Kotalar karaborsada

TARIM ve Köyişleri Bakanlığı’ndan bir bürokrat ‘Yağdaki vurgunları yazıyorsunuz’ dedikten sonra mısır ithalinde dönen oyunları anlatmak istediğini söylüyor.

Hükümetin, mısır ithali ile ilgili kararnamesi ile Dış Ticaret Müsteşarlığı’nın (DTM) tebliğ ve uygulamasının kendi içinde tutarlı olduğunu ancak kota dağıtımında dikkate alınan kıstaslarda haksızlık yapıldığını bildiriyor. Konuşmamız sırasında çok çarpıcı bilgiler ediniyoruz.

Soruyoruz.

Mısır ithali için yaklaşık 650 firmanın tahsis belgesi (kota) almıştı; bunlar geliyor mu?

-
Evet, 900 bin ton için kota dağıtıldı. Ancak şu ana kadar bunun yaklaşık 650 bin tonu geldi. Kararnamede izin ağustos sonuna kadar olduğu için bu miktar 900 bin tona kadar çıkabilir. Bu rakama ulaşılıp ulaşılamayacağı da ayrı bir sorun. Eğer bu rakam gerçekleşmezse talep arzdan yüksek olacağı için fiyatlar daha da yükselebilecektir.

Neden ağustos sonu...

-
Eylülden itibaren mısır hasadı başlayacak. Şunu bilin, Türkiye 3.5 milyon ton Mısır tüketiyor. Bunun 2-2.5 tonu yerli üretimden karşılanıyor. Açık yıllara göre değişen 500 bin ile 1.5 milyon ton arasında yapılan ithalatla karşılanıyor.

İthalat neden bu kadar farklılık gösteriyor?

-
Yerli buğday kalitesiz, fazla ve dolayısıyla ucuz olduğu yıllarda ithalat az, tersi olduğunda ise fazla olur. Şunu unutmayın, kalitesiz buğday tavuk yemlerinde, fiyatına bağlı olarak belli bir orana kadar mısır ikame edilebilir, açık kapatılır.

900 bin ton kota kimlere neye göre verildi?

-
Asıl hassas konu bu. Dış Ticaret Müsteşarlığı her zamankinden farklı olarak ilk kez tartışma konusu yaratan yeni bir uygulamaya geçti. Normalde, kapasite raporu karşılığında sanayiciye verilmesi gereken kota ayrıca ilk kez olarak ithalatçı/tüccara da tahsis edilmiştir. Sanayici de; kendi arasında ‘sanayici’ (yemci ve nişasta bazlı tatlandırıcılar) ve ‘sanayici/ithalatçı’ olarak sınıflandırıldı. Bununla büyük haksızlık yapıldı. Örneğin; eşit miktarlarda üretim yapan rakip iki firmadan biri geçen yıllarda ithalatı kendi gerçekleştirdiği için sanayici kimliğinin yanında ithalatçı vasfına bürünüp, diğerinden fazla kota sahibi oldu. Bir firmaya 36 bin ton verilirken, aynı miktarda yem üreten bir başka şirkete ise 14 bin ton kota verilmesi haksız rekabete neden oldu. Bunun gibi bir sürü çarpık tahsis olayı vardır ve vurgun vardır.

Yarın: Vurgunun boyutu ne kadar?

Vur-kaçtan sonra yık-kaç başladı

SULTANAHMET’teki Adliye binasının karşı kaldırımında DSP’li eski Turizm Bakanı, gazeteci Ahmet Tan ve öğretmen kardeşi Fatma Tan’ın 40 yıllık babaevinin bitişiğinde Ferah Oteli bulunuyor. Sahipleri, oteli genişletmek amacıyla yandaki binaları ‘toplamaya’ başlıyorlar. Müşterek tapulu dörder katlı iki binadan ilkini alıyorlar; Fatma Tan’ın oturduğu ikinci binanın da üç dairesine sahip oluyorlar. Sultanahmet sit alanı, Başbakan Sultanahmet’in turistik bölge olacağını ilan ediyor. Tabii bunlar iştih kabartıyor ancak burada çivi çakmak için katı kuralları umursamayanlar var. Urfalı oldukları bildirilen otelci ailesi, ilk binayı geçen bayramda yıkıyor; ancak savcılık ve belediye tarafından iki kez mühürleniyor. Hafta sonu da Tanlar’ın oturduğu binaya sıra geliyor. İlk önce alt dairenin balkonuna kazma indiriliyor; tehlike, korku ve dehşet saçılarak... Tanlar, Vilayet, Eminönü Kaymakamlığı ve Belediye Başkanlığı’na tapu hakkının gaspına ilişkin başvurular yaparak kanunsuzluğa dikkat çekiyorlar. Ancak, Tanlar sahipsiz kalıyor; belediye başkanı Av. Nevzat Er telefona çıkmaktan kaçınıyor. İnsan, orgazine bir durum mu var diye kuşkuya kapılıyor.

Dün İkitelli OSB’de kaçak işhanının nasıl yapıldığını sergilemiştik. Bu da benzer bir olay...

GÖREVİ İHMAL SUÇU

Görevini ihmal edenlere en güzel ceza dünkü gazete manşetlerinde yer aldı. İstanbul 3. İdare Mahkemesi, Aksaray’daki Özel Doğaner Hastanesi’nde guatr ameliyatı sonrası meydana gelen ölümde, Sağlık Bakanlığı’nı denetim görevini yapmadığı için suçlu buldu ve ihmalden 300 milyarlık para cezası verdi.

Sultanahmet’teki yasadışılık, Adalet Sarayı’nın bitişiğinde, İstanbul Tapu Müdürlüğü’nün de 150 metre uzağında meydana geliyor.

Peki burada kaymakamlık ve belediye, mülkiyet hakkına gaspı gözardı ettikleri için yarın ihmalden böyle bir cezaya çarptırılırlarsa bu tazminatı kim ödeyecek?

İçişleri Bakanlığı mı; yoksa bunlara neden olan otel sahipleri mi?

Haberde Hersh ve Yıldırım farkı

POLİTZER
Ödüllü Seymour Hersh’in, ABD’de ‘New Yorker’ dergisinde yayımlanan haber, gazete manşetlerinden inmiyor. Buna göre İsrail’in, Irak’ın kuzeyinde Kürtlere komando eğitimi verdiği ve eğitilen peşmergelerin Iraklı direnişçilere ve komşu ülkelere karşı kullanıldığı anlatılıyor.

Hersh’in haberi, Uğur Yıldırım’ın bir ay önce Aydınlık dergisinde (23.5.2004) yazdığı haberin benzeri.. Yıldırım, ‘Mossad’ın peşmergelerden kurduğu suikast birliği’ başlıklı yazısında, İsrailli bir albay komutasında 4-5 kişilik gruplar halinde kurulan suikast ve sabotaj timlerinin faaliyetlerini anlatıyordu. Türkmen ‘Altunköprü’ gazetesi sahibi Ali Ekrem Köprülü’nün (26) bu timlerce nasıl öldürüldüğü; Silopi’de görev yapan Amerikalı albay Martin’in de bu timlerle bağlantılı olduğu iddia ediliyordu.

‘Tezgah’ı, Amerikalı bir gazeteci yazınca manşet oluyor; genç bir Türk gazetecisinin haberi ise görmezlikten geliniyor.

Açıklama

GÜNEŞ yazarı Rıza Zelyut dün köşemizde yer alan ‘Komutanım neden kandırdınız beni’ yazısı üzerine ‘Sıkılarak söylüyorum ama bu yazıyı 15 Haziran’da yazdım, sanırım size internet üzerinden gelmiş oabilir’ dedi. Gerçekten öyle oldu; bir okurumuzdan geldi. Yazının okurlarımızı etkilediği gelen mesajlardan belli... Zelyut ‘Ben şehit komando er...’ başlıklı orijinal yazısında; Tokat’ın Reşadiye beldesi Büşürüm bölgesinden olan Şükrü Eraslan’ın, 1992’de Diyarbakır Kulp ilçesinde nasıl şehit olduğunu kendi ağzından vatandaşın duygularını da katarak öyküleştirilmiş. Yazıda, haklı olarak askere de, hükümete de dokundurmalar var. ‘Bu tanıdığım bir ailenin trajedisidir’ diyor. Zelyut’un eline sağlık; yazının bütününü okumak isteyenler rizaz@gunes.com’a girebilirler.

GÜNÜN SÖZÜ

‘3 Temmuz’daki kurultay bir taktik kurultayıdır; hokus-pokus yoludur. Kurultay gündeminin 5. maddesi ‘12 Eylül darbesinden sonra devrimci ve solcular için düzenlenen sıkıyönetim iddianamesine’ benzemektedir; bu bir siyasi linç girişimidir.’

(CHP İstanbul Milletvekili A. Güryüz Ketenci)
Yazarın Tüm Yazıları