Bugün 85 yaşında olan
Akgiray, 1950'de
DP'ye oy verdiğini, çünkü
‘‘yargı bağımsızlığı, basın özgürlüğü, aydınlık ufuklar...’’ gibi özlemi duyulan vaatlerin kendisine çekici geldiğini, ancak umut bağladığı partinin ‘‘amansız bir karşı devrimci olduğunu’’ fark ettiğini, iktidara gediklerinde
‘‘devlet benim’’ tutkusuna kapılarak bir sürgün furyası başlattıklarını, yargı bağımsızlığının ayaklar altına alındığını anlatıyor.
Emekli olduktan sonra 1955'te
CHP Fatih örgütüne giriyor
Akgiray... DP iktidarında, ülkemizi 27 Mayıs 1960'a getiren süreci başlıklar halinde şöyle sıralıyor:
‘‘Siyasi hatalar, olumsuz tutkular... Korkular, kuşkular... Silahlı Kuvvetler'de görülmemiş bir tasfiye hareketine girişilmesi, kimi generallerin görevden alınıp emekli edilmesi...
Atatürk devrimlerini yararlı-yararsız gibi bir ayrıma bağlaması... İktidarın ilk ayında ezanın yeniden
Arapça'ya çevrilmesi...
TBMM'den onay alınmadan
Kore'ye 4500 kişilik bir askeri birlik gönderilmesi...
Halkevleri'ni kapatarak iktidarın aydınlanmaya karşı olduğunu göstermesi...
CHP'nin tüm mal varlığına elkoyması ve
Kırşehir'i cezalandırmak amacıyla ilçeye dönüştürmesi, diktaya gidiş niyetini göstermesi... Yüksek yargıçlar ve öteki kamu görevlilerinin keyfi kararlarla emekliye sevk edilmeleri...
Menderes ve
Zorlu'nun planlamasıyla düzenlenen
6-7 Eylül Olayları'nda azınlıklara ait dükkán ve işyerlerinin tahrip edilmesi, mallarının yağmalanması sonucu uluslararası saygınlığımıza gölge düşürülmesi...
Topkapı Olayları'nda
İsmet İnönü'yü öldürme girişiminde bulunulması... Halkın,
‘vatan cephesi', ‘nifak cephesi' biçiminde cephelere bölünmesi, ülkede iç kargaşa tehlikesinin oluşması... Ve bardağı taşıran son damla olarak; 18 Nisan 1960'ta, yargı görev ve yetkileriyle donatılmış, 15 DP milletvekilinden oluşan ünlü
‘Tahkikat Komisyonu'nun kurulması...’’
İNÖNÜ'NÜN ÜNLÜ SÖZÜ
Bu komisyonun kurulması hakkındaki yasa
Meclis'te görüşülürken, anamuhalefet lideri olarak
İsmet İnönü'nün yaptığı konuşmanın yayımı hükümetçe yasaklanmıştı.
İnönü'nün yaptığı tarihsel konuşma şu sözlerle bitiyordu:
‘‘Biz demokratik rejim dedik. Demokratik rejim kurulmuştur. Şu demokratik rejimi, istikametinden ayrılıp, baskı rejimi haline getirmek tehlikeli bir şeydir. Bu yolda devam edersiniz;
ben de sizi kurtaramam.
Şartlar tamam olduğu zaman, milletler için ihtilal meşru bir haktır.’’
Çanakkale’de 18 Mart’ta festival olmaz
GEÇEN yılın 25 Nisan'ında
Gelibolu Yarımadası'na 20 bin
Avustralyalı ve
Yeni Zelandalı turistin gelmesi karşısında
etkilenen TÜRSAB Başkanı
Başaran Ulusoy ‘‘18 Mart'ı,
Çanakkale Şehitleri Günü'nü festival havası içinde kutlayalım’’ demişti.
Tarih yaklaşıyor... Ancak araştırmacı-gazeteci
Yetkin İcçen buna karşı çıkıyor ve bölgenin coğrafyasını, tarihini ve turizm potansiyelini iyi bilmek gerektiğini söylüyor.
18 Mart'ın
Gelibolu Yarımadası'nın en ucunda
Ege'den şiddetle esen soğukta
Şehitler Anıtı'nın dibinde 10 dakika bile ayakta durmanın zor olduğunu söylüyor. 18 Mart'taki festivali 25 Nisan'daki
'Şafak Töreni' ile eşleştirmek ve
Avustralyalı-Y.Zelandalı öğrencileri
Türkiye'de,
Türk öğrencileri de
Avustralya'da ağırlamanın saçma olduğunu savunuyor. ‘‘18 Martımız Avustralyalıları hiç ilgilendirmez. Çünkü o tarihte
Avustralyalı askerler daha
İskenderiye'de... Sadece bir denizaltı 25 Nisan gecesi
Marmara'ya girmişti.’’
İşcen, Çanakkale Şehitleri için en uygun tarihi
10 Ağustos-Anafartalar olarak öneriyor:
‘‘Bu tarih gerçekten de kanın oluk gibi aktığı, Türk askerinin makineli tüfek ateşiyle başak gibi biçildiği, en şiddetli çarpışmaların yaşandığı yer ve tarihtir.
Ağustos, yarımadanın en güzel ve sıcak günleridir. Şehitleri anmanın yanı sıra gelenleri de o civarda küçük bir tatil yapmaya sevk eder. Böyle bir kampanyada
Çanakkale 18 Mart Üniversitesi ve
Alçıtepe Harp Hatıraları Müzesi kurucusu
Salim Mutlu'nun mutlaka yer alması gerekir. Amaç, aslında bu bölgenin
(Gelibolu'dan Truva'ya kadar olan bölge) turizmini canlandırmaksa, önce yöredeki yatak sayısı artırılmalıdır. Bu yapılmadan kampanya düzenlenemez.
Çanakkale ve
Gelibolu yöresinin gerçekleri bunlardır. Sayın
Başaran Ulusoy ve sponsor kuruluşların dikkatlerine sunarım.’’
Bulutlar adam öldürmesin
‘CUMHURİYET Gazetesi'nin çınarı
Ergun Balcı'nın son yazısını hatırlayan var mıdır bilmiyorum. Ama
Balcı lösemi ile inatçı bir mücadele verirken
Irak'ta,
ABD'nin gücü azalmış/seyreltilmiş nükleer başlıklı (depleted uranyum) bombaları kullanması nedeniyle çocuk ölümleri nedenleri arasında lösemililerin başta gelen hastalık gruplarından biri olduğunu, ambargo nedeniyle ilaç da bulunamadığı için
Iraklı doktorların hastanelerde çaresizlik içinde kıvrandıklarını anlatıyordu’’ diyor Dr.
Ali Rıza Üçer (0532-797 51 75).
Dayanak olarak şu bilgileri aktarıyor:
‘‘British Medical Journal'da (20.1.2001) çıkan makalenin konusu
'depleted uranium'du. Bu makalede seyreltilmiş uranyumun anti-tank silahı olarak ilk kez 1991'de
Körfez Savaşı'nda kullanıldığı belirtiliyordu.’’
Nazım Hikmet ne demiş: ‘‘Bulutlar adam öldürmesin’’.
Dünyada dünkü mitinglerin anlamını iyi kavrayabildik mi?