BİR dostumuz CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın Meclis’teki konuşmasından önce Şişli taraflarında bir bakkaldan alışveriş ederken, konu iktidara ve piyasalara gelmiş.
Rizeli olan bakkalın çocukları Tayyip Erdoğan’ı çok beğeniyorlarmış. Baba da ’hemşerilik’ adına Erdoğan’ı doğal olarak seviyormuş ama işlere bakınca ’memleketin halini’nin pek iyi gitmediğini fark ediyormuş. Vatan’dan Yiğit Bulut’u okumaya başlayınca endişe duymaya başlamış. Dostumuz ayrılırken bakkal baba kendisine şöyle demiş:
"Okuduğuma ve anlamaya başladığıma göre Tayyip Bey, ülkeyi batağa sokmuş; bütün paramız faize gidiyormuş."
Okurumuz "Galiba millet uyanmaya başladı" diye bunları anlatırken, TBMM’de CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın konuşmasını dinliyorduk.
Baykal, bir bütünlük halinde değerlendirildiğinde AKP iktidarına karşı en ağır konuşmasını yapıyordu. "Türkiye ekonomisi, siyaseti, hukuk devleti ve Anayasamız kuşatma altındadır. Yozlaşmış bir rejime doğru sürükleniyoruz. Türkiye’nin kuşatılması ve dönüştürülmesi sürecinde, yolsuzluk, adam kayırma, devlet kaynaklarının peşkeş çekilmesi, yandaş medya yaratılması, demokrasimiz için çok ciddi darbelerdir... Hayra değil, şerre çalışıyorsunuz. Millete değil, kendinize çalışıyorsunuz...
İktidara tepki gösterenler susturuluyor... Ne yazık ki, yapanın yanına kár kalan anlayış Türkiye’ye yerleşmiştir."
Keşke Tekel’e ’yeni’ diye alınan 2. el makinelerin yargı kararıyla yurtdışına çıkartılması sonucu, 43.5 trilyonluk ’gümrük kaçakçılığı’ cezasına çarptırılırken, ÖİB ve Tekel yöneticilerinin 48 günde nasıl beraat ettiğinin garipliği... Unakıtan’ın oğlunun yazıhanesine, makineleri getiren İzmir’den Şenol Çelik’in Family Finans’la gönderdiği 30 bin doların ne için havale edildiği... Bu olayı ortaya çıkaran ’yürekli’ Hazine Kontrolünün 180 sayfalık raporunda daha neler yazıldığını Baykal daha geniş anlatsaydı... Belki o zaman Unakıtan "Tekel böyle bir makine almadı, geri gönderdi. Bunlar iftira ve tezvirat..." sözlerinin ötesinde bazı gerçekleri açıklamak durumunda kalabilirdi.
Evet iktidarı denetleyecek hiçbir denetim organı yok bugün... Başbakanlık Teftiş Kurulu, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu ne de Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu görevlerine yerine getiriyor mu acaba?
Başbakan ise bütün bunlara karşılık "Yola devam" diyor. Peki nereye!
Bayan yanı yok
İSTANBUL’da üniversite okuyan bir kız öğrenci; Ulusoy firmasına telefon ediyor. Bayram arifesinde İzmir’e yer olup olmadığını soruyor.
Ulusoy’un rezervasyon hattındaki ses "Var" diyerek soruyor: "Siz mi gideceksiniz?"
Evet yanıtını da alınca da "Bayan yanı yok!" diyor. Kız öğrenci şaşırarak biraz da alay edercesine "Bay yanı yok mu?" diye soruyor. Hattan şu cevabı alıyor:
"Bizim böyle bir uygulamamız yok!"
Kız öğrenci daha fazla konuşmaya gerek duymadan telefonu kapatıyor.
Otobüsleri namaz için durdurmaya başlayan zihniyet, artık otobüsleri tamamen harem-selamlık haline getirirse, Türkiye nereye gidiyor sorusunu daha fazla sorgulamamız gerekmiyor mu?
Son söz üniversiteli kız öğrenciden: "Ulusoy’a bu yakışıyor mu?"
’Bulgar Sadık’ın torunu Renda Poğda
TÜRKİYE Gazeteciler Cemiyeti ’Cemiyetimizin üyesi, değerli arkadaşımız (...) ölmüştür, cenazesi şu camiden kaldırılmıştır" diye ilan vermese geçmişin ünlü gazetecilerinden kimsenin haberi olmayacak. Necati Renda Poğda (69) ile Güven Kuyumlu (72) da bunlara birer örnek... Poğda önceki gün Karacaaahmet’te, spor foto muhabiri Kuyumlu da Tekirdağ’ın Yeniçiftlik beldesinde toprağa verilmiş. Poğda, 1960’ların magazin ve reklam sektörünün önemli bir ismi. Mesleğe Kazım Taşkent’in Hayat ve Ses dergisinde başlıyor, yayın müdürlüğüne kadar yükseliyor, daha sonra Hürriyet grubunda çalışıyor, Yeni Gazete ile Pazar, Fotoroman ve Foto Magazin dergilerini yönetiyor. Daha sonra da ’reklamcılık ve propaganda’ piyasasında yer alıyor.
Ses’in yarışmasında tanıştığı Ajda Pekkan ile bir süre nişanlı kalmış Poğda... Nitekim Pekkan, sevgili dostunun arkasından bir çiçek göndermişti Karacaahmet’e...
Onunla son beş yılında dostluk kuran Moda’daki komşusu Mustafa Avşaroğlu "Renda Abi yakışıklı olduğu kadar renkli bir İstanbul beyefendisi idi" diyerek paylaştığı anılarını şöyle özetliyor: "1964’lerde siyasete ilk girdiğinde Demirel’le ilk röportajı yaptığını... Hürriyet’in ünlü ’Altın Mikrofon Yarışması’nın jürisinde yer aldığını... Demiryolu makinisti olarak bildiği babasının sık sık evden uzak kaldığını ama öldüğünde tabutuna Türk bayrağı sarılması nedeniyle MİT görevlisi olduğunu anladığını... Berec’in ünlü pil reklamını kendisinin yarattığını... Kemal Uzan’la ’Yeni İstanbul’da çalışırken, kendisine ’başbakan’ olmak istediği söylediğini... En önemlisi de dedesi olan ’Bulgar Sadık’ın (Mehmet Sadık) Atatürk’ün Milli Mücadele’de ve sonrasında ’karakol teşkilatı’ ile birlikte İzmit ve havalisinde hainlerin cezalandırılması, silahların cepheye ulaştırılması konusunda ’hamiyetperver’ faaliyetlerde bulunduğunu... Dedesinin mücadelesini Ö. Lütfü Akad’ın, Turan Seyfioğlu-Fatma Andaç’ın oynadığı ’Bulgar Sadık-Kaçın Türkler Geliyor’ (1954) isimli bir film çektiğini..."
DYP’de ince oyunlar
DP’li eski bir parlamenter konuşuyor: "Mehmet Ağar, Cindoruk’a giderek ne demişti? ’Beyefendi başımıza gelin, partiyi ayağa kaldıralım.’ Cindoruk da "Tamam. 5-6 ocakta sadece genel başkanlık seçimi yaparsanız, ben de bu arada küskünleri toparlarım. 14 Mayıstaki Kongre’de de genel başkanlık ve organ seçimlerini yaparız. Ağar dünkü GİK toplantısından Cindoruk’un görüşünün aksine genel başkanlık seçimi dışında bütün organların seçiminin de yapılacağını da bildiriyor. Yeni bir oyun mu? Cindoruk, göreve gelirken GİK seçiminin yapılmasını kabul eder mi? Yoksa bu emrivaki karşısında geri çekilir mi? Ağar’ın açıklamasından sonra Cindoruk telefonlara çıkmadığını duyuyoruz. Cindoruk’un gelmesine karşı olan biz köktenci DP’lilerin kafası karışıyor." DP’de ’ince’ oyunlar devam ediyor.