Sağlıklı bir yaşam için bulunmaz bir doğal olanak.
Rusya tarihini anlatmak sayfalara yetmez. Onun için
Napolyon boşu boşuna,
‘‘Eğer Kiev'
i alırsam Rusya'nın ayaklarını; St. Petersburg'
u alırsam başını fethederim ama eğer Moskova'
yı alırsam Rusya'yı kalbinden fethetmiş olurum’’ dememiş...
Moskova beş yıl önceki izlenimlerimize göre müthiş değişime uğramış; kentsel yapısını ve kendi kimliğini koruyarak...
Şarık Tara'nın yakın dostu Moskova Belediye Başkanı
Yuri Lujkov'la başlayan
'rehabilitasyon' çalışmaları sırasında yılların ünlü
İnturist Oteli de yenisi yapılmak üzere yıkılmış... Sanat ve sporla ilgili sayısız tesis inşa ediliyor.
Kızıl Meydan'daki altın kubbelerin arasında dev vinçlerin silueti,
Moskova'yı
Paris veya
Londra'ya dönüştürmenin izlerini veriyor şimdiden...
10 yıl sonraki
Moskova'yı düşünmek şimdiden mümkün.
YAŞAMIN YENİ RENKLERİ
Ruslar güzel yemekler yemeyi, giyinmeyi ve tatil yapmayı seviyor ya, değişimle yaşamın renkleri daha bir ortaya çıkmış... Şıklık başını almış gitmiş; hatırı sayılır yabancı sermayenin gelmesiyle dünya markaları
Moskova'yı, son model otomobiller caddeleri kaplamış... Sarışın, mavi gözlü gençlerin sosyal yaşamları bir hayli açılmış. Uyuşturucu ve fuhuş sektörü gelişmiş; bu sayede de
'turistik hizmet' sektörü büyük paralar kazanmış...
Ne denirse densin mafyanın etkisi, eskisine oranla kırılmış; Başkan
Putin'in bu konuda çok hassasiyet gösterdiği söyleniyor. Gene de bazı zenginlerin
'korumalarına' ve
'kiralık katilleri'ne görev düşmüyor değilmiş...
GLOBALİZMİ KİM İSTİYOR
Tabii
Rusya, Moskova demek değil. 140 milyon nüfusa düşen yıllık milli gelir 2 bin dolar seviyesinde hálá. Ülke nüfusunun üçte biri asgari geçinme sınırı olan 50 doların altında ücret alıyor.
Rekabetin olduğu bir pazar ekonomisinin sonuçları özellikle yaşlı
Rusları geçmiş dönemi arar hale getirmiş... Bu nedenle
Rusya'yı, görünen ihtişamlı
Kremlin Sarayı'na göre yargılamamak; politik, ruhsal ve kültürel etkenlerle birlikte üç unsuru da düşünmek gerekiyor:
(1) 13 ve 19 yüzyıl arasında
Avrupa tarihi ile koşut çarlık dönemi; (2) 1900'lerin başından 1990'lara kadar yaşanan sosyalizm ve (3) komünizmin çöküşünden sonraki
McDonald's'lı,
Coca Cola'lı,
Levis'lı; yani markalı yaşam...
Gençlerin çoğu işsiz olsalar da sonuncusunu istiyor gözüküyor.
BEN, LENİN'İ ARIYORUM
Türkçe rehberimiz Tatar uyruklu
İldar adlı genç, bu
'renkli' yaşamı sevmiyor bir
'Leninci' olarak. Hálá bir cep telefonu bile yok. Söylemedi ama belki 350-400 dolar aylık kazancı olabilir; ancak yaşamının mütevazı olduğu anlaşılıyor. Bizden
Hürriyet ve
Cumhuriyet gazetelerini istedi. Stalin döneminde yapılan görkemli binaları, meydanlardaki heykelleri;
Mayakovski'yi,
Puşkin'i,
Marx'ı ve uzaya ilk giden
Gagarin'i överek anlatıyor; şimdiki rejime de göndermeler yapıyor.
Lenin Mozolesi'nin, onarım nedeniyle ziyarete kapalı olduğunu anlatırken
‘‘Bugünkü rejimden sadece zenginlerin memnun olduklarını’’ söylüyor.
Gülerek
‘‘İnsanların eskiden hasta olma hakkı vardı, şimdi yok. Devletin hastaneleri çökmüş durumda; özel hastaneler ise pahalı. Onun için herkes sağlıklı yaşamak zorunda; şimdiki yönetim spor yatırımlarına çok önem veriyor’’ diyen bizim
İldar 'demokratik sosyalizm'i istiyor açıkçası.
Devlet Başkanı
Putin eskiden judocu imiş. Bürokraside eskiden tenis sporu yapanların çoğu judoya başlamışlar şimdi... Bürokrasi, iktidara her zaman uyum sağlar gerçeği burada da karşımıza çıktı. Aynı bizdeki gibi değil mi?
Erdoğan ve
Gül 'taraftarlık'tan öte hemen örnek olabilecek bir spora başlamalılar.
DEVLET OLMAZSA...
Bir gerçeği anladık;
Rusların, daha az para kazansalar da alım gücü yüksek... Çoğunun devletçe aile büyüklüğüne göre verilen konutları var. Elektrik, su, kalorifer parası yok, ya da ayda 10 dolar gibi bir ödeme yapıyorlar. Bu nedenle aylık kazançlarının hemen hemen % 80'ini tüketime ayırıyorlar.
Giyim ve kozmetik sektörü bu nedenle büyük gelişme gösteriyor.
Rus-Türk İşadamları Birliği'nin Türkçe ve Rusça çıkardığı
'Pusula' dergisinin genel sekreteri, gazeteci dostumuz
Suat Taşpınar, iki hafta önce bir Rus'la evlenmiş; 560 dolar kira ödüyor.
Moskova'da akrabanız da olsa, bir kimsenin yanında üç günden fazla kalamıyorsunuz... İzin almanız lazım...
Taşpınar, Türk işadamlarını ve Laleli piyasası ile ilgili olarak nerelerde hata yapıldığını anlatıyor.
Ramstore'un yeni yatırımlarını,
Efes Pilsen'i ve
Ülker'i anlatıyor.
Bunları sizlere salı günü aktaracağız.
Trol bizi aç bıraktı
ERDEK'in
Tatlısu Köyü'nde küçük bir balıkçı olduğunu söyleyen okurumuz
Ç.V.Ş. Bandırma Körfezi'nde çekilen trölün kendilerini aç bıraktığını söylüyor: ‘‘Bu tür avcılık
Marmara Denizi'nde kesinlikle yasaktır.
Trol ile avlanan tekneler 4 kez balık ağlımı parçaladılar. Bu insanlara dur diyecek bir makam, bir kişi yok mu? Benim tespit edebildiğim kadarıyla 5-6 tane trol çeken tekne var. Bu rezil balıkçılar her sabah utanmadan balıklarını
Bandırma balık haline getirip satıyorlar. Yasak olduğu halde bunları denetlemesi gereken Su Ürünleri, neden sesini çıkarmıyor? Dikkat edilsin, yoksa akla bazı şeyler gelir, üzülürler. Bu denizi, eşkıyaların elinden kurtaracak kimse yok mu?’’
Oğuz Atay'ı unuttuk
MANKENLER ve
Hülya Avşar gibi gerçek
‘sanatçılar’ gazetenizde her gün boy gösteriyorlar.
Hülya Avşar'ın bir konserde tırnağı kırılsa bile gazetelerde manşet oluyor. 13.12.2002 günü (geçen cuma)
Oğuz Atay'ın ölüm yıldönümüydü.
Oğuz Atay, Türk edebiyatına büyük katkıda bulunmuş.
‘Tutunamayanlar’ gibi büyük bir eser çıkarmış, gerçek bir üstattır. Böyle bir şahsiyeti niçin tarihe gömüyoruz? Neden onun gibi büyük başarı göstermiş yazarlarımızı, onlara yakışacak şekilde anmıyoruz?
Belgin BAYDAR-BERLİN