Paylaş
Önüne gelen, öğrenci, veli farketmiyor, öğretmene saldırıyor, bu cesaret nereden kaynaklanıyor. Tedrisat geleneğimizde, okula başlayan çocuk, “eti senin kemiği benim” güveni ve saygısı ile öğretmene teslim edilirdi. Öğretmenler arasında yapılan ankette, can güvenliği endişesi taşıyan öğretmenler önemli bir yüzde teşkil ediyor. Boş kağıt verdiği için sıfır alan öğrenci velisi tarafından darp edilen bir öğretmen, “sınav sonuçlarını başka bir kurul versin, biz sadece eğitelim, not vermekten korkuyoruz” dedi. Cumhuriyet’ten 2002’ye kadar yapılan derslik sayısını katladık diye övünenler, işin bu tarafına neden bakmazlar? Atanamayan öğretmenler, darp edilen, öldürülen öğretmenler ve okullaşma oranı (bakanlık verilerine göre tüm eğitim kademelerinde okullaşma oranı hızla artıyor, en yüksek artış oranı, %70’ten %76’ya yükselen liselerde), bir arada düşünüldüğünde garip bir tablo çıkıyor. Öğretmeni küstürülen, korkutulan bir toplumda, eğitimin kalitesi nasıl arttırılacak..
Atatürk, öğretmen sorumluluğunu, “Muallimler, Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür, nesiller ister” düsturu ile tanımlamış. Kendileri her türlü baskı altında olan ‘muallimler’, nasıl, vicdanı hür nesiller yetiştirecekler? Bu sorun, çözüm süreci denilen “ucube”ye sarfedilen mesaiden çok daha fazla bir ilgiyi hak ediyor.
Amber KORKMAZ
1933’te Rusların çektiği 4 filmi izler misiniz?
Garibanlık ve coşku...
MEHMET Fatih Öney’den:
Cumhuriyetin 10. yıl Kutlamalarına katılan Rus heyetiyle birlikte gezen film ekibinin çektiği görüntüler çok ilginç. Bu günlere nerelerden geldiğimizi belgeliyor. Cumhuriyetimizi kuranlara dil uzatanlara da izlettirmek gerek.
1933’te Rusların çektiği film, birbirini takip eden belgesel nitelikte kıymetli bir yapıt.
İstanbul, Ankara, Türkiye, Atatürk...
Neredeeen nereye... Görüntü ve ekleriyle tarihi bir hazine.
‘Türkiye’nin Kalbi Ankara (1, 2, 3, 4 bölüm)
http://www.youtube.com/watch?v=WaM2SmHkZe8
http://www.youtube.com/watch?v=b_O5TkG3P4o
http://www.youtube.com/watch?v=genL8V8qgPA
http://www.youtube.com/watch?v=genL8V8qgPA
“Akıl başta, utanma yüzde, bilgi gözde olur öfke gelince akıl gider, tamah gelince utanma gider, haset gelince bilgi gider.”
Öney bu notunun altında “Mustafa Kemal Atatürk’ün 27 Aralık 1919 da Ankara’ya gelişinin 95. yılı kutlu olsun” diyor.
Üç tiyatromuz var: Osmanlı sezaryen ve doğum kontrolü
SON günlerde yolsuzluk komisyonu çalışmaları ön plana çıktı. Oylamanın geciktirilmesi ve olayın üstünün örtülmesi çalışmaları yapılıyor. Bu meyanda hem Sağlık Bakanı hem de Cumhurbaşkanı hiç yeri değilken Osmanlıcadan sonra sezaryen, doğum kontrolü konularını ortaya attılar. Millet artık bu gündem değiştirme manevralarını yemiyor, karnı da böyle basit manevralara tok. Olay şudur: Hırsızlık, yolsuzluk tohumu ana rahmine düştü. Aradan yeteri kadar zaman da geçti, hamilelik ilerledi. Artık bu durumda kürtaj yapılamaz, doğum kontrolü olayına ise çok geç kalınmış durumda. Tek çare kalmıştır o da doğumdur. Oğlan doğacak bu kesin, mesele sezaryen mı, normal doğum mu olacağıdır. Sezaryeni Sağlık Bakanı yasakladığına göre diğer ihtimal kalıyor “normal doğum”. Vatana millete hayırlı olsun! M.G.
Ermeni kampanyasına karşı ne yapıyoruz?
2015 yılında dünyayı ‘soykırım’ yalanları ile Türkiye’nin karşısına dikmek isteyen Ermeni Diyasporası yıllardır bunun hazırlığını yapıyor. Türkiye’nin buna karşı nasıl bir tavır ve strateji geliştirdiğini bilemiyoruz. Eğer var da saklanıyorsa yanlış. Çünkü bu konuda Türk kamuoyu hazırlıklı olmadığı gibi kafa karışıklıkları da mevcuttur. Mesela, diyasporanın baskın propagandası ve içimizden devşirdikleri bazı odakların da etkisiyle “Belki de soykırım yapmışızdır!..” diye tereddütlere düşülebilmektedir. Şayet bu konuda bir hazırlığımız yoksa daha vahimdir. Bu, diyasporanın yalanlarına teslim olmaktır. Devletimize bir teklifimiz olacak: Ermenistan’ın ilk başbakanı Ovanes Kaçaznuni’nin itiraflarını içeren “Taşnak Partisi’nin Yapacağı Bir Şey Yok” kitabı ile ABD’li Prof. Dr. Justin McCarty ve Carolyn McCarty’nin ‘Türkler ve Ermeniler’ adlı eseri dünyanın belli başlı dillerine çevirtilerek bilgilendirme kampanyasını seri bir şekilde başlatabilir. Ayrıca bu iki kitap Türk kamuoyunu dış kaynaklı dokümanlarla aydınlatma bakımından ülke genelinde azami ölçüde yaygınlaştırılabilmeli. (Her iki eser de Yılmaz Batıbay’ın çevirisi ile Türk Dünyası Mühendisler ve Mimarlar Birliği’nce yayınlamıştır.) Geçen yıl New York’ta bu konuda bir panel düzenleyen Türk Dünyası Yazarlar ve Sanatçılar Vakfı (TÜRKSAV) şimdi de “Asılsız Ermeni İddiaları Karşısında Türkiye’nin ve Türk Dünyasının Duruşu” ana başlıklı bir panelin hazırlıkları içerisindedir. Yahya AKENGİN TÜRKSAV Başkanı
İsmet İnönü’yü 41 yıl önce kaybetmiştik
ÖNDERİMİZ Atatürk’ün silah arkadaşı, Kurtuluş Savaşımızın Batı Cephesi Komutanı, Lozan Kahramanı, Cumhuriyetimizin ilk Başbakanı, CHP’nin 2. Genel Başkanı, 2. Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü’yü ölümünün 41. yılında saygı ve özlemle anıyoruz.
Osmanlı devletinin son yıllarında Harp Okulunu bitiren be başarılı bir subay olan İsmet Paşa, Kurtuluş Savaşımız başlamadan hemen önce Anadolu’ya geçmiş ve Ankara’da Mustafa Kemal Paşa ile buluşmuştur.
İsmet Paşa, Batı Cephesi Komutanlığına atanmış ve yeni kurulan düzenli Ordu ile I. ve II. İnönü Savaşlarında büyük başarı kazanmıştır. Mustafa Kemal Paşa’nın telgrafında belirttiği gibi İsmet Paşa “Orada yalnız düşmanı değil, Milletimizin makûs talihini de yenmiştir.”
Kurtuluş Savaşı zaferle bitirildikten sonra, Mudanya Mütarekesinde ve Lozan görüşmelerinde heyet başkanı olarak gösterdiği başarı onu Lozan Kahramanı yapmıştır.
Cumhuriyet’in ilan edilmesi ve sonrasında ilk Başbakan olan İsmet İnönü, gerçekleştirilen devrimlerde Büyük Önderimiz Mustafa Kemal Paşa’nın her zaman yanında yer almıştır.
İsmet İnönü; 1923–1924, 1925–1937 ve 1961–1965 arasında üç dönem Başbakanlık, 1938–1950 arasında Cumhurbaşkanı olarak görev yapmıştır.
Atatürk’ün ölümünden sonra, II. Cumhurbaşkanımız seçilen İnönü, Cumhuriyet aydınlanmasını ve devrimlerini sürdürmüş, ulusumuzu II. Dünya Savaşı gibi büyük bir yıkımdan uzak tutmuştur.
2. DÜNYA SAVAŞI
Kurtuluş Savaşı sonrasında olağanüstü yokluk ve sıkıntılara rağmen, üstelik de İkinci Dünya Savaşı gibi büyük bir yangın kapıya dayanmışken; ülkemizde bir aydınlanma ve sanayileşme dönemini başlatan İnönü, önemli fabrikaların kurulmasını ve önemli işlerin başarılmasını sağlamıştır…
Tüm bunlara karşın, AKP döneminde İsmet Paşa’nın kimliğinde Cumhuriyetin devrimci ve aydınlanmacı dönemine karşı sürekli öfke duyulmuştur.
Erdoğan’ın Başbakanlığı döneminde sata sata bitiremediği devlet mallarının çoğunun inşasını Başbakanlığı ya da Cumhurbaşkanlığı döneminde İnönü gerçekleştirmiştir.
Aşağıya bazılarını aldığımız fabrikalar İnönü döneminde kurulmuş, AKP döneminde elden çıkarılmıştır:
NELER SATILDI
- 1936’da Sümerbank Kâğıt ve Karton Fabrikası olarak kurulan, 1955’te ismi SEKA’ya çevrilen fabrikaların bugün hepsi satılmıştır.
- Karabük’teki kurulacak Türkiye’nin ilk entegre demir çelik tesisinin temeline ilk harcı, 3 Nisan 1937 tarihinde dönemin Başbakanı İsmet İnönü koymuş ve böylece ülkemizde çeltik tarımından çelik sanayine dönüşüm başlamıştır. Temele konan bu ilk harçtan sadece bir yıl sonra 1 Mart 1938 yılında makine montajlarına başlanılan Karabük Demir Çelik Fabrikaları, (KARDEMİR) Türk mühendis, teknisyen ve işçilerinin üstün çabaları sayesinde 2 yıl gibi kısa bir sürede tamamlanarak, 6 Haziran 1939’dan itibaren peyderpey işletmeye alınmıştır.”
- İnönü döneminde; 1961 yılında başlayan ERDEMİR inşaat ve montaj çalışmaları 42 ay gibi kısa bir sürede tamamlandı ve 15 Mayıs 1965’te yaklaşık 0,5 milyon ton ham çelik ve 0,4 milyon ton yassı çelik kapasitesiyle üretim yolculuğumuz başladı.
- 1926’da Alpullu ve Uşak, 1933’te Eskişehir, 1934’te Turhal, 1962’de Ankara ve 1963’te Kastamonu şeker fabrikaları kuruldu. Bunların çoğu AKP döneminde satıldı.
- 1 Ekim 1925’te Bursa Dokuma Fabrikası’nın temeli atıldı. 2004’te kepenk indirdi.
- 14 Ağustos 1934’te İzmit Kâğıt Fabrikası’nın temeli atıldı. Fabrika, 17 Mart 2005’te belediyeye devredildi.
- 1938’de kurulan Bursa Merinos Fabrikası 2004’te belediyeye ücretsiz verildi.
- 1938’de kurulan Fiskobirlik, 2006’da özelleştirildi.
İsmet İnönü, 1946 sonrası ülkemizin çok partili yaşama geçmesinde yine çok önemli bir görevi yerine getirmiştir. 1950 sonrası CHP Genel Başkanı olarak ülkeyi yönetenlere, yapıcı muhalefetle, gerçekleri göstermeye çalışmıştır.
II. Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü, hem Kurtuluş Savaşımızda, hem de daha sonraki Cumhuriyet döneminde üstlendiği görevlerle ulusumuzun Büyük Önderi Mustafa Kemal Atatürk’ten sonra, ikinci büyük lideri olmuştur.
Bu duygu ve düşüncelerimle, İkinci Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü’yü bir kez daha saygı, şükran ve özlemle anıyoruz.
Ali İhsan KÖKTÜRK-CHP Zonguldak Milletvekili
Boğaz’da yasadışı balık avı: 24 metre avlanma kuralına uyan da, uygulayan da yok!
İSTANBUL Boğazı’nda kontrolsüz bir biçimde yapılıp küçük, büyük her tür boyda balığın neslinin tükenmesine yol açan gırgır balıkçılığının yasaklanması için imza kampanyası başlatıldı.
‘Denizler müştereğimizdir’
Slow Food Fikir Sahibi Damaklar’ın change.org’da Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker’e yönelik olarak başlattığı imaya açtığı kampanya metninde, denizlerdeki doğal hayatın denetim eksikliklerinden dolayı tehlikede olduğu belirtilerek, “Denizlerimiz müşterekimizdir. Sucul hayat bize çocuklarımızın emanetidir. İstanbul Boğazı gırgıra yasaklanmalıdır” denildi.
Kampanya metninde İstanbul Boğazı’nın bir biyolojik koridor olduğu belirtilerek, lüferin bu biyolojik koridoru kullanarak Karadeniz’e ulaştığı ve orada ürediği hatırlatıldı.
Lüferin yok olma tehlikesinde olduğu aktarılan metinde, “İstanbullu gırgır reisleri her sonbahar Karadeniz’den geri göçe geçen lüferleri avlamak için bir huni ağzı gibi daralan Boğaz girişine en genişinden ağlarını atar, sonarların, radarların yardımıyla balığa kaçacak yer bırakmamacasına avlanırlar” denildi.
Metinde sucul hayatın devamı için getirilen önlemlerin yeterince uygulanamadığı belirtilirken şunlar da söylendi: “İstanbul Yenikapı Su Ürünleri Hali’nde denetimin yetersiz olduğu, Sahil Güvenlik Kurumu tarafından denizlerin kontrolunun tam yapılamadığı da gene aynı tezgahlardan belli olmaktadır. Kimsenin korkusu olmadığı gibi, denetim yükümlülüğü bir kurumdan diğerine sürekli atılmakta, her kurumun ilgilisi tarafından yasadan imkanlara her türlü mazeret ilan edilmekte, ancak gene ve yine boy altı yani yavru boy lüferler tezgahlarda yer bulabilmektedir.”
change.org’daki kampanya linkine buradan ulaşılabilir
Boğaz’da yasadışı balık avı: 24 metre avlanma kuralına uyan da, uygulayan da yok!
PrintPocketGoogle+TumblrFacebookTwitter
TGB, üniversitelerde ‘Gericilikle Mücadele Haftası’
TÜRKİYE Gençlik Birliği (TGB), 84 yıl önce Menemen’de katledilen Şehit Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay’ı anacak.
TGB Genel Başkanı Çağdaş Cengiz, son dönemde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın eğitime ilişkin açıklamalarını hatırlatarak “Karma eğitim tartışılıyor. Yurttaşlık kavramını hedef alarak devrimle millet olan halkımızı yeniden ümmete dönüştürmek, tebaalaştırmak yani kullaştırmak düşüncesindeler” dedi.
Cengiz, üniversitelerde “Gericilikle mücadele haftası” başlattıklarını belirtti.
Anayasa gereği türbana karşı çıkan ve sonrasında tutuklanan Prof. Dr. Rennan Pekünlü’yü hatırlatan TGB Başkanı Cengiz, “Rennan hocamıza, üniversitelerimize ve eğitim sistemine yönelen saldırılar bunu açık olarak gösteriyor. Ancak başaramazlar. Türkiye’nin özgür ruhlu gençliği 68’den Haziran Ayaklanması’na hala aynı mayayı koruyor. Bizler karakteri özgürlük ve bağımsızlık olan cumhuriyet gençliğiyiz. Karanlığı yırtıp atarız” açıklamasında bulundu.
84 yıl önce Menemen’de katledilen Şehit Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay’ı da anacak olan TGB’liler 27 Aralık 2014 Cumartesi günü “Gericiliğe ve Bölücülüğe Karşı Kubilay Kızılay’da” sloganıyla Kızılay’da olacak.
Bulgaristan komünizm döneminden beri değişmiyor;Türklere baskıyı sürdürüyor
RUBASAM Bulgaristan’da Todor Jivkov Başkanlığındaki baskıcı komünist rejim tarafından 24.12.1984 tarihinde ülke genelinde başlatılan ‘soya dönüş’, ‘bütünleştirme’ adı verilen “Türklere zorla ad değiştirme, dini vecibeler ile örf ve adetlerini yerine getirmelerinin yasaklanması” şeklindeki asimilasyon politikalarının 30’ncu yıldönümünde ŞİDDETLE KINIYORUZ.
Bulgaristan’da belirtilen dönemde Türklere uygulanan asimilasyon politikaları BM, ABD, AB ve diğer uluslararası forumlarda tespit ve kabul edilerek kınanmıştır. 11.01.2012 tarihinde Bulgaristan Cumhuriyeti Parlamentosu tarafından kabul edilen ‘bildiri’ile geçmişte “Bulgaristan’da Türk ve müslüman’lara” yapılan asimilasyon uygulamalarının yanlış olduğu ilan ve kabul edilmiştir. Ancak bu konuda bir süreç işletilmediği ve yargılama aşaması tamamlanmadığı için suçlular cezalandırılmamıştır.
Parlamento tarafından iyi niyetle başlatılan girişimlerin devamı beklenirken, Bulgaristan’da bazı Irkçı parti ve çevrelerin, Türk ve Müslümanlara karşı saldırıları her geçen gün devam etmektedir. Camiler kundaklanmakta, Müslüman cemaate karşı ırkçı gruplar tarafından fiziki saldırılar gerçekleştirilmekte, Müslüman cemaat vakıflarının mal varlıkları iade edilmekte zorluklar çıkartılmakta, faaliyette olanların da çalışmaları engellenmektedir. Bunun yanında anadilde eğitime yönelik kısıtlamalar hala devam etmekte ve tarihten gelen Bulgaristan’daki Türk izleri silinmeye devam edilmektedir.
En son 05.10.2014’de yapılan Parlamento seçimleri ırkçı grupların Türk aleyhtarı ortak çalışmalarına sahne olmuş ve sonrasında, bazı bölgelerde seçilen Türk asıllı Milletvekilleri aleyhine düzenlenen gösterilerde ‘Eşekler’ dahi kullanılmış, üzerine asılı tabelalara “Bunu da seçer misiniz” yazılarıyla, seçilen milletvekilleri aşağılanmış ve sözde demokratik söylem adına hakaret edilmiştir.
AB ülkesi olan Bulgaristan’da etnik düşmanlık halen körüklenmektedir ve komünist dönemdeki alışkanlıklar devam ettirilmektedir. Bütün bunlar, tarihten ders alınmadığını göstermekte ve bizi halen orada yaşayan Türk ve Müslüman kardeşlerimiz adına, bütün antlaşmalara rağmen yeterince güvencede olmadıklarını düşündürmekte ve derinden endişelendirmektedir.
Bulgaristan’da Türklere yapılanları unutmadığımızı ve unutturmayacağımızı saygı ile kamuoyuna duyuruyoruz.
RUBASAM (Rumeli Balkan Stratejik Araştırmalar Merkezi- Süheyl Çobanoğlu)
Kimse gençleri düşünmüyor mu?
TURİZMİN başkenti Antalya, bu kez piyano severlerin gönlünde taht kurarken, yerli ve yabancı katılımcılar gerçek bir klasik müzik şölenine ev sahipliği yaptı. Konserler, konferanslar, performanslar ve atölye çalışmaları, yerli ve yabancı katılımcılar derken kuşkusuz gözler şef Gürer Aykal’daydı. Usta şefin yönetiminde kurulan Akdeniz Filarmoni Orkestrası’nda... Gerçi Fazıl Say’ın sözleri, kaotik bir ortam da yaratmadı değil. Ancak Gürer Aykal polemik sevmiyor. “Çalışmalı” diyor. Kimse gençleri düşünmüyor mu? Niçin genç müzisyenlere kimse sormuyor?
Nerdeyse tamamını izlediğim festivalde genç müzisyenleri tanıma imkanı da buldum.
Bu festivalde “eğitime” ayrı bir önem verilmiş. Atölyeler, ustalık sınıfları ve atölye çalışmaları.. Türkiye’deki bütün konservatuvar piyano bölümü öğrencilerden 72 genç tüm masrafları festival tarafından karşılanarak ustalık sınıfında Alexander Lonquich, Freddy Kempf, Paul Lewis, Christian Zacharias, Hüseyin Sermet, Gökhan Akbulus, Herbert Schuch, Emir Gamsızolu, gibi klasik müzik dünyasının dünyaca ünlü ustaları ile buluşturuldu.
Koro Atölyesi çalışmalarını Fabio Lombardo, Bülent Halvaşi ve Ahter Destan gerçekleştirdi. Koro atölyesinden bir koro kuruldu. 80 kişilik, performansları ise mükemmele yakındı…
Festivalin Onur Konuğu dünyaca ünlü piyanist, şair, yazar Alfred Brendel Schubert’in son üç sonatı ve konferansı da kaçırılmaması gereken bir etkinlikti.
Solistler arasında Türkiye’nin çeşitli kuşaklarından adını duyurmuş piyanistler de vardı. Hüseyin Sermet, Gökhan Aybulus, Kandemir Basmacı, Başar Can Kıvrak, Cem Babacan, klaslarını konuşturdular.
Genç yıldızlar gecesinde ayrıca genç yetenekler kendilerini gösterme fırsatı buldular.
Türk eserlerinin sahnelenmesine ayrı bir özen gösterilen festivalde Türk eserleri gecesi ise büyük ilgi çekti. Ferit Tüzün, Ulvi Cemal Erkin eserleri seslendirildi.
Festivalin başka bir yenilik noktası da eser siparişinde bulunulmuş olmasıydı. Festivale özgü çağdaş eserler dikkat çekiciydi.
Akdeniz Filarmoni Orkestrası vuruldu.
Klasik müzik dünyasının en prestijli ödüllerinden olan BRIT sahibi 1977 doğumlu Kempf, Gershwin’in Mavi Rapsody adlı yapıtı ve 1. Piyano Konçertosu ile orkestranın solistiydi. Kempf, 8 yaşında Kraliyet Filarmoni Orkestrası eşliğinde konser vermiş, BBC’de Yılın Genç Müzisyeni seçilmiş, ve Moskova Çaykovski yarışmasının birincisi olmuş.
Geç de olsa belirtmek zorundayım; sözün özüçok keyifli bir festivaldi. Kapanış konseri ise The 5 Browns kardeşler tarafından gerçekleşti.
Uluslararası ünlü müzik televizyon kanalı olan Mezzo’nun da konseri kayda alması ayrı bir anlam taşıyordu.
Nilhan AYDIN
Paylaş