Paylaş
Dörtlü takrirle, Cumhuriyet’in kurucusu olan CHP içinde başlayan çok partili siyasal düzen, birçok partinin katılımı ile giderek çoğulculaşıyor.
Cumhuriyet’le yıldızı barışamamış iki siyaset bugün seçim sonuçları bakımından, toplumsal ve üniter geleceği etkileme potansiyeli taşıyor.
Dindar muhafazakâr damar, 2002’den bu yana iktidarda...
Cumhuriyet’in kurguladığı siyasi yapı dışında, yeni bir vatandaşlık tanımı ile farklı aidiyetlerin önünü açmaya çalışıyor.
Etnik temelli silahlı bir hareketi muhatap alırken, güdümündeki partinin siyasal hayata entegre olmasına karşı çıkar görünüyor.
Etnisiteye dayalı bir bölge siyaseti, radikal ayrılıkçı hedeflerini çözüm süreci bağlamında revize eder görünüp, kendine has bir özerklik peşinde ve bunu ‘Türkiyelileşmek’ iddiasıyla yapıyor.
Bu iki itirazcı damarın ortak tahayyülü olan yeni Türkiye projesi hakkında son kararı seçmen verecek.
Millet kavramı ve etnik tasavvur bakımından sistem karşıtı iki hareket, çözüm sürecindeki işbirliğini askıya almış görünerek, Cumhuriyet’in temel paradigmasını değiştirmek için seçmenden ‘ruhsat’ talep ediyor...
7 Haziran seçimlerinin ana parametresi, bu gerçek üzerinden şekillenecek.
Mezhep eksenli bir demokrasi perspektifine ağırlık veren iktidar elitlerinin, toplumsal ayrımcılığa zemin hazırladığına dair örnekler çoğalıyor.
Silahlı isyan hareketinin, demokratik seçimler üzerindeki gölgesi, demokrasi geleneğimiz bakımından ileriye gidişe değil arkaik bir dönem sorununa işaret ediyor.
1960-2002 SARKACI
Silahların tehdidinde bir bölge gerçeği olma halinden, ülke genelinde saf bir demokrasi talebine doğru yapılan geçişin inandırıcılığı tartışılıyor...
CHP’nin, tek parti döneminin seçkin mebuslarının (Menderes, Köprülü, Koraltan) ve Atatürk’ün son başvekili olan Bayar’ın kurduğu Demokrat Parti “Yeter söz milletin” şiarıyla başlattığı demokratik siyaseti, hızlı kalkınma icraatlarına paralel olarak geliştiremedi, askeri darbe ve hukuksuzluklarına muhatap oldu.
1960 darbesi ile 2002 arasında demokrasimiz, sandık ile asker arasında ‘Foucault’nun Sarkacı’ gibi sallandı.
2002 ‘seçimleri ile başlayan yeni demokratik düzen, Cumhuriyet mağduru olduklarını iddia edenlerin mutlak iktidarının önünü açtı.
Kalkınma hamleleri ile süre geldi, ne yazık ki, ‘Hukuk Devleti’ çizgisini zorlanarak, özel seçilmiş ‘Sulh Ceza Hâkimliği’ tatbikatı ile yargının üzerine yeni nesil bir ‘Tahkikat Encümeni’ gölgesi düşürüldü.
Bunca yıllık demokrasimizin kurtuluşu, bir kısım siyaset gözlemcilerine göre, silahlı örgütün siyasi temsilcilerinin barajı geçmesine bağlı...
Dönemin toprak reformunu hedefleyen, Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’na verilen itiraz takrirleri ile başlayan demokrasi serüvenimiz, silahların tehdidi altında yeni bir imtihana giriyor.
TAŞERON İŞÇİ SAYISI % 316 ARTTI
DEMOKRASİ Denetçileri Derneği, dört uluslararası standardı (Kapsayıcılık, Bilimsellik, Tarafsızlık, Sürdürülebilirlik) kapsayan ‘Türkiye Demokrasi Denetim Raporu’ hazırladı.
İşçi sağlığı ve güvenliğindeki eksikliklere dikkat çeken raporda, 2002–2011 yılları arasında taşeron işçi sayısının % 316 arttığına işaret edildi.
“Partilerin seçim finansmanı, bağışların şeffaflığı ve seçim sonuçlarının kapsamlı olarak rapor edilmesinde yaşanan sorunlar vardır” denilen raporda, % 10 seçim barajının küçük partilerin aleyhine olacak şekilde büyük partilere avantaj sağladığına vurgu yapıldı.
Son dönemdeki düzenlemelerle yargı erkinin yürütmenin kontrolü altına alındığı vurgulanan raporda azınlık haklarıyla ilgili ihlallere de değinildi.
Çözüm sürecinde sivil toplumun etkin katılımı için gerekli adımların atılmadığına dikkat çekildi.
Raporda ayrıca, ‘Alevi açılımı’nda somut ilerlemelerin gerçekleştirilmediği ve gayrimüslim azınlıkların sıkıntılarının bazı iyileştirmelere rağmen devam ettiği belirtildi.
-DEMOKRASİ
Denetçileri Derneği ayrıca seçimlerde yaşanan hilelere dikkat çekmek, seçmeni bilinçlendirmek amacıyla bir çalışma yaptı. Bu çalışma sonucunda da “Bir Oy Hırsızının El Kitabı” ortaya çıktı.
CIVATAYA YÜKLENİLİRKEN KEMAN TELİ GERİLİRKEN
GAZETECİ-yazar Osman Balcıgil, seçimlerde ‘hile’ konusunu ‘Korkuyorum’ başlıklı yazısında ‘keman teli’ inceliğinde ve gerginliğinde ele alarak ‘cıvataya’ fazlaca yüklenildiğini vurguluyor.
Herkesin kafasındaki hile endişesini yüksek perdeden dile getirirken, bunun sonucu olarak sandık başlarında bir ‘suçüstü’ halinin tüm ülkeye yayılıp kaosa yol açabileceği iddiasında bulunuyor.
Yazıdan bazı vurgulamalar şöyle:
“Korkumuzun nedeni malum: Ya seçim yapalım derken ülkeyi kan gölüne çevirirsek!/Bir başka deyişle, ya kaş yapalım derken göz çıkarırsak!/Anahtar takımını elinde bulunduran “usta”ya ne zaman baksam, cıvataya biraz daha yüklendiğini, baskı uyguladığını görüyorum./Dur “usta”, görmüyor musun?/Bu cıvata bir tur daha atmaz!/Ya cıvata kırılır ya somun patlar!/Ülke keman teli gibi gerilmişken.../“Usta” cıvataya abandıkça abanırken.../Ya bir de seçim sandıklarına hile hurda karışırsa!
OKUYUNUZ
Anayasa Mahkemesi Anayasa Mahkemesi’ne karşı mı?
ANAYASA Mahkemesi’nin son kararı, aile kurumunun temeline dinamit koymuştur.
Zira, Anayasa Mahkemesi 1999 yılında Medeni Kanun’un dini nikahın ancak resmi nikahtan sonra yapılabileceği, aksi durumun suç kabul edileceği yönünde düzenlemesi lehinde oybirliği ile karar almış iken, bu kez aynı konuda aynı mahkeme oyçokluğu ile tam tersi yönde bir karar almıştır.
Gerek evrensel hukuk, insan hakları ve laiklik ilkesi, gerekse kadınların ve çocukların nesep bağı, miras ve nafaka gibi konularda aleyhine doğabilecek hukuki, sosyal ve ekonomik sorunlara bakarak, şu soruları sormadan edemiyoruz.
İki karar arasında geçen 16 yılda;
- Anayasa Mahkemesi bu kararıyla 41 ve 174’üncü maddelere rağmen, Anayasa’yı, Medeni Kanunu ve Ceza Yasası’nı yok mu saymaktadır?
- Anayasa mı değişti, yoksa Anayasa Mahkemesi üyeleri mi?!
- Çok eşliliğe yol açmak mı istenmektedir?
- Resmi nikahla yapılamayan çocuk yaşta evliliklerin önü mü açılmak istenmektedir?
Bu nedenle medeni kanunumuza her zamankinden daha çok sahip çıkıyoruz.
Şimdilik 1 milyon imzayla başlattığımız Medeni Kanun’a sahip çıkma kararlılığımızı bir kez daha ifade ediyoruz.
Bu kararı hukukun adaletine ve vicdanına aykırı bulduğumuzu kamuoyuna saygı ile duyururuz.
Nazan MOROĞLU-İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği Koordinatörü
Adana’da dün neler oldu?
SP’nin Tayyip Erdoğan’a son dakika kıyağı
ADANA’nın mitingleri Uğur Mumcu Meydanı’nda yapılır.
Vatan Partisi (VP) 7 Mayıs’ta ilgili ilçe seçim kuruluna başvurup, 29 Mayıs’ta Doğu Perinçek için alanı istedi.
Bakın sonra neler oldu:
Valilik 10 gün sonra seçim kuruluna bir yazı yazarak 29 Mayıs’ta Cumhurbaşkanı’nın ‘Halkla Buluşma Toplantısı’ için aynı saatte aynı alanı istedi. Seçim kurulu, Cumhurbaşkanı için istemin partiler kategorisinde olmayacağı gerekçesi ile istemi red etti. Valilik İl Seçim Kurulu’na itiraz etti ve itirazı kabul edildi. Bu kez VP, YSK’ya gitti. Bu kurul da 2 saat ara ile hem Cumhurbaşkanı, hem de VP’nin miting yapabileceği görüşünü karar haline getirdi. Lakin yerel seçim kurulu bu kararı görüştüğünde, 2 miting arasında 2 saatlik sürenin güvenlik nedeniyle yeterli olmayacağını düşünüp, önceliği Vatan Partisi’ne veren bir karar aldı. Neredeyse, Cumhurbaşkanı’na miting alanı kapatılmış oluyordu. Karar yazıldı, ilk nüshaler imzalandı ve 2. nüshaların imzasına geçildiğinde, BBP ile ittifak yapan Saadet Partili (SP) üye, ”Bir telefon mesajı aldım, fikrimi değiştiriyorum” dedi. Karar yeniden yazıldı ve 3’e 4, yani bir oy farkla, alan sadece Cumhurbaşkanı’na tahsis edildi. Seçim Kurulu Başkanı da muhalefet şerhi koyanlar arasında yer aldı.
VP bir itiraz daha yaptı. Mitingden 20 saat önce verilen YSK kararında, Cumhurbaşkanı’nın alanı 17.00’de, VP’nin de 19.30’da kullanabileceği belirtildi.
Biz bu satırları yazarken itirazlar ve karşı itirazlar için dilekçeler yazılmaya devam ediliyordu.
Seçim öncesi bir kentteki miting serüveni de böyle yaşanıyordu.
Şimdi merak edilen, SP’li üyeye Tayyip Erdoğan lehine oy kullandıran mesaj acaba kimden gelmişti?
Bilen var mıdır?
Paylaş