Siyaset sporu yenemedi

HALUK Ulusoy’un başkanlığındaki Futbol Federasyonu’nu, siyaset götürmüştü. Önceki gün Yeşilköy Wow Otel’de yapılan İstanbul Amatör Spor Kulüpleri Federasyonu Genel Kurulu’nda ise aksi oldu; spor siyaseti yendi.

Haberin Devamı

Sporda en büyük STÖ olan Amatör Spor Federasyonu'nun kongresini AKP'liler engelleyemedi

GÜNÜN SÖZÜ
"HÜKÜMET, kamu ihale kanunu ile kamu ihale sözleşmeleri kanununda değişiklik yaparken, ihalelerin en uygun teklifi verene değil, arzu edilen kişiye ya da kuruma verilmesi mümkün olacak. Yeni düzenlemenin gerçekleşmesi halinde artık ihalelerin gazetelerde yayınlanması zorunluluğu ortadan kalkacaktır. Bu durumda Anadolu'daki 15 bin ekmek yediği yaklaşık 1.300 yerel gazete zor durumda kalacak, Basın İlan Kurumu'dan aldığı en önemli gelirini kaybedecektir."
(Kayseri Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Recep Bulut)

Avrupa Futbol Şampiyonası nedeniyle bu kongre medyanın gözünden kaçtı; oynanan oyunları kamuoyu öğrenemedi.

Bir spor adamı, "Artık dayanamadım, size bildiklerimi not halinde gönderiyorum" dedi.

Sporun siyasete nasıl bulaştırılmak istendiğini somut örnekleri ile anlattı:

"AKP’li bazı belediye başkanlarının amatör spor kulüplerine, siz bu seçime gitmeyin, eğer giderseniz çoğunluğu sağlatmayın, seçim ertelensin... Size yaptığım halı sahayı elinizden alırız... Maçlarınıza gitmenizi sağlayan belediyenin otobüsünü bir daha göndermem... İlçeye yapacağım yeni sahadan kongreye giden kulüpleri faydalandırmam. Ecrimisille Özel İdare’den veya belediyenin gayrimenkullerinin kiracısı olan kulüplerimize kongreye gidersen kiracılığını feshederiz...

Çoğu kulübümüzün doğalgaz bağlantısı yoktur. Eğer kongreye giden olursa doğalgazı bağlatmam... Kulübe yaptığım spor malzemesi yardımını bir daha yapmam..."

Bunun gibi tehdit ve şantajla karşılaşmış delegeler.

Buna karşın delegelerin yaklaşık % 60-70’i katılarak kongreyi gerçekleştirdi.

Okurumuz, "Siz kimsiniz" diye sorunca anlatmaya devam etti:

"Amatör yöneticilerinin özelleştirmeler, banka kredileri, devlet ihaleleri, turizm bölgeleri tahsisleri diye bir dertleri yoktur. Bu işlerle zaten uğraşmazlar. Amatör yöneticiler, kulüplerini siyasi ve ekonomik rant aracı olarak görmezler. Onlar sadece Türk gençliğine karşılıksız hizmet ederler, çünkü onlar Türk sporunun gerçek kahramanlarıdır. Onlar kimseden talimat almazlar, kazançlarının ve maaşlarının bir kısmını kulüplerinin harcamalarına verirler.

Ailesine ve çocuklarına ayıracağı zamanı kulüplerine ayırırlar, sporcularına ayırırlar, yaşamları özveri içinde geçer. Bu kongre şunu gösterdi ki amatörler; sporda siyasetin kazanması için değil Türk sporunun kazanması için kongreye giderek görevlerini yaptılar. Siyaseti spordan uzaklaştırdılar. Bu kongreyi ve sonuçlarını çok iyi okumak lazım; özetle AKP, İstanbul’da en büyük demokratik kitle örgütü seçiminde yenildi... Çünkü adayları AKP İl Genel Meclisi Spor Komisyonu ve daimi encümen üyesi Ali Düşmez’di. Spor kulüpleri, İstanbul’un mevcut Genel Başkanı Sait Yücel’e devam kararı verdi. Baykal, Sait Yücel’i arayarak kutladı."

Türkiye Amatör Spor Kulüpleri Konfederasyonu, sporla ilgili Türkiye’nin en büyük sivil toplum kuruluşu...

Bir ilde federasyonun kurulabilmesi için en az 15 spor kulübü bir araya geliyor.

Türkiye’de ise 1400 delegesi bulunuyor konfederasyonun...

Özetle amaç, ’Herkes için spor olanaklarını ve uygulamalarını yaygınlaştırmak’.

Ama AKP bu ’tarla’ya da ben hükmedeyim dedi, başarılı olamadı. Sonra hıncını almak için gücü yetebilir mi, henüz bilinmez.

Haberin Devamı

‘KUVVETLER AYNILIĞI’

MESLEKTAŞIMIZ Sadi Özdemir’in ilginç haberine göre; TOBB ve Odalar ve Borsalar Kanunu değişikliğinde ’olmamak’ yerine yanlışlıkla ’olmak’ yazılmış, kimse fark etmemiş.

Yani ’hırsızlık, rüşvet gibi suçlardan mahkûm olmak’, oda sekreteri olmak için şart haline geliyor.

Skandal yasa 10 kez onaydan geçmiş...

Cumhurbaşkanı Gül de onaylayarak Resmi Gazete’de yayınlanmış ve "Rüşvet ve yolsuzluk resmileşiyor mu?" dedirten bir yasa ortaya çıkmış.

Okurumuz Kemal Yavuzel, diyor ki: "Eğer Kabine’deki kuvvet ile Köşk’teki kuvvet aynı olmasa, yani bu yasayı denetleyen Ahmet Necdet Sezer olsa bu yazı sonuna kadar incelenir ve ’veto’ edilirdi.

Ama ’kuvvetler aynı’lığı, yasanın okunmadan onaylanmasını getirince, AKP böyle çuvallaşmış oldu.

Üstelik bu skandal, tam da Anayasa Mahkemesi’nin türban kararı nedeniyle kuvvetler ayrılığı ilkesini çiğnemekle suçlandığı bir dönemde gerçekleşti...

Eee takdiri ilahi!

Kasıt var mı, haşa yok!

'Maddi bir hata var’ ama...

Halk böyle durumlarda ’Allah söyletti’ der."

SORUN NE AKP, NE TÜRBAN ESAS SORUN HUKUKA SAYGI
ULUSLARARASI ve Avrupa Hukuku uzmanı Hakan Hanlı yazıyor:

Anayasa Mahkemesi’nin, türban konusundaki kararı üzerine "Anayasa Mahkemesi yetkisini aşmıştır" diyen gündelikçi hukukçu ve siyasetçilerin ileri sürdükleri iddialar karşısında insan neredeyse küçük dilini yutacak...

Dünyanın sayılı hukuk bilimcisi Prof. Leon Duguit ile Ord. Prof. Ali Fuat Başgil ve Prof. Hüseyin Nail Kubalı’nın eserlerini okumuş ve anlamış olsalardı, bu tür ifadelerden kaçınırlardı.

Anayasa’nın ’... değiştirilemez, değiştirilmesi dahi teklif edilemez’ kuralını ihlal ederek Anayasal bir suç işleyenlere karşı cumhuriyet savcıları hálá ne güne duruyorlar?

Belki bir savcı çıkar diye düşündük.

'Bir savcı Cumhuriyet’e bedeldir.’

Ülkeyi istikrarsızlığa sürükleyen Anayasa Mahkemesi değil, devlet tecrübesi olmadığı için Anayasa’yı hafife almaya temayüllü iktidarlardır.

Eğer iktidarlar, Anayasa’ya saygılı olurlarsa ülke istikrara sürüklenmez ama olmazlarsa da bugünkü sıkıntıları maalesef hep birlikte yaşarız.

Haberin Devamı

5.6.2008’de, Anayasa Mahkemesi türban konusundaki 'Anayasa değişiklikleriyle ilgili maddeleri' bozdu.

TV’lerde gazetelerde konuşan hukukçulardan bir kısmı, bu kararı ile "Yüksek Mahkeme’nin yeni bir içtihat getirdiğini ve kendisine verilen sadece şekil şartlarına uyulmamasından dolayı anayasa değişikliklerini iptal edebileceği yetkisini aştığını" iddia ettiler.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 4. maddesi gereğince; "Anayasanın 1. maddesindeki devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2. maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3. maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez." (www.tbmm.gov.tr)

Şekil şartı veya kanunu şartlar...

Haberin Devamı

Prof. Dr. Leon Duguit, Ord. Prof. Ali Fuat Başgil ve Prof. Hüseyin Naili Kubalı'nin eserleriyle ve okuduğumuz yıllarda iyi bir hukuk eğitimi aldık. Yukarıdaki iddiaları kabul etmemize imkan yok.

Ayrıca "Anayasa mahkemesi yetkisini aşmıştır" şeklinde bazı gündelikçi hukukçu ve siyasetcilerin ileri sürdükleri iddialar karşısında neredeyse küçük dilimizi yutacağız.

Gerçi gerekçeli kararı daha okumadık ve okumadan fikir yürütmek doğru olmaz, ancak teorik olarak konuşmak gerekirse; Yüksek Mahkeme yetkisini aşmamış, kanuni görevini yerine getirmiştir.

Şöyle ki:

Anayasa, Yüksek Mahkemeye Anayasa değişikliklerinin şekil şartlarına uyulmaması halinde, reddetme yetki ve görevini vermiştir. Hukukta "şekil şartları" tabiri çok kullanılmasına karşın eksik anlaşılmaktadır. Bu tabirin doğrusu "kanuni şartlar" olmalıdır.

Haberin Devamı

Zaten, ister şekil şartı, ister kanuni şartlar olsun aranılan, sadece toplantı ve oylama nisabı ile sürelere uygunluk değildir. Aranılan; kanunun gerektirdiği her türlü şarta uyulup uyulmamasının kontrolüdür.

Anayasamız, Anayasa değişiklikleri için yukarıda ki nisap ve süreleri getirirken bir de, hepsinden daha önemli olarak, bazı maddelerinin (1., 2. ve 3. maddelerinin) değiştirilemeyeceğini ve değiştirilmesinin teklif edilemeyeceğini açıkça belirtmiştir. Bu hüküm, oylama nisabı veya bekleme süresinden çok daha önemli bir şekil veya kanuni şarttır. Doğal olarak, buna uyulmadığını gördüğünde; 'Anayasa Mahkemesi, bu değişiklikleri iptal edebilir' değil, 'iptal etmeye mecburdur.' Ve iptal etmiştir.

'LAFZ VE RUH'

Haberin Devamı

Bir an için bunun aksini düşünerek, Anayasa Mahkemesi’nin "Anayasa'nın değiştirilemeyecek maddelerinin değişmesi halinde" bunu iptal yetkisi olmadığını kabul edelim. O zaman böyle bir durumda, hangi makam bunu hükümsüz (kadük) sayacak. Ordu mu?

Eğer konu hukuki ortamda münakaşa edilecekse tek başlık: "Anayasa'nın bazı maddelerinin değiştirilemiyeceği hükmünün; sadece o maddelerinin metinlerine, yani lafzlarına mı tatbik edileceği, yoksa o maddelere dokunmamakla beraber başka maddelerle oynayarak by-pass yapıldığında, yani ruhu ile de oynandığında ki, şu andaki durum budur, tatbik edilip edilemiyeceği" ortamında olabilir.

Bir an için olayı basite indirgeyelim ve diyelim ki TBMM'si tüm nisap ve bekleme kaidelerine uyarak ve oy çokluğuyla Anayasa değişikliği yapan bir madde kabul etsin:

Faraza, TBMM bırakın oy çokluğu veya 1oy birli1ğ1i ile bir Anayasa değişikliği kabul etse ve dese ki;

- Madde binbir: 'Tayyip Erdoğan yaşadığı müddetçe seçimler yapı1mayacak, kendisi ömür boyu Başbakan, Abdullah Gül de Cumhurbaşkan1ı kalacak ve her beş senede bir Tayyip Erdoğ1an, TBMM'ne res'en yeni adaylar tayin edecektir. Eski adayların yeniden tayini mümkündür."

Acaba, Anayasa Mahkemesi bunu reddetme yetkisine haiz değil midir?

Eğer bir Anayasa, bazı prensiplerine dokunulamayacağını kabul etmiş ise bu 'esasa ait değil, şekle ait' bir husustur.

Çünkü bu bir 'procedure' hususudur. "teklif bile edilemez" diyor, bu bir "şekil şartı" değil de nedir?

Gözden kaçan Anayasa'nın değiştirilemeyecek maddelerine uyulması da bir şekil şartı, hem de en önemli şekil şartını teşkil eder.

Bu olay türban konusu da değildir. Olay 'kuvvetler ayrılığı' prensiplerinin anlaşılamamasıdır. Demokrasi, azınlığın (burada azınlıktan muhalif görüşte olanları olarak anlayınız lütfen) korunmasının sağlandığı rejimdir. Halka anlatıldığı gibi çoğunluğun istediğini yapabileceği bir rejim değildir. O, oligarşi veya ariktokrasi benzeri bir rejimdir ve demokrasi değildir. Demokrasinin oligarşi veya aristokrasi yönünde dejenere olmamasını sağlayan da, Yargı erkinin bağımsızlığı ve kontrolüdür.

Unutmadan, peki şimdi edilemez bir teklif ile anayasal kuralı ihlâl edenlere karşı, yasal olarak ne yapılmalı, isterseniz o'nu da Cumhuriyet Savcılarına bırakalım... 'Bir Savcı Cumhuriyet'e bedeldir' .

Ezcümle, iddia edildiği üzere, ülkeyi istikrarsızlıklara (sıkıntılara) sürükleyen Anayasa Mahkemesi değil, devlet tecrübesi olmadığı için Anayasayı hafife almaya temayüllü iktidarlardır. Eğer iktidarlar, Anayasaya saygılı olurlarsa ve hadlerini: (!) bilirlerse, ülke istikrarsızlıklara sürüklenmez; (!) bilmezlerse, Anayasa Mahkemesine rağmen yine de sürükleyebilirler.
Hakan HANLI, Avukat (PhD), Uluslararası ve Avrupa Hukuku Uzmanı, Ankara ve Brüksel Baroları Üyesi

ÇORUM, ’HİTİT’TEN ÇEKİNİYOR

ÇORUM’da çocukken şehrin ortasında Yedi Sekiz Hasan Paşa’nın yaptırdığı ’Saat Kulesi’ni en kıymetli şey diye bilirdik. Şimdiki gençlerimiz bizim göremediğimiz birçok değeri görüyor ve gündeme getirmeye çalışıyor. Hitit medeniyetinin kentleri için marka olması için çalışıyorlar. Mahfi Eğilmez, Nevval Sevindi, Av. Erdal Doğan, Hititler hakkında araştırmalar yapıp kitap yazıyorlar. Bizim şehrin valisi, belediye başkanı ve vekilleri ’Hitit’ sözcüğünden çekiniyorlar. Çorum’da Hitit üniversitesi kuruldu; ancak hálá rektörlük için yer tayin edemediler. Çorum ve ’Hitit Güneş’nin (kursu) evrensel bir marka olduğu ah bir anlaşılsa...
(Y.D.-Çorum)

BİZ
uzun yıllardır memleket sevdası ile yaşayan ve memleketi için de 'uzakta da olsam ne yapabilirim, nasıl fayda sağlarım' derdinde olan insanlardan biriyim.

Memleketim Anadolu’nun bağrında olan Çorum'dur. Çok uzak değil Ankara'da yaşadığım için de yakinen gelişmeleri takip ve müdahale ederim.

Müdahale deyince yanlış anlaşılmasın, maalesef şu an pasif emekli konumunda olmam müdahaleyi sadece eleştiriden ibaret kılıyor.

Ancak ben halktan biri olduğum için de eleştiriyi kendim de hak görüyorum.

Efendim biz çocukken sadece şehrin ortasında Yedi Sekiz Hasan Paşa'nın yaptırdığı 'Saat Kulesi'ni kıymetli bilirdik.

Şimdiki zamana bakıyorum da, gençlerimiz bizim göremediğimiz birçok değeri görüyor ve gündeme getirmeye çalışıyor.

Geçenlerde memleketime gittiğim de genç bir bayanın Hititler'in marka olmasını istediklerini duydum.

Biz daha Hititler nedir diye düşünürken yeni nesil bizim sahip çıkamadığımız tarihimizi, miraslarımızı markalaştırmaya çalışıyorlar.

Çok heyecanlı geliyor kulaklarımıza.

Bu bahsedilen program hakkında bir evrak istediğimde çekinmeden anlattı ve programın dosyasını bana da verdi.

Mahfi Eğilmez, Nevval Sevindi, Av. Erdal Doğan gibi Hititler hakkında araştırmacılar konuşmacı olmayı kabul etmiş ve birçok gazeteci de Hititleri görmeyi ve programı izlemeyi kabul etmiş. Ayrıca Hititler hakkında bir defile ve konser de olacaktı.

Aman Allahım, bu ne güzel bir haber dedim herkese. Çorum ulusal gazetelerde tarihine sahip çıkan bir şehir olarak gündeme gelecek. Harika bir olay!

Ancak hevesim kursağımda kaldı. Bu genç bayanın ne kadar emek harcadığını bir çok kişiden haber aldım. Hatta Çorum'daki firmaların değil de ulusal markaların sponsor olduğunu da başka yerlerden öğrendim.

ŞEHRİN İDARECİLERİ NEREDE

Şimdi bu program bazı engellerle karşılaşmış ve gerçekleşememiş.

Ama olsun Çorum'da genç bir girişimci, bir bayan, tarihine ve kültürüne sahip çıkmıştır ve emek sarfetmiştir.

Şunu merak ediyorum. Hititler gibi bir medeniyetin tanıtılması özel sektörün işi midir?

Neden şehrin idarecileri Hititler'i tanıtmak konusunda çekimser davranırlar?

Çorum gibi bir şehrin kalkınması için Hitit medeniyetini kullanmaktan daha mantıklı nasıl bir sebep olabilir? Ya da bu tür kültürel etkinliklere girmemek, destek vermemek için neden çaba gösterilir. Ya da bu konularda çaba gösterenlere neden engel çıkatılır?

Bir şehrin idarecileri, valisi, belediye başkanı, milletvekilleri... Bu tür girişimlerde bulunmayacaklar ise ne iş yaparlar, merak ediyorum.

HİTİT ÜNİVERSİTESİ

Mesela mayıs ayında İngiltere Kraliçesi Bursa'da ağırlandı.

Çorum milletvekilleri biraz çalışsalardı da Çorum'da Hitit kazılarını da programa dahil ettirselerdi, ne olurdu?

Ya da ünlü isimleri davet etseler, ağırlasalar ne olur?

Bizim vekilimiz olarak giden, vekilimiz dediğimiz kişiler ne iş yaparlar, biz bilmiyoruz.

Çorum'da Hitit Üniversitesi kuruldu ancak hala rektörlük için yer tayin edemediler. (İnternette yerel gazetelere girin görürsünüz.) Birileri engel oluyormuş.

Rektörlük payına düşen bütçeyi kullanma izni istediğinde yetkililer diyorlarmış; "Sizin milletvekilinize sormamız lazım, onay verirse kullandırırız."

Çorum’un abisi denilen bir milletin vekili varmış ama milletin vekilliğini yapmadığı kesin görünüyor.

Söylentilere göre gelecek yerel seçimlerde de akrabası olan bir ismi belediye başkanı yapmak istiyormuş.

Görüyorsunuz değil mi? İnsanlar nelerle uğraşıyor, yapması gerekenleri değil yapmaması gerekenler peşinde koşturup duruyorlar. Bunlara da milletvekili deniliyor.

Ben sadece eleştirebiliyorum. Elimden başka bir şey gelmiyor!"
Çorum ve 'Hitit Güneşi (Kursu)' uluslararası evrensel kültürün bir markası; ah bir anlayan çıksa.

ERDOĞAN, DP SEVGİSİNİ İSTİSMAR EDİYOR
DP Genel Başkanı Süleyman Soylu şunları söylüyor: Bazı çaba ve niyetlere karşın, Demokrat Parti’nin AKP’yle ne demokrasi anlayışı, ne dünya görüşü, ne Türkiye algısı ne de icraatı birbiriyle örtüşmektedir. DP ve AKP ayrı dünyaların, ayrı düşüncelerin partisidir. İki parti arasında benzerlikler kurmak samimiyetsizliktir. AKP’nin kendi hedefleri için demokrasiyi ve AB’yi kullandıkları gibi Demokrat Parti’yi de kullanma niyeti, kendilerini toplum nazarında bir meşruiyet oluşturmak ve bunu oya tahvil etmekten başka bir şey değildir.

Soylu: DP ile AKP benzetilemez

'AKP, Demokrat Parti'nin 2. büyük yanlışına düşüyor' başlıklı 11.6.2008 tarihli yazınızda AKP’nin icraatlarını eleştirirken, Demokrat Parti ile AKP arasında bir benzerlik kurmanız, beni ve demokrasiye gönül vermiş bütün Demokrat Parti mensuplarını derinden üzmüştür.

Ülkemiz ve demokrasimiz açısından hassasiyetlerinizi anlamakla birlikte bu benzetmenin şık olmadığı, AKP’nin işine yaradığı, bu ülkeye çok büyük hizmetler etmiş, bu uğurda büyük haksızlıklara maruz kalmış Demokrat Parti ve kurucularına karşı büyük haksızlık olduğu düşüncesindeyim.

Öncelikle Demokrat Parti‘nin bu ülkede 10 sene iktidar olmuş, ülkemizin demokratikleşmesine, kalkınmasına, sanayileşmesine, halkımızın refah seviyesinin yükseltilmesine önemli katkılar sağlamış, Kıbrıs gibi önemli milli meselelerimizde ülkemiz lehine ciddi kazanımlar sağlamış, AB sürecinin zemini hazırlamış bir parti olduğunu unutmamak lazımdı.

Bilindiği gibi 14 Mayıs 1950’de iktidara gelen Demokrat Parti 1954 ve 57 seçimlerini de kazanarak iktidarını devam ettirmiş, ancak 27 Mayıs 1960’da küçük rütbeli subayların oluşturduğu bir cunta tarafından askeri müdahaleyle iktidardan indirilmiş, Türk demokrasi tarihine kara bir leke olarak geçen hukuk dışı Yassıada Mahkemesi tarafından yöneticileri idama mahkum edilmiş ve çeşitli hapis cezalarına çarptırılmıştır. Bu haksızlık hala Türk milletinin vicdanında bir derin bir sızıdır.

Öncelikle şunu belirtmeliyim ki Demokrat Parti’nin AKP’yle ne demokrasi anlayışı, ne dünya görüşü, ne Türkiye algısı ne de icraatları birbiriyle örtüşmektedir. DP ve AKP ayrı dünyaların, ayrı düşüncelerin partisidir.

Ancak AKP’nin kendisini Demokrat Parti’yle özdeşleştirme çabası ve gayreti içinde olduğu da bir hakikattir.

Nitekim Genel Başkan Sayın Tayyip Erdoğan Merhum Adnan Menderes ve Merhum Turgut Özal’ın resimlerinin arasına kendi resmini koyarak son seçim kampanyalarında kullanmıştır.

Son siyasi gelişmelerde de bazı parti yöneticileri ve bakanlar tarafından kendileriyle DP arasında benzerlikler kurma yönünde söylemleri olmuştur.

AKP’nin bu tavrı samimiyetten uzak, DP’nin politikalarını ve misyonunu benimsemekten çok kendi hedefleri için demokrasiyi ve Avrupa Birliği ‘ni “kullandıkları “ gibi Demokrat Parti’yi de “kullanma” çabasından kaynaklanmaktadır.

Bu sebeple sözkonusu yazınız da maalesef AKP’nin işine yaramaktadır.

AKP de toplumda bu algının oluşmasını, halkımızın Demokrat Parti ve Bayar-Menderes sevgisini istismar ederek, onlara yapılan haksızlıklarla kendilerini özdeşleştirerek, toplum nazarında bir meşruiyet oluşturmak ve bunu oya tahvil etmek istemektedir.

Konusu ne olursa olsun AKP ile DP arasında hiçbir şekilde benzerlik kurulamaz.

AKP ile DP arasından dünyalar kadar fark vardır.

AKP’nin, bizim ahlaklı ve dürüst siyaset, öteki oluşturmama anlayışımız, demokrasiye bakışımız, hukuk devleti algımız, onurlu dış politika, sanayileşme, kalkınma , dünyayla bütünleşme odaklı politikalarımızla ve uzaktan yakından alakası yoktur.

Bu en hafifinden hem Demokrat Parti’ye hem de onun kurucularına haksızlık olur

Demokrat Parti kurucu ve genel başkanları Celal Bayar ve Adnan Menderes’in Cumhuriyetin kurucu iradesinin birer parçası olduğu hususu tartışmasızdır.

Sayın Celal Bayar Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşunda aktif rol oynamış, milli mücadelenin kazanılmasında ve cumhuriyetin kurulmasında önemli roller üstlenmiş, Atatürk’ün iktisat vekilliği ve başbakanlığı görevlerini üstlenmiş bir büyük devlet adamıdır.

Adnan Menderes de Atatürk'ün kıymetini anlayarak politikaya kazandırdığı ve milletvekili olmasını sağladığı bir liderdir.

DP'nin cumhuriyetin kuruluş iradesiyle hiçbir sorunu olmamıştır.

DP sadece CHP'nin tek partili rejimine, cumhuriyeti totaliter bir anlayışla yorumlamasına ve uygulamasına karşı çıkmıştır.

DP çoğulcu demokrasiyi, hukuk devletini, liberal ekonomi anlayışını, sosyal devleti, özgürlükleri, birey odaklı politikaları ve ülkenin refahını savunmuştur.

Şu açıkça anlaşılmalıdır ki Cumhuriyetin kurucu iradesi birilerinin anladığı gibi sadece CHP’den ya da bir grup oligarşik elitin anladığından ibaret değildir.

Cumhuriyet bütün değerleriyle bir bütündür.

Demokrat Parti’de bunu savunmuş, cumhuriyetin değerleriyle milletin değerlerini birbiriyle çatıştırmadan bir mutabakatla yürütmeye çalışmış, demokrasiyi, laikliği, hukuk devletini bir bütün olarak yorumlamıştır. DP bu ülkede, cumhuriyetin de, demokrasinin de, ülkemizin bütünlüğünün de samimi savunucusudur.

Demokrat Parti bugün de bu misyonla çalışmalarına kararlılıkla devam etmektedir. DP ülkemizi CHP-AKP kutuplaşmasından ve kısır tartışmalarından çıkararak, siyasetin değerler üzerinden değil daha reel, ülkemize ve insanımıza katkı sağlayan konular üzerinden yapılmasını sağlamaya çalışmaktadır.

Türk milleti bu çabalarımızı ve iyi niyetimizi kısa zamanda çok daha iyi anlayacak ve DP’ye olan teveccühünü ortaya koyacaktır.
Süleyman SOYLU-DP Genel Başkanı

Yazarın Tüm Yazıları