemi Kenan Evren’i çağrıştıran şatafatlı konuşmalar yapıyor.

Oysa Kürt meselesini çözecek en son kişi Tayyip Erdoğan’dır. Böyle olmasa iktidarda olduğu on bir yıl boyunca bu amansız savaşı sürdürmez ve bunca insanın ölümüne neden olan kanlı, kör bir yol izlemezdi. Şimdi hangi yakıcı neden, hangi etkili güç onu çözüme zorladı ki sorunu çözsün? ABD –kendi çıkarlarına hizmet edecek bir çözüm için de olsa - bu sürecin içinde ya da yanında mı? Hayır! Peki AB?  O da yok. İçte bir baskı var mı? Yani Türk halkı Amerikan halkının Vietnam savaşında yaptığı gibi bu meselenin çözümü için sokağa mı dökülmüş? Kürt siyaseti içte ve dışta yarattığı çok yönlü sivil baskı ile AKP’yi köşeye mi sıkıştırmış? Tayyip Erdoğan boş alanlara seslenir hale mi gelmiş? Meydanlarda anneler ve babalar tarafından protesto mu ediliyor? Kürt hareketi şiddetsiz Newroz Tahrirleri mi örgütlemiş? Kürt siyaseti Afrikalı Amerikalılar gibi özgün bir mücadele tarzı ile dünyanın vicdanına ulaştı da dünya halkları Türk büyükelçilikleri önünde akan kanı durdurma talebini mi haykırmakta? Bu sorulardan bir tekine bile dürüstlükle “evet” cevabı verilebilir mi? Öyleyse Tayyip Erdoğan bu meseleyi neden çözsün? Bu kanlı düğümü çözme arzusu olsa 4. Yargı Paketi gibi çöpe atılacak bir metni getirir miydi Meclis’in önüne? Bir adım sonrasını göremeyen muhalefet Tayyip Erdoğan’dan çok şey ummuş olmalı ki, şimdi “Dağ fare doğurdu” diyerek dizlerini dövüyor! Yarın da “Aldatıldık” diye feryat ederlerse hiç şaşmayacağız.

Kimse boşuna hayal kurmasın ve halkı da kendi yanıltıcı hayallerinin peşinden koşturmasın. Tayyip Erdoğan bu süreçten faydalanabildiği kadar faydalanmaya, siyaseten rant sağlamaya çalışacak. Kürt sorunu da ne yazık ki bir defa daha bilinmez geleceğe ertelenecek.

Peki, şiddetsiz, kansız bir yol, bir ümit yok mu? Var elbette. Var ama bu başka bir yazının konusudur.
alinakmahmut@hotmail.com

Zincirlikuyu neden felç oldu

OKUR Neşe Sarısoy Karatay, ‘mağdur’ olarak Büyükşehir Belediyesi’ni şikayet ediyor:

Boğaz köprüsünün Balmumcu girişinin kapatılması nedeniyle Zincirlikuyu trafiği felç oldu. Levent trafiği de akmıyor. Üstelik Zincirlikuyu sağ taraf metrobus indirme bindirme yeri orası da akmıyor. D100 karayolu ile Bakırköy tarafına gidenler de, bizim gibi Boğaz köprüsüne Zincirlikuyu’dan dolanarak girmek zorunda kalanlar yüzünden, trafikte beklemek zorunda kalıyor.

Eskiden Balmumcu’dan 10 dakikada girdiğimiz köprüye 1 saatte sehir trafiğini kalabalıklaştırarak ulaşamıyoruz. Hayatımızdan 1 saati umursamazsızca ve despotça çalanları ne bu dünyada, ne de öbür dünyada affetmeyeceğiz. Hakkımızı helâl etmiyoruz.

Yine de belki vicdanlı bir Büyükşehir Belediye yöneticisi bu akıl almaz uygulamadan vazgeçer ve trafiği normale getirir diye düşünüyoruz. Umarım Zorlu blokları yüzünden başka bir çıkar durumu söz konusu değildir.”

 

 

 

Yazarın Tüm Yazıları