Paylaş
Karadeniz'in 'aydın' Maçka'sı ne hallere düşmüş
Trabzon’da döner de, pide de o kadar ünlü değildi henüz... Haşlama et yediğimizi hatırlıyoruz eşimle... Batı Karadeniz turundaydık. Maçka’ya geldiğimizde, hayallerimiz vardı, bir uygarlık anıtını görmek için, Trabzonluların adını henüz duydukları manastırı görmemek olamazdı. Sabahattin Eyüboğlu’nu...
Sarp dağların eteklerine çıkmak herkes için olanaklı değildi; yürümek gerekiyordu. Maçka’dan 17 km. uzaklıkta; eteğinden de yukarıya üç-dört kilometre tutuyordu. ‘Bez’ spor ayakkabılarımız parçalanmıştı stabilize yolda çıkıp inerken. Bin bir yeşilin örtüştüğü vadideki sular kocaman kayaların üzerinden atlıyordu, ses vererek.
1.150 metre yükseklikteki Sümela Manastırı, kayalar oyularak ve doğal mağaralardan faydalanarak yapılmış. Ziyaret sırasında bekçiye sormuştuk:
“Tavanda Meryem Ana’nın pasta gibi kesilmiş bölümleri var, neden böyle” diye sorduk. Anlattıkları şöyleydi:
“Amerikalıların, Rusya’yı kontrol etmek için Trabzon’da dinleme tesisi vardı. Orada görevli Amerikalılar ayakları hiç kesmediler buradan. Hâlâ da geliyorlar. Benden önceki bekçi anlatmıştı bana, 1960’lı yıllar olabilir. O Amerikalı çavuşlar, antik duvar resmi freskleri pasta gibi dilim dilim keserek götürmüşler. Tavandaki is izleri de, çobanların ısınmak için odun yakmalarından...”
Amerikalılar freskleri götürürken, bizim okullarımızda süttozu, peynir ve yağ dağıtıyordu!
O zaman Rumların sembolik mekânının değeri bilinmiyor; “gâvurların yeri” diye bakılıyordu. Nereden nereye geldik.
Bunları düşünürken dün okurumuz Soykan Yavuz, Maçka’dan aradı ve acı şeyler anlattı:
“25 yıl kadar önce İstanbul’a yerleştim. Ramazanda memleketimizi ziyarete geldik. Ayine denk düştü. Sümela’daki tören haberlerini okuduk; ama kimse de Maçka’yı anlatmadı. Maçka bir ölü şehir şu anda. Halbuki Trabzon’un en solcu ve en aydın ilçesiydi. Kimler çıkmadı ki; Sabahattin Eyüboğlu, Özkan Sümer, Nihat Genç, Volkan Konak ve Sunay Akın... (Ben de TÖB-DER eski başkanı Gültekin Gazioğlu’nun yeğeniyim.) TSİP’in eskiden Belediye Başkanlığı kazandığı bir yerdi Maçka. Ama şimdi öyle değil. Ortalığı bir dincilik sarmış. Üzüldüm. Yunanistan ve Rusya’dan gelenler ne bir turistik eşya satan dükkân ne de çay-kahve içecek bir yer buldular. Bir seyyar tuvalet dahi konulmamış. Kızdım, bir kahveci dükkânını, evinden çağırtarak açtırdım. Bu insanlar hiç olmazsa bir çay içsinler dedim. Cumartesi ve pazar günü tarihi bir törenin olduğu günde, Maçka’nın tek caddesinde bir-iki dükkân da açık olmaz mı?
Gerekçe ramazan, herkes oruçlu. Ne yani ben de oruçluyum. Eğer turiste hizmet edilirse günaha gireceklerini mi düşünüyor benim hemşerilerim?”
Bu manzara sadece misafirperverliğe değil aynı zamanda ramazanın hoşgörüsüne de yakışmıyor.
Rum Patriği “Art niyetimiz yok. Her zaman olduğu gibi bugün de dua etmeye geldik” demek zorunda kalıyor.
İktidar siyasi güdülerle AB’ye dini hoşgörü mesajı verirken, bir de içerdeki taassuba bakmak gerekiyor.
MESAJ PANOSU
2010 KPSS sonuçları memur adayları için bir skandal olmuştur. Binlerce memur adayı beklediği netlerden çok çok aşağı netlerle karşılaştı. Çeşitli sitelerden bunu takip edebilirsiniz. ÖSYM’ye itiraz dilekçeleri yağıyor hatta birçok kişi dava sürecini başlattı.
Ceyhan ALKAN
Bu tarih bizim
BAŞBAKAN, Kılıçdaroğlu’nu ve de CHP’yi Dersim ile vurmak istiyor!
Birincisi ateşle oynuyor!..
Kandil’i bombalayamayanlar, her ay 5-10 arasında şehit vermemizi engelleyemeyenler, Dersim’i kimin bombaladığı hesabını soramazlar!
Dersim hesabı sormaya kalkanlar PKK’dan hesap soramazlar, İmralı’daki ‘Sayın’ dedikleri PKK başının ardına, kuyruğuna düşerler!
Hesap soracak insanlar önce hesabı doğru yapmalılar.
Bir kere 1937’de Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhurbaşkanı olduğunu ve Dersim’i bombalayan uçaklardan birinin pilotunun Mustafa Kemal Atatürk’ün manevi kızı dünyada ilk askeri kadın pilot Sabiha Gökçen olduğunu bilmeleri gerekir Evet, o zaman iktidarda CHP vardı.
CHP, Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu, Cumhuriyet’in kurucusu partidir! Cumhuriyet’i, Amerikan’ın cumhuriyet partisi kurmadı ya!
87 yıllık Türkiye Cumhuriyeti tarihinde çok acı olaylar yaşandı, keşke yaşanmasaydı.
Seda ÖZTÜRK
Buğday ve su
BUĞDAY ve su savaşlarına gebe bir dünyada yaşıyoruz, neler yapmalıyız, ne önlemler almalıyız?
Buğday dünya nüfusunun tamamının temel gıda maddesi, yani stratejik bir ürün.
Geçen yıl Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi yurtdışından da davetlilerin olduğu ‘Küresel Isınma ve Türkiye’ konulu bir konferans tertip etmişti.
Bu konferansta konuşan BM gıda bölümünde çalışan bir panelist, bizim de yetişmesi esnasında az su isteyen buğday türünden kullanmamız gerekliliğini anlatıyordu. Adamı adeta payladım. Atmosfere karbon salınımına siz devam edeceksiniz, bizler yağmursuz ve susuz kalacağız ve de siz bizlere az su ihtiyacıyla büyüyebilen buğday tohumu satarak sömürüye devam edeceksiniz mealindeki konuşmam dostların araya girmesiyle tatlıya bağlandı.
Fakat beynimiz; ülkemizin buğday açısından iklimsel geleceğinin hiç de iç açıcı olmadığı, çölün güneyden kuzeye doğru yayılma hızının çok olduğu, Konya Karapınar’ın S.O.S verdiği, sesin de Ankara’dan duyulmadığı, vahşice kullanımdan ötürü çok düşen yeraltı suyunun ovada çöküntülere, obruklara neden olarak uyuyan beyleri uyandırmaya çalıştığını tekrarlıyor.
Aynı şey Trakya topraklarında da görülürse şaşırmamak lazım.
Bir işadamı arkadaşımla birlikte Ukrayna’nın Karadeniz sahilindeki Nikolayev şehrinde, çorapsız toprağa bassan altı parmak çıkaracak verimli kara topraklarından büyük bir çiftlikte ekim yapma kararı aldık.
Memleket sever bütün işadamı arkadaşlarıma tavsiyem Kırım, Ukrayna boş topraklarıyla Kazakistan ve Türkmenistan’da buğday ekimi yapsınlar.
İşte Rusya bu yıl buğday ihracatını yasakladı, fiyatlar ikiye üçe katlanacak gibi gözüküyor.
Her şeyi devlet denilen bürokrasi becerisinden beklemeyelim. Onların aklı ne ete yetti, ne suya...
İngiliz emperyal su şirketleri 2012 yılında İstanbul’un su ihtiyacını Bulgaristan’dan nasıl satarız diye hesap içinde hesap geliştiriyorlarken; biz avare kasnak misali lakırdıyoruz. Fuzuli gündemlerle oyalanıyoruz.
Buğday işimiz kötüye gidiyor...
Yalçın KOÇAK
Paylaş