ÇİN’deki izlenimlerimize devam ediyoruz:Pekin’de elçilik çalışanları dahil 60-70 Türk varmış. Bir Türk lokantasının sadece adı var.
Çin Ticaret Bakan Yardımcısı ve Asya bölümü yöneticileriyle görüşürken, hep aklımızı kurcaladı:
Çin trenini neden kaçırdık; neden buralar da yokuz, diye.
Türk dış ticaretine Çin’in yarattığı etkileri, yatırımları, anti-damping ve taklitçilik iddialarını, sosyal yaşamını sorduk. İlginç yanıtlar aldık.
Hepsi ‘cin’ gibi Çinli...
Çin mi bizi sınırlarından içeri sokmak istemiyor, yoksa bizde mi beceriksizlik var.
Bunları da aktaracağız.
TEK ÇOCUK POLİTİKASI
Çin’de ilginç bir tek çocuk politikası yürütülüyor. Bu konuda eleştirilen Çin bir anlamda dünya nüfusunu dengelemiş oluyor. Ailelerin tek çocuklu olmaları, gelecekte akrabalık sıfatlarını ortadan kaldırıyor; kardeş, ağabey, amca, teyze, kayınbirader yok.
Birden fazla çocuk sahibi olan anne ve babalar, devlet memuriyetinden atılıp para cezasına çarptırılıyorlar. İki dede ve iki anneannenin sevgi ve ilgisi karşısında çocuklar ‘şımarık’ büyüdüklerinden çok ‘bencil’ oldukları söyleniyor. McDonald’s gibi fast food ürünlerr nedeniyle ‘obezite’leşmeye başlayan yeni kuşak, endişe yaratmıyor da değil...
Özellikle kentlerdeki zengin kesimlerde daha çok erkek çocuk isteniyor. Kız çocuklar kürtajla alınıyormuş. Çin’de 2200’lü yıllarda ‘homoseksüelliğin’ artacağı hesaplarına dikkat çekiliyor.
Bu gelişmeyi önlemek için kırsal kesimde ikinci kız çocuğuna yeni yeni izin verilmeye başlanmış... Peki, kentlerdeki zengin çocuklar, kırsaldaki yoksul kızlarla evlenir mi?
Asıl soru bu...
Tek çocuğun ‘akrabalık’ bağının olmaması, aile aidiyetini ‘toplumsallaştırmış’... Bu olgu hemen fark edilebiliyor. Günümüzde yolsuzlukların olmaması, bu akrabalık ilişkisinin ortadan kalkmasına bağlanıyor. Bizim, mafyanın, çetelerin, şebekelerin ve ‘amca-yeğen’cilerin kulakları çınlasın!
Devlet, memurları ‘havuzda’ boğuyor
GEÇENLERDE Cağaloğlu’ndaki İstanbul Defterdarlığı’na yolum düştü. O kadar kalabalık gördüm ki, memurların eylem yaptığını sandım. Hayır böyle bir şey yokmuş. Kapatılan bankalar ve özelleştirilme sonucunda ‘boşa çıkan’ kadroları, Devlet Personel Daire Başkanlığı değişik bakanlıkların kadrolarına ‘araştırmacı’ olarak atamış...
Odalarda oturacak yerleri bile yok... Çoğu kapatılan bankalar ve özelleştirilen KİT’lerden gelen personel... ‘Devlet Personel Dairesi Başkanlığı havuzuna’ toplanmışlar.
Merakımdan sordum, ne yapıyorlar diye... Hepsi de ‘araştırmacı’ imiş... Konuştuğum kişi vergi memuruymuş, kendisini o binanın ‘asli memuru’ sayıyor; ‘Bunlar burada yan gelip yatar, maaş alırlar’ dedi. Ama bir şey daha ekledi:
‘Bunlar kendi kurumlarında üst düzey yöneticilik, genel müdürlük, hatta yönetim kurulu başkanlığı, üyeliği yapmış, vasıflı personel... Yan gelip yatmaları kendi suçları değil, devletin personel rejimidir.’
Ne yazık ki, bu kişiler bu görevlerde pasifleştirilmiş ve bankamatik memuru yapılmış.
Defterdarlık’tan başka Kültür ve Turizm ile Milli Eğitim bakanlıklarının il müdürlüklerine de atanmışlar.
Devlet memuru sayılmadıklarından personel rejimine göre, bu tür atamalarda 8’in 1’inden ‘memur adayı’ymış gibi göreve başlatılmışlar.
Geçmişlerinde üst düzey yöneticilik yapmış bu kişilerin kadro ve özlük hakları da adeta gasp edilmiş. Yani by-pass edilmişler. Örneğin, bankacılar Milli Eğitim’de, mühendisler Maliye’de neyin araştırmasını yaparlar? Bir de bu yöneticilerin, psikolojik durumları ve aile yaşantısının ne halde olduğunu düşünün.
Devlet, bir yanda kendisine yarayacak genç, dinamik, vizyon sahibi personeli bu yolla pasifleştiriyor. Öte yanda emekli olmuş ya da emekliliği yaklaşmış kişileri de aktif hale getirip, Başbakan’ın ‘Ben bile bürokrasiyi aşamıyorum’ sızlanmalarına zemin hazırlıyor. Bu yolla devletin hantallığına çanak tutuluyor.
IMF’nin Türkiye’deki ‘komiserleri’, bu kadar vasıflı personelin küçük odalara tıkılarak mağdur edilmesini görse mutlaka içleri sızlayacaktır.
Atananlarla da görüştüm... Sorunun ilgili bakanla alákalı olduğunu söylediler. Ama bu personelin, gittikleri kurumlarda mutlaka branşlarına uygun görevlerde çalışması gerekiyor. İşte yapılacak çalışma bu olmalıdır. Maalesef ilgili bakanlar, kendilerine yakın kişilere uygun görevler verip, bu görevleri gerçekten hak edenleri heba ediyorlar. Ancak bu personel için amaçlanan niyet, ‘Ya sev, ya terk et’ gibi ‘Ya istifa et, ya da kabullen’ mantığını gösteriyor.
Telefondan reklam tacizi
SON bir yıldır cep telefonuma, Carrefour ve Turkcell’den sürekli tanıtım mesajları geliyor. Carrefour her gün domates, soğan reklamı yapıyor. Boyner firması akşam vakti ev telefonumdan arıyor ve 10 dakika reklam yapıyor. Hiçbir ticari ilişkim ve alışverişim olmadığı halde benim ev adresim dahil bütün kişisel bilgilerimi nereden biliyorlar ya da buluyorlar? Gizli kalması gereken kişisel bilgiler kimler tarafından nasıl dağıtılıyor? Kişisel bilgilerimin bu kadar ayağa düşmesi ve hiçbir gizliliğimin olmaması tehlikeli değil midir?
Bircan ÖZTÜRK bircan@panelotomasyon.com
Biliyor musunuz
HORASAN (Erzurum) doğumlu olan İSKİ Genel Müdürü Dursun Ali Çodur hakkında ‘İSKİ ambleminin yenilenmesinden bazı işlerin yabancılara verilmesine, müteahhitlerle olan ilişkisinden yolsuzluklara karşı gelen bazı müdür ve daire başkanlarının görevden alınmasına kadar pek çok iddiayı, ‘Hemşerimiz üzerine oyun mu oynanıyor?Bu iddialar Çodur’u sıkıntıya sokacak’ başlığıyla duyuran Kadıköy’de yayınlanan aylık ‘Erzurum’ gazetesinin İSKİ Genel Müdürlüğü’nde elden ele dolaştığını; yine Erzurumlu olan Büyükşehir Başkanvekili İdris Güllüce’nin bu yayınlar karşısında ‘Hemşerim de olsa yanlış yapanın arkasında durmam’ dediğini...